Sevgi, varoluşun belki de en derin, en karmaşık ve en temel duygusu. İnsanın kendini ve başkalarını anlama, kabul etme, bağlanma biçimlerinden biri olarak algılansa da sevgi, sadece kişiler arası bir bağ değil, aynı zamanda varlıkla kurduğu temel bir ilişki biçimidir. Peki, sevgi nedir? Ben kedilerimi nasıl böyle delicesine sevebiliyorum? Dahası onları sevmek, sadece onlarla sınırlı kalmıyor; tüm canlılara olan sevgimi büyüten, derinleştiren ve kalbimde sınırsız yer açan bir güce dönüşüyor.
Bu bağ ve sevgi hâli, karşılık beklemeyen bir sorumluluk duygusuyla başlayan, sonrasında beni şifalandıran ve onları da iyileştirdiğim bir yolculuk oldu. Her anında sorumluluk almayı öğrendiğim bu süreç beni daha iyi bir insan yaparken, evrimleştirip çoğaltan bir deneyime dönüştü. Çocuklarım Çiko, Miço, Balım ve Salem ile olan maceram biraz meşakkatli bir süreç aslında.
Çiko’m 10 yıl önce bahçemde iki kardeşiyle beraber dünyaya gelen; aksi, huysuz ama içinde kocaman bir sevgi taşıyan bir can. Cahiliye dönemimde, ne kadar bencilce bir şey yaptığımı bilmeden, Çiko’yu kardeşlerinden ayırarak eve aldım, çünkü diğerlerinden daha ponçikti. O zamanlar pencerede birbirlerini görüp ağlarken duygusal bir bağ kuramıyordum; o anları kayıtsızca yaşadığımı deneyim kazandıkça farketmiştim. Kardeşlerden birine maalesef araba çarpmış ve kaybetmiştik, diğerini de güvendiğimiz bir tanıdığa vermiştik. Bugün geriye dönüp bakınca, nasıl yapabildiğimi sorguladığım ve asla hatırlamak istemediğim bir dönem. Ama o bencil ve hatalı başlangıç, Çiko’nun aslında hayatını kurtardığım ve tüm canlara duyduğum sorumluluğu, sevgiyi daha derinden anlamamı sağlayan bir deneyim oldu.
Mücadele
Evde tek başına olması gerekirken, üzerine üç yeni kedi daha eklendi ve bu da onun hayatını daha stresli hâle getirdi. O, benim ilk evladım, ilk tecrübem. Maalesef idrar yolları hassas olduğu için iki defa büyük operasyon geçirdi. İki haftada bir sonda yapıyorum, megakolon nedeniyle bağırsak sorunu yaşıyor, böbrekleri yorgun, kalçalarında kireçlenme var… Bazen idrar yolları enfeksiyon kapıyor, anal keseleri iltihaplanıyor, ölene kadar her gün alacağı ilaçları var… Yani, küçük bedeninde büyük mücadeleler veriyor. Ama her şeye rağmen, varlığıyla ve sevgisiyle hem bana hem kendine güç veriyor. Yaşadığı zorlukları atlatmasında hep yanındaydım ve bir noktada beni artık sevmeyecek ve benden korkacak diye düşünmüştüm. Ama tam tersine, bu sürecin bizi daha da yakınlaştırdığını ve aramızda daha güçlü bir bağ ile derin bir saygı oluşturduğunu hissettiriyor bana.
Çiko’nun üzerine bir yıl sonra Miço geldi. 9 yaşında, Scottish Fold cinsi gri bir tombalak erkek. Kuzenimin petshop’tan satın aldığı, evde bakamadıkları için evlat edindiğim bir evladım Miço. Elbette Çiko’nun üzerine ilk gelen olması nedeniyle dünya üzerinde Çiko’nun nefret ettiği tek canlı. Aralarında en hassas tür olmasına rağmen, ağzının berbat kokması dışında asla hastalanmayan tek evladım. Kucağına alıp sevmenizi istemez, çünkü o, sevginin kendine özgü bir dilini konuşur. Bakışlarıyla flört etmeye başlar ve oturduğu yerden kalkıp sürtünerek hırıltılarıyla ve dokunuşlarıyla adeta şifa yayar. Miço’nun dünyası, kendi sınırlarıyla tanımlıdır; onun sevgisi ısrarcı olmayan ama derin bir bağ kurar.
Balım
Balım ile maceramız, 2018 yılı eylül ayında, bahçemize yıl boyunca sürekli gelen yavru kedi göçlerinden birinin parçası olarak başladı. Sebebini elbette yine bilemediğim nedenden ötürü kardeşleri kaybolmuştu. Geriye sadece Balım ve erkek kardeşi Dayı kalmıştı. Daha sonra kayboldu sanıp Balım’ı da günlerce aradık; bir gün bodrumun dibinde kapkaranlık bir köşeye sığınmış ve zayıflamış bir halde bulduk. Oysaki, ağzında iltihaplanmış büyük bir yarayla ölümünü beklemek için ortalıktan kaybolmuştu. Beyne çok yakın olan ağız içi iltihabı ve haftalarca süren kanlı ishali nedeniyle veterinerimiz, "Yaşar mı, yaşamaz mı?" diye kesin bir şey söylemekten çekinse de özenle bakılırsa her şeyin mümkün olduğunu söyleyerek beni teşvik etmeye çalıştı. Bağ kurmamak için ona isim bile verememiştim, ancak veteriner onun adına kayıt yapılabilmesi için, bal rengi olması nedeniyle Balım adını vermişti.
