Fatma Elif Develi'nin figüran olarak rol almak için gittiği dizi setinde fenalaşarak yoğun bakıma kaldırılması dikkatleri bir kez daha dizi setlerindeki çalışma koşullarının ağırlığına ve tekinsizliğine çekti. Çok değil, bir kaç ay önce, gecenin geç bir vakti kaldıkları yerlere dönmeye çalışan iki set çalışanının feci bir kazada can vermeleri, setlerdeki insan haklarına aykırı çalışma koşullarını gözler önüne serdi.
Günde yirmi saatten fazla çalışmak zorunda bırakılan set emekçilerinin yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle refleksleri zayıflıyor ve bu durum ölümle sonuçlanan kazlara neden oluyor. Fatma Elif Develi de sette uzun süren bir bekleyişin sonunda bayılmış ve sette herhangi bir sağlık görevlisinin olmayışı sonucu kalbi durmuştu. Eşinin müdahalesiyle kalbi çalışmaya başlayan Develi, yirmi beş gün yoğun bakımda kaldı. Bu sürede ne yapımcı firma ne de bağlı olduğu cast ajansı, Develi'nin sağlık durumuyla hiçbir şekilde ilgilenmediler.
Para hırsı kazaları ve ölümleri beraberinde getiriyor
Setlerdeki ölümler ve yaralanmalar yapımcıların gözlerinin para kazanma hırsıyla dönmüş olduğunun kanıtıdır. Ben de her sinema öğrencisi gibi bu çarkın içine (hayatımın çok da uzun sayılmayacak bir zaman diliminde) girdim ve setlerdeki ölümleri hazırlayan koşulların birebir tanığı oldum. Öncelikle konuyla ilgili basında yer alan pek çok haber ve yorumda da belirtildiği gibi dünyanın hiçbir yerinde diziler doksan dakika yayınlanmıyor. Kanallar, araya dört-beş reklam kuşağı girebilmek için dizi sürelerinin maksimuma çekilmesini istiyorlar. Set çalışanlarının hakları herhangi bir yasayla korunmadığı için, yapımcı firmalar da daha çok kazanma hırsıyla çalışan haklarını ve can güvenliğini hiçe sayarak dizilerin sürelerini doksan dakikanın üstünde tutuyorlar. Bu süre uzun metraj bir film süresine eşit. Her hafta yayınlanan bu dizilerin yayına yetişebilmesi için bazen aralıksız kırk sekiz saat süren çekimler yapılıyor. Diğer günlerde de insanlar ortalama üç saat uyku uyuyarak tekrar görev başı yapıyorlar.
Peki, bu kadar çalışmanın ve fiziksel olarak yıpranmanın sonucunda set işçilerinin emeklerinin karşılığını aldıklarından söz edebilir miyiz? Kriz bahane edilerek set işçilerinin bölüm başı aldıkları ücretlerde yüzde otuzlara varan indirimlere gidilmiş. Sektörde dönen paraların devasalığı düşünülecek olursa set işçilerinin neredeyse bir hiç uğruna canlarını tehlikeye atarak çalıştıklarını söyleyebiliriz. Oyuncular, hele biraz da isim yapmışlarsa bölüm başına aldıkları paralarla evler, arabalar satın alırlarken, set işçileri kiralarını ödemekte bile zorlanıyorlar. Bölüm başı verileceği vaat edilen paralar ya aylarca gecikmeli olarak veriliyor ya da dizi tutmayıp da yayından kaldırılmışsa yapımcı firma tarafından üstüne yatılıyor.
Sigortasız üç ay çalıştım, paramı bir yılda alabildim
Kendi yaşamımdan örnek vereyim: Üç ay süren bir dizinin parasını on iki ayda, yine bir ay süren bir dizinin parasını ise taksitli olarak on iki ayda aldım. Hakkım olan parayı almak için defalarca yapımcı firmaların kapısını aşındırdım. Her defasında "para yoktu", "bugün git yarın gel" deniyordu. Yılmayıp, bu ümit ve onur kırıcı sürece katlandığım için gittikçe eriyip giden üç kuruş paramı alabildim. Kimi arkadaşımınsa bu süreçten yılarak paralarından vazgeçtiğini, kimininse astarı yüzünden pahalıya gelen mahkeme süreciyle uğraştığını gördüm. Sigortasız, sendikasız, sosyal güvence olmaksızın, tuzladaki tersane işçileri gibi ölümle burun buruna çalışan set işçilerinin bütün bu tehlikelere karşın eline geçen pek bir şey yok. Sözde parası olmadığı için çalışanlarının parasını ödeyemeyen bu firmalar nedense batmıyorlar; aksine sahipleri mallanıp mülkleniyor, bir apartman katında başlattıkları işlerini bu şekilde kazanarak satın aldıkları çok katlı akıllı binalara taşıyor, yeni projelere imza atmaya devam ediyorlar.
