Eğlence sektörü olduğu söylense de sinema, edebiyat ve sanat gibi bizlere başka dünyalar olduğunu anlatan, kendimizle yüzleşmeye çağıran bir sanat dalıdır.
Farkında olsak da olmasak da içinde yaşadığımız kültürle, öğretilerle, siyasal ve sosyal yaşamımızla ilgili davranışlarımızı, düşüncelerimizi etkiler. Çoğu kez hayal dünyasına sürükler. Çoğu kez yaşadığımız, bizi kuşatan ideolojik öğretileri gerçekmiş gibi içselleştirmemize yardım eder. Toplumu ve insanı değiştirip dönüştürür.
2015 yılında Kabir Khan’ın senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı Sevginin Gücü (Bajrangi Bhaijaan) filmi de bunlardan biri.
İzleyenleriniz çoktur. Hikaye, Pakistanlı, konuşamayan Shahida (Harshaali Malhotra) adlı küçük kızın annesi ile tedavi için geldikleri Hindistan’da kaybolmasıyla başlar. Giyimi, davranışları ve alışkanlıklarından müslüman olduğunu anlarız. Erkek kahraman Pavan (Salman Khan), yüreği sevgi dolu, kalıcı bir işi olmayan, güçlü kuvvetli, kimseyi incitmek istemeyen, Hintli bir gençtir.
Kalabalık içinde bulduğu küçük kızı karakola götürse de yardım edemezler. Pakistan’a göndermek istediğinde teslim ettiği tur şirketi küçük kızı kötü niyetli kişilere satar. Zorunluluktan kıza sahip çıkar. Günler geçer. Pavan’ın Shahida’yı Pakistan’a götürmekten başka bir çaresi kalmaz. Ancak iki ülke arasındaki savaş durumu, dini temele dayanan düşmanlık nedeniyle vize de alamaz.
Böylece küçük kızı Pakistan’a kaçak yolla götürme yolculuğu başlar. Maceradan maceraya koşarken, bir zamanlar aynı tarihi, aynı kültürü paylaşan bu iki ülke halkının politik nedenlerle nasıl düşman kalplara bölündüğünü, ön yargıların ırkçı ve dinsel söylemlerin insanları nasıl değiştirdiğini izleriz.
Türkiye Pakistan kardeş mi?
Filmi yıllar sonra yeniden anımsamama neden olan bir iki hafta önce haberlerde geçen aşağı yukarı; “IŞID ile Türkiye birbirine yabancı değil” gibi bir cümle oldu. Cümleyi tam olarak anımsayamasam da İslami bir örgüt IŞID ile Türkiye devletinin aynı cümlede kullanılmasından öte, siyasi bir ilişki kurulması mı rahatsız etti, yoksa Asya’daki müslüman ülkeleri “Türk” devleti olarak kabul eden söylemler mi bilmiyorum.
Ama devletler arasındaki kardeşlikle, halklar arasındaki kardeşliğin aynı olmadığını biliyorum. Devletlerin kardeşliği savaşa gebe siyasal, çıkar ilişkilerine dayanır, halkların kardeşliği dayanışmaya, ortak insani değerlere. Siyasilerin militarist, ırkçı, nefret söylemi üzerine kurulan söylemleri olmasa halklar dostluk ve kardeşlik içinde yaşamaya devam ederler. Ne dini düşünceleri ne farklı dil kullanmaları ne de ten renkleri düşmanlık yaratır. Ancak bu dostluk ve kardeşliğin yıkılmasını isteyen “devlet” leri devlet yapan iktidar ilişkileridir.
Hindistan - Pakistan bölünmesi
Politikacılarla bolca tartışılsa da İkinci Paylaşım Savaşı’nda Türkiye savaşa katılmayarak yıkımdan kurtulmuştu. Ama Hindistan bizim gibi şanslı bir ülke değildi. Bağımsızlık savaşı verirken, İkinci Paylaşım Savaşı sonunda ülke bütünlüğünü yitirdi. Hindistan’ın bağımsızlığı için çalışan Muhammed Ali Cinnah son anda karar değiştirdi. Hindistan Müslüman Birliği ve Pakistan’ın kurucusu oldu. Hindistan ve Pakistan birbirinden ayrıldı. Muhammed Ali Cinnah Pakistan’ınilk devlet başkanı olarak tarihe geçti.
Ne yazık ki bu bölünme Pakistan ile Hindistan arasında barış sağlamadı. Pakistan Cumhuriyeti demokrasi ile yönetilen bir ülke yerine, radikal dini örgütlerin savaş alanı oldu. Üçe bölünen Pakistan’ın bir bölümü Çin devleti, bir bölümü Hindistan toprakları içinde kaldı.
