Şayet bir devlet laik bir sistemle yönetildiğini ilan etmişse herhangi bir dinin veya inancın diğerinden daha mühim, baskın veya üstün olduğunu iddia edebilir mi? Üstelik mevzubahis sekülerlik anayasada belirtilmişse, hükümet dinen, neyin uygun olup olmadığını nasıl dikte edebilir?
Çoğulcu seküler bir devlet olarak yola çıkmış ABD'nin (Amerika Birleşik Devletleri) Hıristiyan bir ülke olmadığını yüksek sesle ifade edip ortalığı velveleye verenler The Satanic Temple (Şeytan Tapınağı) adlı oluşumun provokatör üyeleri.
Türkiye'de daha çok müteveffa Anton Szandor LaVey'in öncülük ettiği çağdışı hareketle tanınan Satanistler yepyeni bir ivmeyle yalnız ABD'de değil, tüm dünyada hızla çoğalıyor. Sanılanın aksine ateist bir grup olduklarını belirttikleri gibi çürümüş otoriteye karşı isyan bayrağını açmışlar, aktivist tavırlarının kapsamını mütemadiyen genişletmekteler.
Muzip yanıyla tanınan kadın sinemacı Penny Lane'in elinden çıkma Hail Satan? (Selam Sana Şeytan?) adlı belgesel mevzuya açıklık getirdiği gibi çoğunlukla toplum tarafından ötekileştirilmiş insanların birliğinden doğan güce de inandırıyor.
Dünya prömiyerinin yapıldığı Sundance'ten sonra Rotterdam, CPH:DOX gibi festivallerin yanısıra ABD'deki birçok etkinliğe de katılmış olan film Calgary Underground Film Festivalinde en iyi belgesel ödülüne layık görüldü. Filmin Polonya ve Avustralya'ya da uğrayarak devam eden yolculuğu genel gösterime girdiği ABD ve Kanada'yı müteakip Birleşik Krallık'ta da devam edecek.
Hayır faaliyetleri
The Satanic Temple'ın lideri gibi görünse de Lucien Grieves hareketlerinin eşitlikçi ilkeleri doğrultusunda bir lidere ihtiyaç duyulmadığını belirtiyor.
Fakat, yalnız ABD'de değil, tüm dünyada aniden ortaya çıkan beklenmedik ilgi karşısında organize olmak ve kendilerini belirli bir düzen içinde oturtmak zorunda kaldıkları biliniyor.
Bu bağlamda belgeselde en çarpıcı nokta hareketin önde gelen aktivistlerinden Jex Blackmore'un gerçekleştirdiği agresif bir performans sonrasında gözden düşmesi. Jex konuşmasını "Başkana ölüüüm!" gibi bir söylemle bitirince, sözkonusu kişi Trump bile olsa felsefelerinde şiddete yer olmadığı kendisine ciddiyetle hatırlatılıyor ve hareketten dışlanıyor.
Ne de olsa Şeytan Tapınağı'nın faaliyetleri genelde muhtaç olanlar için hayır kampanyaları düzenlemek, evsizlere destek olmak, gittikçe muhafazakârlara teslim olmakta olan memlekette kürtaj hakkına yönelik faaliyetlerde bulunmak. Put kırıcı, isyankâr, eşitlikçi gibi ifadelerle anılmak isteyen oluşumun üyeleri sık sık mıntıka temizliğine de çıkıyorlar.
Ellerinde üç başlı zıpkın uçları, zahmetsizce çöp toplarken şeytan sembolizminden yararlanmaktan gayet memnunlar. Bu arada çıplaklığın tüm gezegende bir tabu olmayı sürdürmesi yüzünden törenlerinde tabii ki bedenlerini teşhir etmekten hiç gocunmuyorlar, hicvi asla ihmal etmeden iki cinsiyete aynı mesafede yaklaşmaya ihtimam gösteriyorlar.
Köken
Kurulduğunda seküler bir düzen içinde dinsel özgürlüğe büyük önem verilen ABD'de otoritenin dine ve Tanrı'ya kafayı takması ve halka bunu empoze ederek manipüle etmeye çalışması Rusya ve komünizme karşı sürdürülmüş Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkıyor. Bir dolarların üzerine 1957'den itibaren basılmaya başlanan "In God We Trust" (Tanrı'ya Güveniyoruz) yazısı dahil olmak üzere inançsız bloka karşı verilen amansız savaşta Charlton Heston'ın başrolünde oynadığı The Ten Commandments (On Emir) filminin de katkısı olmuş.
