Sevgili Füsun,
Ben seni ismen tanırım. Bir de fotoğraflarını gördüm. Senin beni bilip bilmediğini bilmiyorum. bianet ailesinden hissederim kendimi. Elimden geldikçe yazarım, bazen bir haber, bir durum “pes yani!” dedirtir, elimden gelmeyecekse bile getirir, sabah kanlı gözlerle işe gider ama yazarım. Birkaç okurum var, beni yalnız bırakmayan. Sağ olsunlar, maille, mesajla ulaşırlar bana. Bazen iç dökerler, bazen “teşekkür”, bazen “tebrik” ederler. Sen öğrenciyken nasıldın bilmiyorum ama ben çalışkan bir çocuktum. Sabahları kalkıp ansiklopedi okuyacak türden. Şimdi hiç birini hatırlamasam da bir sürü “en” ve bir sürü “ilk” ile doldurmuştum beynimi. “Zehir gibi” tanımlamasına uymak, öğretmenlerimden bir “aferin” koparmak beni hep mutlu etmişti. Sanırım kendime “yazar” demeye çekinsem de bianet’in yazarlar listesi altında adımın bulunması ve de beni okuyup bir “merhaba” ya da “eline, kalemine sağlık” denilmesinin beni bu denli mutlu etmesi bundan. Halen biri başımı sıvazlayıp “aferin” desin istiyorum belki de.
Uzatmayayım,
Bildiğin üzere bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Her kadının söyleyecek bir sözü var bugün. Olmalı ya da. Baskıdan, şiddetten, tacizden, tecavüzden bahsedecek kadınlar. Ben senden bahsetmek istedim. Seni selamlamak istedim bu 8 Mart’ta.
Çünkü içimdeki ses senin de benim gibi olduğunu söylüyor. Senin de hep baharı beklediğini, cemreleri takip ettiğini hatta. Bilirsin üçüncü cemre yeni düştü daha, toprağa. Bahar kapıda.
İçimdeki ses senin de “bunu yazmam gerek” dediğini, yazmayınca içini böcek gibi bir şeylerin kemirdiğini ve onlar seni bitirmeden yazıyı bitirmek istediğini söylüyor.
Ve dahası, senin de benim gibi seni okuyan birinden bir “kelime” görünce heyecanlandığını, mutlandığını hissediyorum.
Sevgili Füsun,
“görülmüştür” mektuplarını hep hüzünle okuyorum. Benim yazılarımı Haluk Kalafat görüyor ilk. Senin yazılarını ilk kim görüyor bilmiyorum. Benim yazılarım bazen düzenleniyor yeniden. Ama üzeri çizilmiyor, senin yazılarını çiziyorlar mı hapishanede, bunu da bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ama; eğer mektuplarını dikkatle okuyan biri varsa sayende epeyce görgü, bilgi sahibi olmuştur bu zaman içinde. Belki daha iyi bir insan bile olmuştur, ne dersin?
Füsun, son yazılarından birinde şöyle demişsin;
“İnsan hapishanede olunca, böyle anlarda ilk işi demir parmaklıkları, beton duvarları aşarak firar etmek oluyor... Kâh anılarda dolaşıp, yaşayarak biriktirdiğiniz güzellikler bir bir dokunup, an'ları yeniden yaşıyorsunuz... Kâh geleceğe dair uslanmaz, güzel düşler kuruyorsunuz... Sonrası mı? Garip bir boşluk ve mavi bir hüzün...”
İstedim ki bu kadınlar gününde firar et gene. Bu kez mavi bir hüzünle son bulmasın ama günün. “Seni okuyan, seni dinleyen, seni anlayan başka kadınlar var” diyebil. Parmaklıklar ardından uzattığın kelimelerin kelebeklerle, martılarla, güvercinlerle ulaşıyor bizlere. Hüzünlerin, özlemlerin, küçük sevinçlerin, umutların ile birlikte.
Başta da yazdımdı belki görsem tanımam seni. Ama okurum yazdıklarını. Sen beni hiç tanımazsın. Belki okumazsın da. Önemli değil. Benim 8 Mart’ımın kahramanı sensin.
Sadece kelimeleriyle tanıdığım Füsun, şimdi gözümün önünde bir bahar günü, uçsuz bucaksız bir erik bahçesinde sevdiği ile birlikte. Dilerim, o günler yakındır.
Kadınlar Günün Kutlu olsun Füsun. Seninle birlikte tüm kadınların.
İçtenlik ve umutla…
Bir okurun. (SK/HK)