Daha çocuk denebilecek yaşlardayken Dîyarbekir suriçindeki evimize epeyce uzak düşen Dağkapıdaki Yenişehir sinemasının önünde hafta sonları “resimli roman” pazarı kurulurdu. Teksas, Tommiks, Zagor, Pekos Bill, Kinova ve daha başka okunmuş, ikinci el kitapların hem değiş tokuşu hem de satışı yapılırdı.
Film izleme seansları öncesindeki bu alışverişin bir ayağı da seyyar el arabalarında satılan Dardağan ve kamış pazarıydı. Dışındaki etli meyvesi yenen dardağanın çekirdeği, içi oyuk ve bir karış uzunluğundaki kamışın içinden birilerine hızla üflenerek atılan bir oyunun pazar malzemesiydi.
Birgün o sinemanın önündeki pazar yerinin girişinde yaşlı birinin sinemanın yazlık bölümüne yüzünü dönmüş vaziyette iki elini açmış halde dua ettiğine tanık olmuş ve hiçbir anlam verememiştim. Durduk yerde ibadet mekanı ya da ziyaretgah olmayan bir sinema mekânına neden dua okunsundu ki!
Uzun yıllar sonra politik bilince kavuşunca, öğrenecektim ki; meğerse 1925 yılında Şêx Saîd Efendi Dağkapı meydanında arkadaşları ile birlikte asıldıktan sonra o yıllar o sinemanın yeri boş bir arsa iken, o arsanın bir köşesine açılan bir çukura, saygısızca gömülmüş Şêx Saîd. Sonra mezarlık ağacı olarak bilinen ve Kürtçe'de adına Dara Tihokê denilen Dardağan Ağacı Şeyhin gömüldüğü yerin yanıbaşında kendiliğinden göğermiş. Bu gerçeği bilenler orayı kimselere ifşa etmeden ziyaretgâh olarak bellemişler.
Cumhuriyet rejimi bilinçli bir politikayla sisteme muhalefet edenlere öyle zulümler reva görmüş ki, sahiden düşmanca! Şêx Saîd Efendi’nin mezar yeri maalesef hâla bilinmiyor.
19 Şubat 1932’de Türkiye’nin 14 şehrinde Halkevleri kurulur. Tahmin edileceği gibi bu şehirlerden biri de o yıllarda henüz Diyarbakır adını almamış olan Dîyarbekir’dir. Şeyhin defnedildiği yerin de arka bahçesi olarak kullanıldığı arsaya tez zamanda kurulur Dîyarbekir Halkevi. Cumhurluğun Türklük üzerinden okumasının sanat, kültür merkezi olur, halkevi. Yıllar sonra 1951’de Halkevleri kapatılınca önce Şehir, sonra Yenişehir Sineması olur Diyarbakır Halkevi binası. Şêx Saîd Efendi’nin gömüldüğü ve yanında dardağan ağacı olan “saklı” mezar yeri, sinemanın yazlık bölümünün film gösterim kulübesinin hemen yanıbaşına denk düşer.
Apê Musa (Anter) anılarında; muhtemelen halkevi binasının yapıldığı yıllarda, hemen yanıbaşında Diyarbakır “Rakı Fabrikası” (tekel içki fabrikası) kurulan yeri işaret ederek “atalarına düşmanlık ve saygısızlık” olarak vurgular.
Yıllar sonra halkevi binasını sinema salonuna dönüştüren ve Şeyhin mezarının olduğu mekânı sinema salonu olarak kullananlar iflah olmaz, iflas ederler.
Sinema el değiştirir, birilerince satın alınır. Yerine otel, iş merkezi yapmak isterler. Halk uyarır, “Şeyhin mezarı ordadır, saygı gösterin, en azından bir ziyaretgâh yapın” derler. Dinletemezler. Satın alanlar bir süre sonra trafik kazası geçirir, bir kaçı ölür. İnşaattan vazgeçer, binayı başkalarına satarlar.
Onlardan da satın alanlar oraya bir özel hastane binası yaparlar. Heyula gibi kocaman bir yapı olur. Son birkaç yıl içinde büyük bir açılışla hizmete sokulan o zincir özel hastane binası birkaç ay önce büyük borçla iflas etti ve kapanmak durumunda kaldı.
Şimdi etrafı sacdan ihata duvarıyla kapatılmış durumda o yapı. Önünden geçen ve mekânın hikâyesini bilenler, çok haklı olarak Şêx Saîd Efendi’nin ahından söz ediyorlar.
Hani sözün başında, cumhuriyetin kodlarından söz ettik ya! 1925 yılının 15 Şubatında başlar Şêx Saîd Kıyamı, 29 Haziran’da Şêx Saidê Kal dara çekilir. Tam 75 yıl sonra yine bir 15 Şubat günü 1999’da Kürtlerin modern çağının lideri Sayın Abdullah Öcalan Kenya’dan Türkiye’ye elleri bağlı, gözleri bantlı bir tutsak olarak getirilir. 29 Haziran’da Öcalan’ın idam hükmü kesilir. Yine bir başka Şubat günü 19 Şubatta Diyarbekir Halkevi kurulur.
Velhasılı kelam, dardağan ağacının çekirdeğinin dışkabuğu, meyvesi buruk ve kekremsi bir tat bırakır ağızda, insan tekinin damağını buruşturur çok yendiğinde. Mezar yerlerinde kendiliğinden ve “burada mezar var” dercesine göğerir Dara Tihokê…
Daha birkaç gün önce Dağkapı Meydanından geçerken etrafı kuşatılmış; geleni-gideni, gireni-çıkanı olmayan viran olası binayı seyreylerken bir film şeridi gibi Şeyhin serencamını, mezar yerini, yanıbaşında ve şimdi olmayan dardağan ağacını düşündüm. Dar Ağacını, Dardağanı, yemişini, çekirdeğini ve kamışını düşündüm. Çocuk nefesimle kamışın borusundan üfürdüğüm dardağan çekirdeğinin hıncıyla ve hızla yazdım. Hem de bir yıl önce 9 Ocak’ta Paris’te katledilen üç Kürt kadınının, üç kök hercai menekşenin anıldığı günde…(ŞD/NV)