Başarısız olduklarında ya da yolsuzlukları açığa çıktığında, genel bir yaklaşım ve kural olmamakla birlikte Batılı siyasetçiler özür diler ya da istifa ederler.
Bu husus Japonlarda daha katıdır. Benzer durumlar yaşadıklarında intihara başvuran siyasetçilere bile rastlarız.
Ortadoğu ve onun kültür hinterlandındaki siyasetçilerin yaklaşımı ise biraz farklıdır. Özür dileme ya da istifa etme çok nadir yaşanır. İntiharın ise düşüncesi bile yaşanmaz.
Özür dilemek, istifa etmek ya da intihar etmek bir bakıma kendisiyle yüzleşmektir. Ortadoğulu siyasetçi ise yüzleşmekten ziyade yüzsüzlüğü seçer çoğu zaman. Kendisine kara çalındığını iddia ederek koltuğa daha sıkı sarılır.
İlginçtir; sağcısından solcusuna, dincisinden laikine kadar genel bir yaklaşım formudur bu.
Yukarıda değinilen siyasetçi tipolojilerinin böyle kimi bölgesel farklılıklar göstermesinin birçok nedeni sıralanabilir. Ama kültür farkı tüm nedenlerin arasından sıyrılarak öne çıkmaktadır.
Kültür, zihniyettir. Zihniyet, düşüncenin olgunlaşmış halidir. Düşünce ise dil ile birlikte şekillenir.
Saussure , “Dil sistemi ile düşünce ayırt edilemez. Düşüncenin biçimleri de dil ile birlikte kurulur.” der.
Yeni nesiller, doğup büyüdükleri toplumun dilini öğrenerek aynı zamanda onun zihniyetini, kültürünü de öğrenmiş oluyorlar. Sözlerin taşıdığı kodları ve anlamları olduğu gibi alıyor, bilince dönüştürüyorlar. Dolayısıyla bilinci dilin ne çok gerisinde ne de çok ilerisinde aramak gerekiyor. Dilin ötesinde ya da dilin kod ve anlamlarından farklı bir bilinç aksettiği takdirde, bunu başka diller ile olan etkileşimlerden aramak gerekiyor.
Dil ve bilinç arasındaki bu ilişki, siyasetçilerin bölgelere bağlı sergiledikleri tutum farklılıklarına da ayna olabilir.
Örneğin, Batı’daki ve Ortadoğu’daki tanımlamaları kıyaslayabiliriz. Batı’nın “politika” , Ortadoğu’nun ise “siyaset dediği şey, yüzeysel bakıldığında aynı şeylerdir aslında. Yani Batı’nın “politika dediğine, Ortadoğu “siyaset” demektedir.
Bu iki kavramın Batı’daki ve Ortadoğu’daki anlamları üzerinde durabiliriz.
Politika, polisten türetilmiştir ve şehrin idaresi anlamına gelmektedir.
Siyaset ise seyisten türetilmiştir ve seyis at terbiyecisi anlamına gelmektedir.
Yani biri şehri idare ederken, diğeri atları terbiye etmektedir. Bu tanımlamaların karşılığı olan bilinçler tasavvur edildiğinde farkı görmek o kadar zor olmayacaktır.
Peki, seyis attan özür diler mi hiç? Dilemez. Sadece kaşağısını yapar ve arada bir sırtını sıvazlar, binmeye hazır hale getirmek için.
Bu anlatılanlardan, Batılı siyasetçilerin birer ahlak timsali oldukları sonucu çıkarılmamalı. Aksi durumda, kendisi de bir Batılı olan yazar ve edebiyatçı Vaclav Havel, 1989’da cumhurbaşkanı seçildiğinde , “İmkânsızı başarmak, ahlak ve politikayı birleştirmek istiyorum .” deme ihtiyacını duymazdı.
Başarabildi mi acaba? (AB/AS)