Bu hafta vizyona giren filmler arasında en merakla beklenen olan ve bu beklentileri karşılamaya da en yakın görünen film kuşkusuz It Follows / Peşimdeki Şeytan. Seyirciyle ilk kez Cannes Film Festvali’nde buluşan Peşimdeki Şeytan, seyirciden de eleştirmenlerden de beklenmedik övgüler alınca fısıltı gazetesi devreye girerek filme büyük bir gişe başarısı da kazandırdı. Ülkemizde ilk olarak 34. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilen film bu hafta vizyonda sinemaseverlerle buluşuyor.
Peşimdeki Şeytan’ın senaryosunun ana hatları korku sinemasına aşina olan izleyiciyi hiç şaşırtmayacak türden. Sessiz sakin, temiz pak bir Amerikan banliyösünde yaşayan bir grup gencin başından geçen bazı talihsiz olaylar ve sonrasında bu durumun bir ölüm kalım meselesi haline gelmesi… Hollywood bizlere aynı hikâyeyi 80’li yıllardan günümüze gelene kadar adeta temcit pilavı gibi defalarca ısıtıp ısıtıp sundu. Bu filmlerdense çok azı klişe olmanın ötesine geçip bizleri gerçekten korkutarak hafızalarımızda yer etti. David Robert Mitchell’ın yönettiği Peşimdeki Şeytan da, gerek hikâyesini ele alışı, gerekse yarattığı atmosfer ve müzikleriyle hafızalarımızda yer edecek gibi görünüyor şimdiden.
Dediğimiz gibi hikâye tanıdık: 19 yaşındaki Jay yeni tanıştığı Hugh ile sinemaya gider, güzel bir gece geçirir ve arabasında sevişirler. Buraya kadar her şey normaldir ancak Jay kendini birdenbire bir sandalyeye bağlanmış şekilde bulur. Az önce aşkla seviştiği Hugh Jay’e, ona sevişerek lanet benzeri bir şey bulaştırdığını, onu bundan böyle sürekli birilerinin takip edeceğini ve eğer kaçmayı başaramazsa öleceğini söyler. Jay için bundan kurtulmanın tek yolu başkasıyla sevişip laneti ona bulaştırmaktır.
Filmin geri kalanı Jay ve arkadaşlarının “düşünmeyen, hissetmeyen, vazgeçmeyen” ve sadece takip eden bu kötülükten kaçmasını anlatıyor. Yönetmenin bunu yaparken kurduğu, adeta 80’li yılların korku klasiklerine bir saygı duruşu gibi görünen atmosfer öyle başarılı ki, insan ister istemez filmin içine çekiliveriyor. Peşimdeki Şeytan, kopan uzuvlar, fışkıran kanlar, vahşi ölümler gibi rahatsız edici bir görsellik ya da izleyiciyi yerinden zıplatan ani sesler, efektler kullanmak yerine filmin tümüne yayılan bu rahatsız edici sürekli takip edilme ve bundan kurtulamama duygusundan yararlanıyor.
Jay’i takip edenlerin abartılı makyajları, inanılmaz yavaş bir şekilde hareket etmeleri seyirciyi duruma yabancılaştırırken bir taraftan da ilginç bir şekilde yarattığı rahatsızlık duygusunun artmasını sağlıyor. Yönetmenin “Hah, tamam şimdi bir şeyler olacak” deyip gerildiğimiz anlarda yaptığı ters köşeler de adeta tadından yenmiyor.
Sonuç itibarıyla Peşimdeki Şeytan, tartışılacak “sevişirsen ölürsün” alt metniyle, oyunculukları, atmosferi ve etkileyici müzikleriyle haftanın ilgiyi en çok hak eden filmi olmaya aday. İyi seyirler. (GÖ/EKN)