Fotoğraf: AA
Duyan çevrelerde yaşayan duyan bireyler için işaret dili çoğu zaman ana haber bültenlerinde sağ alt köşelerindeki yeriyle sınırlı kalıyor. Hayat olağan seyrinde giderken dahi kendine sağ alt kutucuktan fazla bir yer bulamayan erişilebilirlik kaygılarının yaşadığımız kriz döneminde de pek de mükemmel durumda olmadığını söyleyebiliriz.
Duyan birinin perspektifinden, normatif ve alışılageldik şekillerde iletişim kurmayan, sağır, işitme engelli bireyler ve erişilebilirliğin dil boyutundan bahsetmek istiyorum.
Sesleri görmek
Normatif diller, dünya genelinde konuşulan ve sessel-işitsel dillerdir. Konuşulan dillerde yeterlilik, ses üretimi ve işitme ile sağlanır. Fakat bir de işaret dilleri var... Bunların kendilerine has ve doğal diller olduğunu uzun süredir biliyoruz. Bu diller görsel uzamsal yetenekle ilişkili, bu sebeple de işaret dillerini yetkin "konuşmak", daha doğru bir tabirle işaretlemek için görmek gerekir.
Konuşulan ve işaretlenen diller için beynin aynı kısmı kullanılır. Bu, ses merkezli dil anlayışına tamamen ters düşen ve dili yeniden düşünmeyi gerektiren bir bilgi. Tam da bu yüzden Oliver Sacks'in tabiriyle sesleri "görmek" gerek.
Sesleri nasıl görürüz? Bunu mümkün kılmak için görülmesi gereken şey öncelikle sessizlik. Sacks "Sesleri Görmek"te sağır tarihinde önemli biri olarak kabul edilen L'Epée'den önce kimsenin sesleri görmediğini ve sağırları dinlemediğini söylüyor.
L'Epée, 18. yüzyıl Fransa'sında sokaklarda yaşayan yoksul sağırların dili üzerine çabaları bulunan bir başrahip. Tabii, bu biraz da sağırların günah çıkaramadan ebediyete intikal etmesinin içine dert olmasından kaynaklanıyor.
Kulak ardı edilenler
Sesleri görmekten bahsedince duyan bireylerin bunu okumakla ilişkilendirmesi çok mümkün, okumanın sesli dil sistemi üzerine kurulu olduğu çok temel bir nokta. L'Epée, sağırların okuma öğrenmesi için de özel bir çaba sarf ediyor. Bu durumda başrahibin uğraşları, sağırların bilgiye erişimi için çok olumlu ve iyi niyetli bir gelişme olarak da düşünülebilir, "oralist" eğitim dayatmalarının başlangıç noktası olarak da...
Sacks, sağırlarla ilişkilendirilen kötü özelliklerin neredeyse tamamının entelektüel yönden olduğunu ve bunun bilgiye erişememeden kaynaklandığını söylüyor. Mesela, İngilizcede artık deyimleşmiş "deaf and dumb" (sağır ve budala) örneğini veriyor. Sağırların dil bariyeri insanlık tarihi içinde çok yakın bir zamana dek duyan çoğunluk tarafından "fark edilmedi" ve bu sebeple sağırlık ve zekâ arasında temelsiz korelasyonlar kuruldu.
Deyimin doğum yerinde bugün işaret dili üzerine çalışmalar yapılıyor, erişilebilirlik farkındalığı görece yüksek ve bu umut verici.
Sonuçlar ve sorular
Tüm bu anlatılanlar aslında çok temel ve bilindik bir noktaya çıkıyor: konuşulan dile erişemeyen bireyler elbette ki dil bariyerine takılacaktır, bu da bilgiye erişime ket vuracaktır. Çokseslilik önemli, fakat yeterli değil. Bir kişinin mesela ana akım medyayı takip edebilmesi için ana akım medyanın kendisine erişebiliyor olması gerekir, bu ilişki tam tersi şekilde işleyemez.
Bir kitleye hitap etmek, kapsayıcılık şartı koştuğundan, çağımızda artık erişilebilirlik çabalarını normalleştirmemiz ve bu yönde talep oluşturmamız lazım. Bu çabaların öznelerden beklenmesi, sadece mağduriyet zincirine birkaç halka daha ekleyecektir ve hegemonik açıdan mantıksızdır.
İşaret dili tercümanları neden sadece ana haber bültenlerini çeviriyor? Ayrıntılı altyazının ulaşılabilirliği artırılamaz mı? Sosyal girişim ağı Erişilebilir Her Şey, depremzedeler için ortak bağış yayını "Türkiye Tek Yürek"i farklı bir noktadan eleştirmişti: "İşaret Dili tercümanı olmayan bir yayında gerçekten tek yürek olabildik mi?"
Bunun için atabileceğimiz en önemli adımlardan biri, sağır ve işitme engelli bireylerden kendi hikâyelerini dinlemek – ve bu hikâye aktarımını mümkün ve sürdürülebilir kılmak için çabalamak.
(NK/AÖ)