Michelangelo, Rönesans’ın en büyük sanatçılarından birisidir. Üstelik, hem olağanüstü bir heykeltıraş, hem çok iyi bir ressam, hem usta bir mimar, hem de iyi bir şairdir. Bütün bu yetenekleri arasında bütün dünya onu daha çok, her biri ölümsüz mermer şaheserleri olan heykellerinden tanır.
Latince bir kelime olan Pieta mutlak aşk ve mutlak doğruluk anlamına gelmekle birlikte sanat tarihinde başka bir anlam taşır. Kucağında çarmıhtan indirilmiş İsa bulunan Meryem heykeline verilen addır Pieta.
Benzerlerinden kesinlikle ayrılan üstün üslubu ile Michelangelo’nun dört Pieta’sı bulunmaktadır. Meryem’in çehresindeki dokunaklı şefkat, İsa’nın çektiği acının ve ölümün izlerini taşımayan yüzünün ve bedeninin güzelliğinden taşan gizemli duyguya taklitleri asla ulaşamamıştır.
İşte bu heykellerin tarihi boyunca yalnızca biri, bir tek defa Papa’nın özel izni ile Roma’daki Saint Pierre Kilisesi’ndeki kurşun geçirmez cam muhafazasından dışarıya çıkarılarak denizleri aşar ve Yeni Dünya’nın sanat başkentine gelir. Yıl 1964’tür ve heykel New York Evrensel Sergisi Vatikan Pavyonu’nda sergilenmeye başlar. Serginin anısı için yapılacak plak kapağına Pieta’nın fotoğrafının konmasına karar verilir.
Mutlak bir aşk ve 5 bin fotoğraf
Fotoğraf çekme işi de aynı zamanda bir müzikçi olan Robert Hupka’ya verilir. Hupka böylece “Mutlak bir aşk”a tutulur ve heykelin 1,5 yıl boyunca fotoğraflarını çeker. “Ta ki, heykeli İtalya’ya geri götüren gemi gözden kayboluncaya kadar” sayısız kere denklanşöre basar Hupka ve ortaya 5 bin fotoğraf çıkar.
Paris Sorbonne Üniversitesi’nde sergilenen bu 5 bin fotoğraf, heykelin aslını gezen ziyaretçilerin hiçbir zaman göremeyecekleri açılardan da çekilmiştir.
İnsan bunları duyunca, bir heykelin 5 bin fotoğrafının çekilmesi fikri ve bunun hayata geçirilmesi karşısında hayrete düşüyor. Gidip Roma’daki Saint Pierre Kilisesi’ndeki Pieta’ya saatlerce bakmak, sonra da hemen ilk uçakla soluğu Sorbonne’da almak hayalini kuruyor. Bunu yapabilecek insan sayısı herhalde çok azdır. Ama belki çok yakınımızda olan başka bir şeyin 5 bin fotoğrafını çekmeyi deneyebiliriz.
Mesela bir sevgilinin..
Mutlaka elinize bir fotoğraf makinesi alıp da 5 bin kez deklanşörün üzerine parmağınızı basmanız gerekmiyor. Perdenin açılıp, filmin emüsyonunun ışıklanması ve sonra banyo edilip de bir kağıda basılması da değil düşündüğüm.
Beyninizin içinde bir makine
Beyninizin içinde hayali bir makine oluşturmaktan bahsediyorum. Onunla önce gülümsemesini çekersiniz sevgilinizin. Öyle çok fazla uzaklara giderek de çekmeyin bu fotoğrafı; yaklaşın yaklaşın ve yalnızca uçları kıvrılmış bir dudak çekin mesela. Sonra onu sırt üstü yatırıp çenesinin altından bir kısım gökyüzünü de görerek küçük bir tepecik oluşturan bir alt dudak fotoğrafı çekin. O durduğunuz yerden dudağın gülümsemelerde, somurtmalarda ve ağlamalarda nasıl farklı kıvrımlar aldığını keşfedin misal.
