Kate'i kaybettik! Nasıl, ne zaman, demeye kalmadan 6 Eylül Çarşamba günü Paris'te kalpten gittiğini öğreniyorum.
14 Eylül Kate'in doğum günü. Sophie (Keir) ile ortak yaş günlerini kutlamak için Paris'te olduklarını okumuştum bir yerde ama Sophie'nin doğum tarihini bilmiyorum.
Paris'te, Simon de Beauvoir Araştırma Merkezi'nde yapılacak işleri varmış. Son yıllarda art arda geçirdiği ciddi hastalıklara ve artık yürüteç kullanmak zorunda olmasına rağmen Kate ruhen hiç yaşlanmadı. Ayrıca ona daima kol kanat geren Sophie'yle neredeyse içtikleri su ayrı gitmedi son yıllarda.
1979'da Şah'ın devrilmesinin ardından İranlı kadınlarla dayanışmak için İran'a birlikte gittiler. Kadınlar için, kadınların katkısıyla bir sanat kolonisi kurarken de beraberdiler. Kate 4 dönümlük bir arazi almaya niyetliyken dayanamayıp 30 dönüm satın almış, 14 yıldır sürülmemiş, böğürtlen çalıları, mor devedikenleri ve sapsarı kır çiçekleriyle örtülü kıraç bir toprakla yüzyüze kalmıştı. Ziraat konusunda zırcahil olup her şeyi kitaplardan öğrenmeye çalışıyordu! Ancak o da, bu davaya gönül veren öteki kadınlar da son derecede azimliydi. Ahırlardan stüdyolar ve yaşam alanları yaratma, günde 12 saat dur durak bilmeden ağır koşullarda çalışma.
Derken bir akşam Sophie, "Buna bir son vermeliyiz," diyor. "Toprağı canlandırdık, makul bir düzenle çalışmanın zamanı. Bundan sonra günde beş saat çiftlik işleriyle uğraşılacak, geri kalan yedi saati herkes kendi sanatsal çalışmalarına ayıracak."
Kate bu öneriyi önce şüpheyle karşıladığını ama sonra üç yıl mükemmel yürüdüğünü söylüyor. Sophie ile dalgalı bir ilişki yaşıyorlar. Sita'nın intiharından sonra yıkılan Kate, büyük ölçüde Sophie'nin şefkati ve sevgisiyle yeniden kendine geliyor.
23 Haziran 1998, The Guardian, Kate Millett Kitaplarımın baskısı tükendi, Cinsel Politika'nınki bile. Annemin hayatı, "Mother Millett"i basacak yayınevi bulamıyorum. Bir yandan da iş arıyorum. Başlangıçta akademik yetkililer davetkâr ve nazikti; aslında varlıklı olduğumu, bu işi keyif için istediğimi sanmışlardı. Azıcık utanarak bana günümüzün kölelik ücretini teklif ettiler. "Sizi aramızda görmeyi ne kadar istesek de ödeneklerimiz kısıtlı." Şöhretli biri olarak değil, yıllarca ders vermiş, Columbia'daki doktorasıyla dikkatleri çekmiş, yayımlanmış sekiz kitabıyla kıdemli bir öğretim üyesi. Beni arayacaklarını söyleseler de, arayan soran olmadı hiç. İş bulamayacağımı kavramaya başlıyorum. Para kazanamayacağım. Poughkeepsie'nin dondurucu soğuğunda tek tek Noel ağacı satmaktan başka seçenek yok. Geçen sonbahar Feminist Press, 12 aylık bir bekletmeden sonra Cinsel Politika'nın yeniden basımı için 500 dolar önerdi, dahası 2000'den önce basamayacaklarmış, zira genç ve popüler kadın araştırmacılardan şatafatlı önsözler yazmalarını isteyecekler. Temsilcim de, ben de bu teklifi memnuniyetle reddettik, sonraki 1000 dolarlığı da. Yayınevleri kitabı yeniden basmayı reddederken, bir antolojide uzun bir alıntıyla Cinsel Politika Doubleday'in yüz yıl içinde yayımlamış olduğu en önemli on kitaptan biri ilan ediliyor. Geçenlerde bir kitapta, "Feminizmi kim çaldı?" diye bir soru