Hakkâri’den gelen haber yürekleri dağladı. Hakkâri-Irak sınırında sıfır noktasında görev yapan Aktütün Jandarma Sınır Bölüğü’ne düzenlenen terör saldırısında 15 asker öldürüldü. İki uzman erbaşın kaybolduğu ve 22 askerin yaralandığı PKK saldırısının beş saat sürdüğü ve çatışmalar sırasında en az 23 teröristin de öldürüldüğü haberi herkesi tedirginliğe ve öfkeye sürükledi. Türkiye sarsıldı.
Üzüntülerin, ölüm karşısında çaresizliğin, terör karşısındaki öfkenin, isyan ve endişenin, tedirginliğin sarıp sarmaladığı bir ortamda ve alabildiğine güvensizlik içinde ve hiddetli tepkilerin yaşandığı bu günlerde ne yapmalıyız?
Öncelikle, terör önlenmelidir. Öfkeyi bilince dönüştürmeliyiz. Tanık olduğumuz acıların yarattığı kin ve düşmanlığı, aynı acıyı yaşamadığımız halde anlamalıyız. Kimse öldürülmesin, ölmesin ve terör durdurulsun. Şehit cenazeleri olmasın. Geçmişten ve yaşanmış olaylardan ders çıkarmayı görev sayan bilinçli yurttaşların sayısını çoğaltmalıyız. Türkiye yangın yerine döndü ve olaylar hepimizi uyarıyor…
Bir yanda terör var ve 15 askerimiz birden öldürüldü. Hakkari’den yükselen çığlık tüm ülkeyi kapladı. Sessizlik patladı.
Diğer yandan ırkçılığa karşı sessizlikse Altınova’daki olaylarla patladı. Hala sıkıyönetim gibi, sıkı yönetim sürüyor…
Yaşadığımız olayların bir başka yüzü; aslında yaşanan gerçeklerin yarattığı acı ve öfkenin görünmeyen yüzüdür. Sessizlikler olaylara, olaylar gerçeklere dönüştükçe; terörden ve tırmanan ırkçılık ve hoşgörüsüzlükten insanlarımız ölüyor…
Sakarya olaylarını anımsar mısınız? Trabzonda’ki linç girişiminden farkı nedir? Altınova’da yaşananları bizim hatalarımız beslemedi mi? Bir başka deyişle 25 Haziran 2004 tarihli olup 2005 yılında yani üç yıl önce açıklanan Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu ECRI’nin Türkiye Raporunda dikkat çekilen bazı olumsuz tespitler gerçeğe dönüşüyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor.
Raporda; uyum yasalarına rağmen ırkçılığa ve ırk ayrımcılığına karşı mücadeleyle ilgili olarak anayasada, ceza hukukunda, medeni ve idari hukukta bir takım boşluklar olduğu yazılıydı.
İşkenceye karşı mücadelede ilerleme kaydedilmişti ama azınlıkta kalan grupların, örneğin Kürtlerin ve göçmenlerin kimi mensuplarının hâlâ güvenlik güçlerinin kötü muamelelerine maruz kalmakta olduklarına dair duyumların varlığına dikkat çekilmişti.
Rapordaki en önemli tespite göre; Kürtler, özellikle de ülkenin iç kesimlerine yerleştirilenler, Güneydoğu bölgesindeki sorunlara ve sonuçlarına bağlı olarak önemli sorunlar yaşamaktaydılar. Göç sonrası ve köy boşaltmaların ardından batıya yerleşen Kürtlerin, Güneydoğu’da yaşanan sorunlara ve sonuçlarına bağlı olarak önemli sorunlar yaşadıklarına hepimiz tanık olduk.
Örneğin Türkiye’nin en batısındaki Sakarya’da 27 Nisan 2008’de meydana gelen olaylar herkesin hatırındadır. DTP Sakarya il örgütünün düzenlediği “Barış ve Kardeşlik Şenliği” adlı toplantıya katılanlara “bu memleketin ekmeğini yiyorsunuz, ihanet içindesiniz, neden bu toplantıya katılıyorsunuz, amacınız nedir, PKK yandaşları” gibi sözlü saldırılarda bulunan bir grup toplantıyı basmıştı.
