Artık hikâyesini bilmeyenimiz yok gibi. 14 Şubat, kapitalist dünyada sevgililer günü olarak kutlanıyor. Takvime dayalı günü bir tarafa, sevgi kısmının sorgulanması, aşkı da nereye koyduğumuzu ve nasıl değerlendirdiğimizi, aşkın vicdan ve toplumla ilişkisini anlamamızı sağlayacaktır hiç kuşkusuz.
Yaşamı yaşanır kılan unsurlardan biri olan aşkla tanışanlar, bu duyguya ortak olamayanlara göre, daha umutlu, daha iyimser ve daha üreticidir. İnsanı en çok anlayabilenler aşka inanan ve en çok yaşayanlar olduğu iddia edilir. Aşka eğimli yüreklerini koruyabilen, vicdanlarını tırmalayan gaddar tutumlardan uzak duranlar yaşamın renklerine en çok tahammül edenlerdir aynı zamanda. Psikiyatriler böyle diyor, aşkın başarısını tatmamış, yürek ve gönül açan ışıltılı alanında uzak durmuş kitleler gerçek yaşamda aşk olgusuyla tanışmış olanlara göre suça daha çok eğilimlidirler. Böyle biri, güçlü ve geniş yetkilerle donanır ve toplum için önemli sayılan bir noktasında görev alırsa, bu hem ulusal hem de uluslararası yaşamda bir tehlike arz eder. Çünkü aşkta mutluluk, suça bir örtü, bir engeldir. Suçu bilinçdışına atan bir aygıttır. Zira aşk, vicdan işleyişini en ileri düzeyde çalıştıran bir mukayese kabiliyetine sahiptir.
Yapılacak bir araştırmada, insanlığı tehdit eden lider ya da hükümet başkanlarının çoğunun aşkta başarısız oldukları ya da hiç aşık olmadıkları görülecektir. Dünyanın kim tarafından, ne zaman ve nasıl yaratıldığını önemsemeyen, ancak ahlak, iyilik ve sevgi gibi konularda kafasını yoran bilge Konfüçyüs, devlet yönetimine soyunanlar için şöyle der: "Bir hükümdar, halkını mutlu etmeye ve iyi yetiştirmeye çalışmalıdır. En başta halkı yönetenler dürüst olmalıdır, yasalara gerek kalmadan da yönetebilirler; dürüst değilse saymayacağı kanunları yapması neye yarar ki?" der.
Konfüçyüs, kendince aşka inanan ve aşkta başarılı olmuş birisiydi. Ancak aynı şeyi 20. yüzyılın en gaddar iki ismi Hitler ve Stalin için söylemek mümkün değil.
Nazi Almanya'sının lideri Adolf Hitler, erken yaşta önce babasını, ardından annesi kaybetti. Şayet okulunda başarılı bir öğrenci olsaydı, bizler onu belki bir ressam ya da mimar olarak tanıyacaktık. Öksüz kaldıktan sonra Hitler, akrabaları tarafından bırakılan yetimhanede sorumsuz davranışlarda bulunmazsa belki de asker olmayı hiç düşünmeyecekti. Ardından, yanında kaldığı öz kız kardeşi Angela Raubal'ın kızı, yani öz yeğeni Geli ile duygusal bir ilişki içinde olmazsa, iç dünyası daha az karışık olacaktı. Geli de, dayısının kıskançlığına ve baskılarına maruz kalmayacaktı. Buna karşın, gencecik yaşında intihar eden yeğeninin trajik yaşamından dersler çıkarmayan Hitler, içinde biriktirdiği baskı ve şiddet duygularını asker olarak dışa vurmak isteyecekti. Zira Hitler'in salt askeri karizmasından etkilendiği için sevgilisi olan Eva Braun da baskıcı Nazi'yi yumuşatmaya yetmeyecekti. Sovyet güçlerinin Berlin'e girdiği gün sırlarıyla birlikte yaşamdan çekilen Hitler-Braun çiftinin nikâhları bir gün önce kıyılmıştı. Hitler, gerçekten mutlu bir aşk yaşasaydı, belki de kara lekelerle dolu insanlık tarihine Yahudi soykırımını da eklemeyecekti.