atıldı ortaya. İnanın ben çalmadım! Ne Ti-Grace Atkinson, ne de Jill Johnston. Hepimizin kitapları çoktan tükenmiş. Birbirimize pek bir yararımız olmadı. Güven sağlayacak sağlam bir birliktelik oluşturamadık. Bizim kuşaktan bazı kadınlar kendi başlarına mücadele ederken unutulmaya terk edildi. Ya da Shula Firestone gibi akıl hastanelerinde kayboldu... Bazılarını hayal kırıklıkları ölüme sürükledi: Maria del Drago canına kıymayı seçti. Ellen Frankfurt ve ilk feminist edebiyat dergisi Aphra' nın kurucusu Elizabeth Fischer da. Elizabeth'le Greenwich Village'da eski bir hippi kahvesinde karşılaşırdık. Tımarhane Yolculuğu'nun bazı kasvetli bölümlerini yazarken, evin mahrem ortamında intihar düşüncesine kapılmayayım diye insanların arasına karışırdım. Elizabeth de bir ömür boyu emek verdiği kitabını bitirmişti ancak yayımcı bulamıyordu. Piyasa "kadın çalışmaları" uzmanlarıyla dolup taşmaktaydı. İkindi vakti bir şeyler atıştırarak gevezelik eder, dertlerimizi özenle birbirimizden gizlerdik. O zamanlar feministler birbirine açılmazdı. Her birimiz yalnızlığından ve başarısızlığından kendini sorumlu tutardı. Bilinç yükseltme grupları yoktu artık, dostlar da yoktu. New York konuksever bir kent değildir. Elizabeth artık hayatta değil, onun hikâyesini anlatmak için yaşamam gerekiyor. Bir sonraki kuşağa kadınların kurtuluşu için verilen uzun mücadeleyi, tarihle, Amerika'yla, sansürle ilgili bazı şeyleri öğrenmelerini istediğim için onlara bunu anlatacağımı umuyorum. Ayrıca toplumsal değişimin kolayca gerçekleşmediğini, öncülerin ağır bedeller ödediğini, yalnızlığa mahkûm olduklarını ve nelere mal olduğunu bilmeden ardıllarının hazıra konmalarını. Kadınlar neden kendi tarihlerini önemsemekte bu denli isteksizler. Hangi gizli utanç bizi duygusuzlaştırıyor? Yaşlılığa karşı birbirimize destek olacak dayanışmayı niye sağlayamadık? Ve artık kuşaklar arasında birbirini anlamakta büyük bir boşluk var, süreklilik ve yoldaşlık duygusunu büyük ölçüde kaybettik. |
Kate Millett, 8 -18 Kasım 1998'de Metis Yayınevi'nin davetlisi olarak İstanbul'daydı. Yukardaki yazıyı o gittikten bir süre sonra gördüm, çok dokundu bana. İstanbul'dayken ülkesinde maruz kaldığı bu ilgisizlik ve duyarsızlıktan hiç söz etmemişti. Belki de vakit olmamıştı.
Yaklaşık bir yıl sonra onunla Bowery'deki evinde buluştuğumuzda, İstanbul günlerini ve "my feminist Turkish sisters" dediği Türkiyeli feministleri özlemle yad etti. İstanbul buluşmasının onun için bir sürpriz olduğunu, gerek Kitap Fuarı'nda gerekse birlikte bulunduğumuz çeşitli ortamlarda kadınlı erkekli bu kadar çok insanın kendisini tanıyor ve kitaplarını biliyor olmasına şaşırdığı ve sevindiğini söyledi.
Güzel günlerdi, 295 Bowery'nin mutenalaştırma projesi kapsamında yıkılacağı söyleniyordu ama Kate bir yandan evini kurtarabilmek için şehir meclisiyle mücadele ederken, öte yandan İç Savaş sırasında zorla çalıştırılıp kurtuluşu intiharda bulan genç fahişelerin ruhunun onu esirgeyeceğine inanıyordu! İkiz Kuleler yerli yerindeydi. Kate'in dairesinin penceresinden bütün ihtişamıyla Empire State binası görünüyordu. Ufuk kararmamıştı henüz... (BE/ÇT)