“Sakarya Olayları” olarak bilinen bu olaylarda bir kişi kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmişti. Meclisteki toplantıda DTP başkanı Ahmet Türk meydana gelen olayları linç girişimi olarak değerlendirdi. Aslında üç yıl içinde Sakarya’da altı linç girişimi daha yaşanmıştı ama unutuldu…
Başka linç girişimleri Trabzon’da yaşandı. 6 Nisan 2005’de bildirileri dağıtmaya çalışan beş kişi, “bayrak yakıyorlar” diye çıkan söylenti üzerine “vatandaş”lar tarafından dövülmüştü ve neredeyse linç ediliyorlardı. Trabzon olayları da unutuldu.
12 bin kişinin yaşadığı Balıkesir’in Ayvalık ilçesine bağlı Altınova beldesinde 2 bin Kürt yaşıyor…Doğudan göç eden vatandaşlarımızın oturduğu mahallenin adı “Şırnak Mahallesi” olarak anılıyormuş. Mobilyacılık, kahvecilik, müteahhitlik yaparak yaşamlarını sürdürüyorlar. Geçen hafta Altınova’da iki kişinin ölümü, altı kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan çok ciddi olaylar yaşandı. Cenaze törenlerinde olaylar büyüdü ve halk, doğu kökenli olanların dükkanlarını, evlerini taşladı. Güvenlik güçleri beldeye giriş çıkışları durdurdu. Altınova’da bir nevi sıkıyönetim ilan edildi.
Türkiye’de yaşanan gerginlikler yerini fırtına öncesi sessizliğe bıraktı. Deyim yerindeyse; Altınova’da yaranın kabuk bağlaması bekleniyor. Altınova’da kendilerine yeni bir hayat kuran Kürtler bundan sonra olacaklardan endişeli.
Hakkari’deki terörden sonra çok daha endişeli olacaklarından kimsenin şüphesi olmasın. Daha dün aynı kahveye gidiyor, aynı çarşı pazarda dolaşıyor, alışveriş ediyorlardı…Şimdi bir kısmı evlerinden çıkamıyor…Evlerinden çıkabilenler ise Altınova’dan uzaklaştı. Olayların yatışmasını bekliyorlar ve belki ortalık sakinleştiğinde yaşadıkları yerlere geri dönecekler…Ya da kendilerine yaşayacak başka yerler arayacaklar.
Acaba Türkiye’nin neresinde hangi gerekçeyle, nasıl, ve hangi olaylar patlak verecek? Sessizlik, potansiyel patlamalarını gizleyerek sürmüyor artık…Olayların patlayacağı kentlerimizin sayısı hızla artacak. Artık fark edilir biçimde “ayrımcılık” ve apaçık “ırkçılık” ve azınlıkta kalan gruplara karşı en acımasız “hoşgörüsüzlük” ve hatta “şiddet” alabildiğine kendini gösterecek. Umarım aksi olur. Aksi olmalıdır.
Hala Altınova’da olup bitenlerin tedirginliğini ve yaşanan olayların dehşetini üzerimizden atamadığımız bu günlerde 15 askerimizin öldürülmesi karşısında, yaşanan teröre duyduğumuz öfkeyi dindirmenin çaresi var mıdır?
Vardır ve çareler üretmeliyiz. Kin, düşmanlık ve öfke yerine akla ve mantığa dayalı terörle mücadeleyi başarmalıyız. Ne yapmalıyız? Şehitlerin cenaze törenlerinden tutun da askere gönderdiğimiz çocuklar için düzenlenen törenlerdeki tepkileri ya da şiddet ve hiddetin yarattığı sonuçları; medya haberlerinde körüklediğimiz, büyüttüğümüz kin ve düşmanlığı, yakılan ağıtların sonrasını ve teröre karşı mücadele çarelerimizi yeniden düşünmeliyiz.(Fİ/EÜ)