Şair boşuna dökmemiş yüreğinden damıttıklarını;
"İnsanlarım / ah benim insanlarım / yalanla besliyorlar sizi / hâlbuki açsınız / etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız..."
Tekel işçilerinin muktedire karşı direnişi iki ayını tamamlamak üzere. İşçiler hak mücadelesi veriyor da, muhatabın umurunda mı? Malumun ilamı gibi, değil elbette. Tehdit ediliyor iktidar tarafından işçi sınıfı. "Size ay sonuna kadar mühlet, bırakmazsanız müdahale edilecek".
Size bugün, gündem dışı bir hikâye anlatacağım, dersi ne ola ki! Diye sormayın orası size kalmış.
Vakti zamanında bir köyde...
Vakti zamanın birinde bir köyde kerameti kendinden menkul bir "şeyh" yaşarmış. Bayağı da itibar sahibiymiş. Derdi olan, kerameti dilden dile yayılan "şeyh"e koşarmış.
Hasbelkader arada bir umar bulan da keramet sahibi "şeyh"in maharetini anlatır dururmuş. Hani "Şeyh uçmaz mürit uçurur" kabilinden.
"Şeyh"in bir de genç yardımcısı varmış. Çocukluktan beri yanındaymış ve "Şeyh" ona adeta "el" vermiş. Günün birinde genç mürit destur istemek üzere "şeyh"inin huzuruna çıkmış.
"Bana izin ver. Artık memleketime döneyim şeyhim. Hayatımın bundan sonraki kısmında sizden öğrendiklerimle ben de hayatımı sürdüreyim. Eğer münasip görürseniz bir miktar da para verin de boş gitmeyeyim" demiş.
"Destur senin ama...."
"Şeyh" bu, almaya muktedir de, vermeye zor. "Evlat" demiş, "Destur senin, gidebilirsin. Ama sana verecek dünyalık, maalesef yok. Ahırda bir eşek var. Bin üzerine mutfaktan da biraz yolluk hazırlasınlar. Yolun ve kısmetin açık, hakkım helal olsun" demiş.
Genç mürit pek de sesini çıkarmadan yola revan olmuş. Epeyce eşeğin üzerinde yol almış, uzaktan gözüken ve bir miktar dinlenmeyi düşündüğü bir köye varmak üzereyken eşeği oracıkta ruhunu teslim etmiş.
Eşek oldu babası...
Büyük bir çukur kazıp eşeği gömüp üzerine de koca bir kümbet şeklinde mezar görüntüsü düzenlemiş. Sonra da feryadı figanla en yüksek sesiyle ah vah edip bağırmaya, inlemeye, ağlamaya başlamış.
Tarlada bahçede çalışan köylüler duydukları ses üzerine yetişmiş ve derdine ortak olmak için "Hayırdır niye ağlıyorsun. Bu yükseltinin altındaki de ne?" diye sormuşlar.
"Hiç sormayın. Ne siz sorun ne ben söyleyim. Bu mezarın altında yatan benim babamdı. Ünlü bir şeyhti. Bir seyahatten dönüp memlekete gidiyorduk.
Vasiyeti vardı. 'Öldüğüm yerde defnedin' demişti. Ben de öyle yaptım. Ona ağlıyor ve son görevimi yapıyorum. Birazdan yola düşer giderim. Artık babam size emanet."
"Senin yerin de artık bu köydür"
Toplanmış köylüler başına, "Aman etme eyleme, madem bu kadar muhterem bir zatın evladısın! Hazır onu da köyümüzün girişine defnetmişsin. Mümkün değil seni bırakmayız. Bu bize bir ihsandır. Senin yerin de artık bu köydür."
Genç mürit dünden razı. Biraz naza çekse de "tamam o halde" demiş. Sonra genç "şeyh"e köyde bir ev yapmışlar. Ve genç "şeyh"in ünü giderek yayılmış. Ünü yayıldıkça dünyalığı da giderek çoğalmış.
Epey bir zaman sonra genç "şeyh"in ününü duyan eski "şeyh"i hele bir ziyaret edip bakalım kimdir bu, neyin nesidir, nerden gelmiştir deyip haber yollamış. Buyursun gelsin demiş.
Geleceği gün de köylülere kuzular kestirip, kazanlarla pilavlar hazırlatıp "eksik kusur olmasın misafirimize karşı mahcup olmayalım " diyedurmuş.
Eski Şeyh, yeni Şeyh bir arada...
Şeyh köye varıp da karşısında eski yardımcısını görünce bozuntuya vermemiş ve münasip bir anında sormuş can alıcı soruyu: "Hayrola, nasıl oldu bu iş". Anlatmış, "Valla mesele böyle iken böyle. İşte senin verdiğin cılız eşeğin kerameti bu" demiş. Şeyh basmış kahkahayı "Merak etme evlat. Yıllar evvel ben de o cılız eşeğin babası ölünce aynısını yapmıştım."
Kıssadan hisse; şair emeğiyle hayata tutunmaya çalışanlara:
"Bu dünya öküzün boynuzunda değil / bu dünya ellerinizin üstünde duruyor" demiş ya!
Size dünyanızı dar edeceğiz diyenlere inat edin. Onların dünyalarını başlarına yıkmak sizin birliğinize bağlı.
Ha gayret... (ŞD/EÖ)