Viral enfeksiyon riski nedeniyle, diğer kedilerden izole bir şekilde karantinaya alıp, bir ay boyunca evden asla çıkmadan, yanından ayrılmadan tedavisini uyguladım. Veterinerimin mucize dediği şeyi biz Balım ile beraber başardık. Turuncu kızım bugün kocaman ve 7 kilo, çok güçlü, korkusuz ve pozitif bir sarman. Ağır hastalığı nedeniyle bahçeye bırakmak mümkün olmadığı için artık evdeki kedilerle kaynaştırmak zorunda kaldık.
Dayı
Arsız, sınırsız aşkı bazen beni boğuyor olsa da bedenimde bütünleşen diğer kalbim o. Gözlerimin içine bakıp patisiyle yüzümü tuttuğu an, bulunduğum gerçeklikten soyutlanıyorum, tüm olumsuzluklardan arınıyorum adeta. Kardeşi Dayı’yı ise ne yazık ki, hayvan sevgisini tecrübe etmeyen komşularımızın şikâyeti nedeniyle buradan uzaklaştırmak zorunda kaldık. Bunu, ona verdiğimiz mamaları keserek yaptık ve bu, hayatımın en kötü deneyimlerinden biri oldu. Yine de her şeye rağmen, o da hayatta kalmayı başaran güçlü bir kedi; fakat artık kucağımda yatan değil, sokaklarda arada gördüğüm yabani bir kedi.
2019 yılında yine bir eylül macerası kapımızı çaldı. Bahçemde yeni doğmuş, göbek bağı üzerinde olan tekir bir bebek buldum. Ne yazık ki annesi kabul etmemekte ısrarcı davranınca eve, sıcak ortama aldım. Ertesi gün tekrar bir yavruyu daha terk etti anne, bu kez simsiyah, göbek bağı üzerinde başka bir bebek. Kalan başka yavrular vardır diye aradık ancak bulamadık. İki kardeşi bir arada peluş içinde yatırdım, birbirlerine gömüldüler. Ne yazık ki 48 saat sonra tekir bebek ölmüştü. Siyah olan bebeğimiz ile yolumuza devam ettik. Anne sütü yerine geçen mamalarla ve şırınga ile besledik.
Salem
Doktora eğitimim başlamıştı, sabahları derse gidiyordum, gece bir buçuk saatte bir ağlayan bebeği besleyip temizliyordum. Dördüncü bir kediye hazır değildik ailece. Ne yapacağız diye düşünüyorduk. Tabii bağ artık kurulmuştu, anne sütü alamadığı için olsa gerek geç gelişti, evlat edinen de çıkmamıştı. Hoş geldin dört numara. Simsiyah olması ve o dönem cadılık tarihi araştırması yapmam nedeniyle ismini Salem koyduk. Salem de sağ olsun, kolay bir kedi olmadığını kanıtlamak ister gibi pankreatit yüzünden geçici felç geçirdi. Tedavisi bir ayı geçmiş olsa da şimdi gayet sağlıklı, ziyadesiyle sosyal siyah bir cadı. Evin şımarık ve yaramazı, sevgi ve enerji dolu, hiperaktif, 5 yaşında bir kız.
Gerek çocuklarımla geçirdiğim keyifli zamanlar gerek klinik deneyimlerimin bana kazandırdığı şey tarifsiz bir sevgi ve sorumluluk bilinci oldu. Erich Fromm'a göre sevgi, insanın pasif olarak hissettiği bir şey değil, bir eylemdir. Sevgi, insanın kendini aşma ve başka bir varlığa yönelme kapasitesidir. Bu, sadece romantik ya da ailevi sevgiyi değil, aynı zamanda insana, doğaya ve yaşamın kendisine duyulan sevgiyi de içerir. Fromm, sevginin yalnızca bir his olarak algılanmasının, onu yüzeysel ve geçici hale getirdiğini öne sürer; oysa gerçek sevgi, sorumluluk, saygı ve özveri gerektiren aktif bir süreçtir. Ne kadar bu ifadeleri okusak da temas ile kurulan deneyim.
Diğer yandan, varoluşçu filozoflar sevginin özgürlükle ilişkisini tartışmışlardır. Jean-Paul Sartre, sevginin özgür bireyler arasındaki bir gerilim olduğunu söyler. Sartre'a göre sevgi, bir yandan diğerini özgür bırakma arzusu, diğer yandan ise onu sahiplenme ve kontrol etme çelişkisini barındırır. Ama benim tecrübe ettiğim bu sevgi, bu yaklaşımın aksine sorumluluk aldıkça büyüyen ve gelişen, özgürlüğün aslında sınırlarla var olabildiğini gösteren bir gerçeklik. Kedilerim bana, hiçbir insanla o zamana kadar tecrübe edemediğim sevginin aslında hayatın korkutucu deneyimleri olan sorumluluk, sınırlar, bağlılık ve özgecilikle iç içe geçen sınırsız bir eylem olduğunu gösterdi. Çocuklarım bana aslında sevginin, insanın hem kendine hem de diğer canlılara özgürlüğünü tanıyan derin bir bağlanma biçimi olduğunu öğrettiler. (EY/TY)