Yakın hafızamı yokladığımda basına yansıyan en hazin set kazalarından biri, oyuncu Aslı Sevimli'nin dublörünün kullandığı araba tarafından çiğnenerek feci şekilde can verdiği kazadır. Aslı Sevimli'nin ehliyeti olmadığı için araba kullanması gereken bir sahnede, direksiyon başına onun yerine yönetmen yardımcısı geçmiş, çekim sırasında araba kontrolden çıkarak aralarında kendisinin de bulunduğu altı kişilik set ekibinin arasına dalmıştı. Set çalışanlarının yaralandığı, Aslı Sevimli'nin de hayatını kaybettiği bu feci kaza dizi setlerinin ölüme nasıl davetiye çıkardığının kanıtıdır. Doksan dakikalık senaryolar çekilip, yayına yetiştirilmeye çalışılırken bu tarz tehlikeli sahneler de aceleye getirilerek hat safhada ihmalkârlıkla çekilmektedir.
Set içerisine girmek, yönetmenin ve/veya prodüktörün diktatör olduğu bir monarşiye katılmak gibi. Gündelik hayattan kopuk, izole, böyle bir oluşumun içinde meşgul olunan işin kendisi de kurgusal olunca, sanki işin tehlikesi göz ardı ediliyor. Üzerlerinde fünye patlatılan, ikinci kattan kösele ayakkabıyla atlatılan, yüzme bilmeden suya atılıp boğulma tehlikesi geçiren figüranlar, ışığın başında dururken sesini çıkaramadığı için soğuktan donarak ölen ışıkçılar, kuru sıkı tabancalar elinde patlayan set amirleri, köprülerin parmaklıklarına tek elle tutunup çekim yapmaya çalışan kameramanlar ve daha nicesi bu şizoid atmosferin içinde ölümün soğuk nefesiyle burun buruna olduklarının farkına bile varmayarak çalışıyorlar. Yaralananlara ve ölenlere rağmen çekimlerin aralıksız devam etmesi ancak böyle bir gerçeklikten kopuşla sağlanabilir diye düşünüyorum zira başka türlü böylesine bir vurdumduymazlığı anlamlandıramıyorum. Çalıştığım bir sette, araba kullanmayı doğru düzgün bilmeyen bir yardımcı oyuncudan, yokuşta duran arabayı hareket ettirip, hızla ilerlemesinin istendiğini hatırlıyorum. Yönetmenin bağırış çağırışları arasında daha da heyecanlanan adam sürekli arabayı geri kaçırıyor, ben de sokak ortasında oynayan çocukları toplamaya çalışıyordum. O gün bir facianın yaşanmamış olması mucizedir. Aceleyle, ihmalkârlıkla, duyarsızlıkla çekilen bu sahnelerin yol açtığı kazaların birçoğu da basına yansımamakta.
Set işçileri arasında bir dayanışmadan bahsedemeyiz
Tüm bu tekinsiz ve güvensiz koşullara rağmen set emekçilerinin dayanışma içinde olduğundan maalesef bahsedemeyiz. Sine-sen bünyesinde örgütlenen ve sendika çatısı altında haklarını aramaya giden set çalışanları elbette mevcut; ancak bu sayı dizi ve film setlerinde çalışan toplam işçi sayısından çok daha az. Setlerde çalışanların arasındaki gelir eşitsizliği bu durumun başlıca nedenlerinden. Dizi oyuncuları, yönetmenler, görüntü yönetmenleri ve yapım sorumluları setin geri kalanına göre çok daha fazla para kazanıyorlar; dolayısıyla hiyerarşik olarak üst konumda bulunanlar ekiplerinde çalışanlarla dayanışma içerisinde hareket etmiyorlar. Herkes "paçamı ne kadar kurtarabilirim?"in derdinde.
