Sibel üç hafta önce aramızdan ayrıldı. Sadece 23 yaşındaydı. Adıyamanlıydı. "Bu devirde veremden ölünüyor muymuş" diye sordurtarak, tüberküloza bağlı solunum yetmezliğinden vefat etti. O bir transseksüel olduğu için ailesi cenazesini almadı... Diğer pek çok transseksüel arkadaşı gibi yaşarken de ailesi tarafından reddedilmişti, -çoğu transseksüelin ailesi, arkadaşlarıdır, yoldaşlarıdır bu yüzden- hayatta kalabilmek için seks işçiliği yapıyordu.
Sibel'in en büyük hayali kendi evi olmasıymış, yıllardır gayretle para biriktiriyormuş bu yüzden. Aile -yasal mirasçısı olduğu- Sibel'den geriye kalan parayı kabul etmiş... Ama cenazesini defnetmeyi kabul etmemişler.
Lokma bir İzmir geleneği, ölenlerin ardından dökülüyor
Ölmüşlerin ardından, ruhları huzur bulsun diye lokma döktürmek İzmir'de çok sevilen bir gelenek... Bu işi yapan sayısız küçük işletme var. Eskisi gibi elle de değil, yoğrulmuş hamur basit bir makine yardımıyla, kızgın yağın içine, mandalina büyüklüğünde lokmalar şeklinde akıtılıyor. Oradan da üzerine tarçınlı şerbetin döküldüğü tepsilere aktarılıyor. Ve üçer dörder konduğu plastik kaplarda çevredekilere dağıtılıyor.
Biz de geçen cumartesi, Sibel için lokma döktürdük. Alsancak Devlet Hastanesi'nin, Kıbrısşehitleri girişine bakan yüzüne yakın küçük meydanda kuruldu lokma çadırımız. Ara ara şiddetlenen yağmurun altında hayli heyecanlıydık. Siyah Pembe Üçgen LGBTT Derneği, İzmir Amargi ve Sosyal Ekolojiden arkadaşlarımızla "transseksüel arkadaşımız Sibel'in anısına, travestilerin ve transseksüellerin eşit muamele gördüğü bir dünya umuduyla", "travestilere şiddet değil sağlık güvencesi", "travestilere çalışma hakkı istiyoruz" yazılarını brandanın üzerine iliştirdik.
Lokmalı eylem, eylemli lokma
Üç buçuk saat kadar sürdü lokma dağıtma "eylem"imiz... Olumlu ve -ne yazık ki- olumsuz hal ve sözlerin de tanığı olduk. Kuyruğa yönelecekken, yazıları fark edip "travestiymiş, Allah Allah daha neler göreceğiz" deyip, tepkiyle uzaklaşana üzüldük; arkadaşlarını "n'olcak travesti de insan değil mi?" deyip, ikna eden lise öğrencisine sevindik. "Sibel'e n'oldu?" diye soranlara kısaca travestilerin -uğradıkları ayrımcılığın sonucu olan- kötü yaşam koşullarından söz ettik.
"Terbiyesizler, ayrım yapmasınlar herkes insan, herkes insan evladı""dedi yaşlıca bir teyze... "Arkadaşlarının ona böyle sahip çıkması ne güzel" dedi bir başkası... "Bu devirde veremden ölünüyor muymuş?" diyenlere, travestilerin sokakta, karakolda, hastanede maruz kaldıkları kötü muameleyi anlattık, bu sebeple sıkıştırıldıkları yaşam alanının dışına çıkmaktan, devlet dairelerine girmekten ne kadar korktuklarını... Biraz duygudaşlık yapabilsinler istedik.
Çekingen, tereddütlü bakışlara "buyurun, kuyruk yok, alabilirsiniz" kolaylaştırıcılığında bulunduk ancak ondan sonra yanaşabilenler çoğunluktaydı. Bizim lokma kuyruğumuz uzamadı pek, alışıldık olan şeklinde lokmalar kısa sürede tükenirken; tek tek ya da ikişerli üçerli kalabalıklara(!) dağıttık. Ama kendimizi şöyle avuttuk; hemen bitseydi, yazılarımız daha kısa süre kalacaktı meydanda, daha az insan okuyacaktı. Hem üç yüz kişilik lokma da dağıtıldı sonuçta..."(BÇ)