Yönetmen hanesinde Cecil B. DeMille adını gördüğümüz büyük bütçeli Hollywood yapımının ülke çapında promosyonu yapılırken on emrin yazılı olduğu muhtelif kitabeler yurt sathına yayılmış, iktidarın din propagandasıyla ne kadar uyumlu oldukları anlaşıldığında bazıları sabitlik kazanarak yerini korumuş.
İşte Şeytan Tapınağı lideri Lucien Grieves'in üzerinde durduğu ayrıntı da bu oluyor ve belirli bir dinî inancı temsil eden kitabelerle eşit imkân tanınarak Bafomet heykelinin merkezî meydanlarda yerini alması gerekliliğini ortaya atıyor.
Gerici Hıristiyanlar öfkeye kapılıyor, kiliseler cemaatlerini sokaklara döküyor, muhafazakâr medya yangına körükle giderek yayınlarını "İnancımıza saldırıyorlar!" söylemleriyle sürdürüyor. Bazıları onları IŞİD'le kıyaslayacak kadar zıvanadan çıkıyor.
Tam da bu tip linç dinamiklerine alışkın olan toplumun ayrıksı kesimlerinin temsilcileri mazideki cadı avlarını hatırlayıp kötülüğün aslında bu avı gerçekleştirenler tarafından dışa vurulduğunun altını bir kez daha çiziyor.
Bu bağlamda ülkede bilhassa 80'ler ve 90'lardaki satanist panik vakaları anılıp Dungeons and Dragons oyunu ve Heavy Metal müziğinde iblisi görenlerle dalga geçiliyor.
Evrensel ilkeler
Sanıldığının aksine, cilalı ve uslu, hatta soylulaştırılmış bir müessese imajı veren The Satanic Temple oluşumu belgeselde kesinlikle sempati topluyor. Yöneticileri ve takipçilerinin kendine has kişiler olduğu, giyimlerinde siyah rengi tercih edip geleneksel satanist imajını korudukları da inkâr edilemez. Fakat klasik görünümlerinin arkasında yeryüzündeki dinamikler konusunda yüksek farkındalığa sahip, eskisine göre çok daha politik bir bilincin olması gayet ümit verici.
Ne de olsa fimde de kısaca ifade edilen ilkelerinde tüm canlılara yönelik, mantığa dayalı merhamet ve empatiden söz ediliyor, adalet mücadelesinin yasalar ve kurumlar üstü olduğundan dem vuruluyor. Hareketin yedi ana ilkesi kapsamında insan vücudunun dokunulmazlığı ve her şahsın kendi iradesine tabi olduğu, herkesin özgürlüğüne saygı göstermenin, hatta rencide etme özgürlüğünün de şart olduğu belirtiliyor.
İnançların dünyayı çözmeye yarayan bilimsel anlayışlarla uyuşması gerektiği, bilimsel gerçeklerin hiçbir zaman dinî bir inanca hizmet etmek üzere bükülmemesi gerektiği hatırlatılıyor. İnsanların hata yapabilen varlıklar olduğu, hata yapan kişinin verdiği zararı telafi etmek üzere mümkün olan en yüksek çabayı göstermesinin zarureti ifade ediliyor.
Her bir ilkenin insanın hareketleri ve düşüncesinde asalet uyandırmak üzere belirlendiği, şefkat, bilgelik ve adalet ruhunun, her zaman yazılmış ve dile getirilmiş sözün üstünde olması gerektiği belirtiliyor.
95 dakikalık alışılmış tarzdaki belgesel başlarda fazlasıyla ABD'li bir dinamikle karşı karşıya olduğumuzu hissettirse de zamanla evrensel bir söylemle birleşiyor; dünyayı zapt eden acımasız güçlere karşı seyirciyi birlik olmaya çağırıp Timi Yuro'dan dinlediğimiz tapon Satan Never Sleeps'in (Şeytan Hiç Bir Zaman Uyumaz) dudaklarımızda bıraktığı gülümsemeyle uğurluyor... (MT/PT)