En çok ellerini mi seviyorsunuz? Koltukta otururken ellerini kavuşturduğunda oluşan o muhteşem simetriyi fotoğraflayın. Dizinin üzerinden aşağıya sarkan parmaklarını zihinsel albümünüzün bir köşesine yerleştiriverin.
Banyodan çıktığında hafif kızarmış topuklarının üstünde kalan incecik (veya kalın) ayak bileklerinin fotoğrafını çekin. Yandan, tam arkadan, tam önden.
Burnunu çekin sonra, kulaklarını, memelerini, kollarını..
Onun bir çocuk emzirmiş olsun veya olmasın memelerini çekin. O sizin nasırlı ellerinizi çeksin çalışırken. Daha lavaboda kirleri akıtılmamış, üzerinde günün yorgunluğu olan parmaklarınızı çeksin.
Aynı fotoğrafları yemyeşil çimenler üzerinde çekin, sonra sonbaharda kurumuş yaprakların üzerinde belki. Sımsıcak ve gözlerden ırak bir deniz kıyısında altın rengi kumların üzerine sabah güneşinin ilk ışıkları düştüğünde çekin. Veya gölgelerin en uzun olduğu akşamüstü saatlerinde, içkiden hemen önce.
Işığı iyi kullanın. Fotoğraf çekmek ışığı da iyi kullanmayı gerektirir, çerçevelemek kadar. Mum ışığı bence ışıkların en güzelidir. Hiç durmadan değişen oyunlar oynar size ve mekanı hep daha değişik kılar.
Çok mu saçma geliyor bunları yapmak?
Peki o zaman 500 tane
Peki fotoğraf nasıl çekilir? Giderek fiyatı film fiyatına düşen makinelerle hatıra olsun diye çekilen uzak ve kötü şeyler midir fotoğraf? Adam bir heykelin 1,5 yılda beş bin fotoğrafını çekerken, siz 15 yıldır beraber olduğunuz insanın çekecek 5 bin fotoğrafını bulamıyor musunuz? Yoksa sevdiğiniz insanın bir Pieta kadar çok resminin çekilemeyeceğini mi düşünüyorsunuz?
Peki o zaman 500 tane çekin.
Ama her akşam televizyonun karşısına geçip bezmek. Haftada bir aklınıza geldiğinde 15 dakika süren zoraki sevişmeler. Dağınık yataklardan fırlanılararak gidilen işlerden vakit ayırmak çok mu zor? Reality Show saçmalıklarında toplumsal röntgenlere yatmak daha mı akıllıca? Sevdiğiniz şeylere zaman ayıramazsanız ne fotoğraf çekebilirsiniz ne de yaşayabilirsiniz.
Yaşarsınız da, o öyle bir yaşamak olur işte. Yani Michelangelo’nun Rönesans şaheserini görmek için Roma’ya gidip, Saint Pierre Kilisesi’nde Pieta’nın önünden şöyle bir geçivermek gibi yaşarsınız. Emin olun bundan hiçbir şey anlaşılmaz.
Pieta’yı sevmeyebilirsiniz. Heykel sizin tarzınız değildir. Resim kültürü almamışsınızdır, hoşlanmak zorunda da değilsinizdir. Her gün önünden geçtiğiniz binaların bir mimari gülücük göndermesi de böyle bir koşuşturma içinde umrunuzda olmayabilir. Opera, zaten anlaşılır bir şey değildir ama o zaman bunların hiçbirini sevmeyip yalnızca bir tek insanı mı seviyorsunuz?
Onu gerçekten seviyor musunuz? Yoksa o insanı sevmiyor da, seviyor gibi mi yapıyorsunuz? Geçen yıllardan sonra seviyor gibi bile yapmıyor musunuz?
Peki o zaman niye en azından birkaç yüz fotoğrafını çekmeyi isteyeceğiniz birini aramıyorsunuz? (EG/TK)