İngiliz Milletler Topluluğu üyesi Hindistan, kuruluşundan bugüne Pakistan ile 1947, 1965, 1971, 1999 yıllarında olmak üzere 4 kez savaştı. Bu savaşlarda binlerce kişi hayatını kaybetti. İki ülke arasındaki çekişmeler ekonomik, sosyal ve kültürel sorunu her seferinde daha da büyüttü. 2000 yılından sonra yaşanan kanlı olaylar günümüzde de devam etmekte ve binlerce insan ölmektedir. Bombalı saldırılardan, baskınlardan IŞID sorumlu tutulmaktadır. Pakistan’ın ihracat ve ithalat yaptığı sınırların IŞID’ın elinde olduğu ve yüksek vergiler aldığı bilinmektedir.
Gençleri asker olarak başka ülkelere göndermek kaderimiz mi?
Türkiye, ikinci paylaşım savaşında sınırlarını savaşa kapalı tutmayı başaran birkaç ülkeden biri. “Yurtta barış, dünyada barış” bizim deyişimiz. Komşu devletlerle barış içinde yaşamak bizim politikamız.
Ancak son yıllarda tüm bu “barış” söylemlerinin yerini, müslüman devletlerle “kardeşlik” aldı. Neredeyse başta Asya olmak üzere tüm müslüman ülkeler “kardeş” oldu. Ve “kardeşlik” düşmanlığa dönüşünce gene “kardeş”likten bahsedildi. Suriye, Irak, Libya, Mısır vb ülkelerle yaşanan krizler, ülkelerin iç işlerine karışma kardeşliğin yerini aldı.
Anımsarsak, NATO üyesi olmamız haritada yerini bile bilmediğimiz KORE’de yüzlerce gencimizin ölmesini engellemedi. Günümüzde de hangi ülkelerde ne kadar askerimiz var, ne kadar gencimiz savaşta ölüyor sorusunun yanıtı gizli. Silah sanayisine yapılan yatırım yeni savaş alanları yaratmaya zemin hazırlarken gençleri “kahraman” söylemiyle ölüme alıştırıyor. “Şehit” söylemi ile gelişen militarist politikayı kadermiş gibi gösteriyor.
Son yıllarda ülkemiz mülteciler ve göçmenlere ev sahipliği yapıyor. Afganlar ve Pakistanlılar da umudu ülkemizde arıyor. Çoğu Türkiye’yi batıya açılan kapı olarak görse de. Umutlar yerini kine, öfkeye ve düşmanlığa bırakıyor.
İnsan sormadan edemiyor:Yarın ne olacak?
NATO askerleri Pakistan’dan çekilmeye hazırlanırken, Türk askeri NATO’nun bıraktığı yeri alırsa Pakistan’la hala kardeş mi kalacağız? IŞID amacı ve görevleri bakımından “terör” örgütü sayılırken Türk devleti kardeş örgüt mü kabul edecek? IŞID ile mi savaşacağız?
Hala umut var
Bütün bu anımsamalar ve düşüncelerle boğuşurken, Sevginin Gücü filminde Pavan ile Shahida’nın hikayesine anımsamak güzeldi. Hikayeye Hindistan ve Pakistan arasındaki düşmanlığa karşın haber peşinde koşan bir gazeteci de eklendi. Böylece yolculuk televizyon ekranlarına taşındı. Pavan ve Shaida’nın yaşadıklarını halk adım adım televizyondan izliyordu.
Düşmanlık üzerindeki sis perdesi kalkmış, insanlar yaşananları tartışmaya başlamıştı. İnsanlar eski günleri, nenelerinin, dedelerinin zamanını hatırlıyordu. Çocukluk anıları, sokak anıları, eski sevdalar bir bir ortaya çıkarken, savaşın ve düşmanlığın anlamsızlığı sorgulanıyordu. Ortak dostlukları, kapı komşularıyla paylaşılan bir tabak yemeği, gençlik arkadaşlarını, kaybolan sevdaları dillendiriyorlardı.
Değişim ve dönüşüm, halkın gücünü kullanma zamanıydı. İki ülke politikacıları yaşananları “casus, komplo teorisi” söylemiyle askeri bir soruna dönüştürse de geri adım atmak zorunda kaldılar.
Böylece Sevginin Gücü, tüm engellere karşı dostluk ve kardeşliğin önemini gösterirken, hala umut olduğunu anımsadım. Halkın dostluk ve barış isteğinin her türlü düşmanlıktan kuvvetli olduğunu anımsadım.
Umarım Türkiye ile Pakistan kardeşliği, “yurtta barış dünyada barış” ilkesini yeniden anımsar ve bizim olmayan bir savaşın içinde yer almayız.
(SGK/EMK)