Setler, çalışanlar için hayati tehlike arz etmenin, hat safhada fiziksel yıpranmaya neden olmanın yanı sıra psikolojik olarak da yıpranmaya neden oluyor. Alt kademelere inildikçe ezen-ezilen ilişkisi artıyor, daha az kazanan daha çok çalışıyor; daha çok hakarete ve strese maruz kalıyor. Üstlerine tepki göstermek, karşı çıkmak, hakkını aramak çoğu zaman işinden olmak anlamına gelebiliyor. İşini sağlama almak isteyen çoğu set işçisi de mağdurun değil, güçlünün yanında olmayı tercih ediyor. Dolayısıyla dayanışma içersinde sürdürülecek herhangi bir karşı duruş en baştan engellenmiş oluyor. Erkek egemen hiyerarşi zincirinin üst kademelerinde çoğunlukla yer almayan kadınlar ise setlerde en çok sömürülen, hakarete ve tacize uğrayan kesim, ancak kadınlar arasında da bir dayanışma ilişkisi olduğundan bahsetmek çok güç. Kadının kadını düşman olarak gördüğü, arkasından kuyusunu kazdığı bir anlayış, setlerdeki erkek egemen, erkek üstün yapıyla birebir ilişkilidir diye düşünüyorum.
Setlerde toplumsal cinsiyetin beynimize, bedenimize kazıdığı bütün yargılar iş bölümünü de kati sınırlarla birbirinden ayırıyor diyebiliriz. Yönetmenler, görüntü yönetmenleri, kamera ekibi ve ışık ekipleri silme erkeklerden oluşurken kadınlar çoğunlukla kostümcülük, sanat asistanlığı, yönetmen yardımcılığı ya da suflörlük yapıyor. Dört yıllık sinema eğitimi alan kadınların setlerde ütü yapma, domates doğrama, dikiş dikme gibi işler yapıyor olmaları, kadına toplum tarafından atfedilen rollerin setlerde çalışan kadının rolünü de nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Hal böyle olunca kadınlar daha alt kademelerde ve dolayısıyla hep daha fazla ezilerek çalışıyor. Erkeklerin, fiziksel güç ve teknik zekayla ilgili işlerle bağdaştırılıyor olması ister istemez setlerde de erkeğin üstün tutulmasına, erkekliğin norm sayılmasına yol açıyor. Böyle bir ortamdaki işleyişin kadın erkek eşitliğine dayandığını söylemek çok güç.
Sette tek norm var; o da erkeklik
Setlerde erkekliğin norm alınması hiyerarşik olarak üst konumlarda bulunan erkeklerin sette çalışan kadınlara sözlü/elli tacizlerde bulunmasına ve bunun herkes tarafından normal algılanmasına yol açıyor. Set çalışanı kadınlar da, erkekler gibi bu olayları olağan karşılamakla kalmıyorlar, bu taciz ve hakaretleri mağdur kadının kabahati olarak görüyor, o kadının dişiliğine, hafif meşrepliğine, beceriksizliğine pay biçiyorlar. Sette çalışan kadınlar bilir; sete giren her kadın erkeksi giyinmek/davranmak zorundadır.
Tabii ki de böyle bir yapının içinde eşcinsellerin ne tür zorluklarla karşılaştıklarını tahmin etmek çok da zor değil. Çalıştığım bir sette eşcinsel kimliğini saklamayan makyör arkadaşımın heteroseksist erkek bakışı tarafından nasıl yerden yere vurulup aşağılandığını, feminenliği üzerinden nasıl dalga ve hakaret malzemesi yapıldığını üzüntüyle hatırlıyorum. O "erkekler" tarafından devamlı "kadınsılığı" aşağılanan arkadaşım yine haksız yere uğradığı bir hakaret karşısında bu defa sessiz kalamamış ve patlayarak cevap vermiş; çıkan kavga sonucunda da işinden olmuştu. "Uyumsuz", "i.ne", "manyak", "sapık" yaftalarını yiyerek setten hemen o gün apar topar atıldı. Karşısındakiler yüzde yüz haksızken işinden olan o olmuştu.
Sorun sineye çekmekte
Setlerin daha güvenli ve daha demokratik yerler haline gelmesi için değişmesi gereken çok şey var. Can güvenliğinin sağlanması; çalışanların emeklerinin karşılığını alması ve insan haklarına uygun çalışma koşullarının acilen sağlanması gerekmektedir. Ancak setlerdeki tek sorun sosyal güvence ve hakkını alamama sorunu değil; aynı zamanda set çalışanlarının kabullenip, sineye çektikleri bir zihniyet sorunu da mevcut. Setlerde çalışmaktan huzursuz olan pek çok set çalışanı sadece tekinsiz çalışma koşullarından dolayı değil; aynı zamanda kadına, eşcinselliğe, ötekiye bakışı kangren olmuş böyle bir ortamın içinde olmak istemedikleri için de mutsuz ve huzursuzlar.(BŞ/BÇ)