Rejimi kurtarma gerekçesiyle, muhalif olduğu iddia edilen 40 milyon insanın katlinden sorumlu SSCB'nin askeri lideri Stalin için de aynı şeyler söylenebilir. Tarihin en büyük katliamlarına imza atan Stalin, çocukluğunda papaz olmayı çok istiyordu. Bu amaçla, 1888 ve 1893 yılları arasında tam beş yıl Gori'de din okulunda eğitim aldı. Buradan mezun olduktan sonra, 1894'te Tanrıbilim Semineri'ne katıldı. Seminer'de Yekaterine Svanidze adlı Gürcü bir kızla evlendi. Eşini 1905'te kaybeden Stalin'in, bu andan itibaren değiştiği iddia edilir. Uzun bir süre yalnız bir yaşam süren Stalin, 1918'de Nadezhda Alliluyev ile evlendi. Ancak Stalin, ilk sevgilisi Yekaterine'yi asla unutmadı. Çünkü ona aşıktı. Kim bilir, ilk eşi yaşıyor olsaydı, Stalin belki de bir zalim olarak tarihe geçmeyecekti.
Bu iki isime, Eşini beğenmediği için ikizi Habil'i öldüren Kabil'den Emevilere başkaldıran Haricileri hunharca katleden zalim Haccac'a; Aztekleri per ü perişan eden sömürgeci Hernan Kortez'den muhalifleri zalimce öldüren Kazıklı Voyvoda'ya; imparator olması için her yolu deneyen bu uğurda öz annesini bile öldüren ve karısını sürgüne yollayan Neron'dan Spartaküs'le birlikte altı bin köleyi çarmıha gerdiren Romalı Crassus'a; insanlığa kan ve gözyaşı saçmaktan, işi gücü katliam olan Moğol Hükümdarı Cengiz Han'dan hırsa, kana, intikama ve kanla yazılan başarılara doymayan Kartaca Kralı Hannibal'a; Celali isyanlarını bastırmak için insanları diri diri kuyulara gömen Kuyucu Murat Paşa'dan, Hz. Muhammed'in torunu Hüseyin'i Kerbela'da (Ninova) susuz bırakıp ardından kılıçtan geçiren Emevi Halifesi I.Yezit komutasındaki acımasız Ömer bin Sad bin Ebu ve Şamir güçlerine, Ubeydullah'a; Emevi yönetimine başkaldıran Haricileri hunharca katleden Zalim Haccac'tan kurdukları yalanın peşine düşen ve insanlığa acıyı miras bırakan ABD'den George Bush'a, Türkiye'den Kenan Evren de eklenebilir.
Zerdüşt'e göre kötü insan, Angramanyu'dur. Kötülüğü, kıtlığı, ölümü, kötü ruhları, hastalıkları, ayrılığı, yıkıcı güçleri ve karanlığı temsil eder, yani Ehrimen'dir. İbrahimi'lere göre bu isimler Nemrudi'dir.
Buradan şu sonuca pekâlâ varabiliriz: Aşk dünyasında mutlu biri, dünyayı mutluluğuna ortak etmeye çabalayabilir. Böyle biri, insana ve emeğine, varlığına ve kökenine, kimliğine ve kişiliğine değer verir. Keza aşk kötülüğü değil, vicdanı yani iyiliği esas alır ve emreder.
Vicdan ve aşk kapı komşudur, biri açken diğeri toksa, biri uykusuz kalır. Birini ısıran yılan diğerine de acı verir. Vicdan farklılıkların sonucudur. Aşk ise bu farklılıklarda çıkan çatışmaların, ayrılıkların, acıların, nefretlerin, ihanetlerin, saçma sapan gururların, ortak ya da ayrı kaygıların, yalnızlıkların, farklı tutumların, kuşkuların sonucunda ortaya çıkan gerilimi vicdan ile tartıp normalleştiren önemli bir duygu halidir.
Haliyle aşkla yoğrulmuş vicdan, barış ve kardeşlik demektir. Barışın ve kardeşliğin bir günü olmaz, emekle büyüyen sevgi ise asla kandırılmaya gelmez. Eğer birbirimizi daha iyi anlamak istiyorsak, başımızı kuma gömmeden, kirli siyasetten, paranın hoyrat hırsından, kapitalizmin duygusuz çıkarlarından sıyrılıp gerçek özgürlük için, bir değil her günü sevgililer günü gibi kutlamalıyız. Şayet Luis Aragon'un dediği gibi, işgallerde mutlu aşk yoksa, onurlu bir barışta ve özgürlükle büyümüş sevgilerde aşk mutlu, mesut ve bahtiyardır.(FA/EÜ)