Paranız varsa ve hele krizlerle dolu bir ekonomik düzende yaşıyorsanız, çocuklarınız, yakınlarınız veya “gelecek günler” adına onu harcamazsınız. Onun kaybolmasını engellemeye çalışırsınız. Para, kullanılmakla yok olur.
Bir köşede düğünden kalma altın veya ziynet eşyanız varsa yine aynı ekonomik düzen nedeniyle ve yine aynı kaygılarla kullanmazsınız. Tutumlu davranırsınız. “Yastık altı” altınlar gelecek içindir; harcamayarak yine kaybolmasını engellemeye çalışırsınız.
Bir servetiniz bile olsa bu kere de para sizi yönetmeye başlar (meta fetişizmi) veya geleneksel atasözüne de kulak verebilirsiniz (hazıra dağ dayanmaz) ve sonuçta onu fazla kullanmamaya, harcamamaya ve böylece yıpratmamaya ve kaybolmasını engellemeye çalışırsınız.
Servete gerek yok; bir kalem, silgi, defter, yazıcı kartuşu, ya da hatta bir çizgisiz kağıdı bile bol keseden harcamazsınız. İdareli kullanırsınız; kalemi son parçasına kadar açar, “pilot” ise atmaz tüpünü değiştirirsiniz, silgiyi en küçük haliyle kullanır, kartuşu ekonomik tuşla kullanır, çizgisiz kağıtların arka yüzlerine bile yazarsınız. Kaybolmasını engellersiniz.
Hukuk kullanılmadığı zaman
Birçok zenginliğin tersine, hukuk, ancak kullanılmadığı zaman yıpranır ve kaybolur.
Şemdinli, Hrant Dink, Rahip Santoro, Malatya katliamı, Baran Tursun, Rıza Çiçek davalarında hukuk kullanılmamıştır.
Bu davalarda suç faillerinin üzerine gidilmemiş; tetikçilerin gerisindeki karanlık örgütlenme ortaya çıkarılmamıştır. Tetiği çekenler, azmettiriciler, cinayet emri verenler, görevini ihmal edenler, delilleri karartanlar sorgulanmamıştır.
Emniyet müdürleri, valiler, ordu komutanları, büyük gazeteler ve medya (dürüst olanlar elbette hariç) cinayetlerin yolunu döşemiş; sonra da adı geçenler pişkince “basit iş”, “iyi çocuklardır, yapmazlar”, “milliyetçi duygularla işlenmiş cinayet” açıklamaları yapmıştır. Parlamentoda kalkan eller ile alkışlar arasında polise “öldürme yetkisi” verilmiştir. Ama hukuk bunların üzerine hiç gidememiştir. Bir hukuk adamı olan Savcı Ferhat Sarıkaya bile “hukuk” tarafından bitirilmiştir.
Attığı bombalarla, düşürdüğü tetik ile bir şehri cehenneme çeviren failler asker-itirafçı diye yargılanamamış; askeri mahkeme, hem de ilk duruşmada 39 yıl ceza almış bu kişileri serbest bırakmıştır. Üstelik bu dava 1 savcı, 3 yargıcı görevinden etmiş; geride ölüleri, yaralıları olan bir şehir bırakmıştır. Burada Yargıtay ve “askeri hukuk”, cılız da olsa direnen “yerel-sivil hukuk”u devre dışı bırakmıştır.
Malatya’da sanıkların değil; maktullerin, mağdurların ilişkileri araştırılmış; itiraf içeren video kayıtları yok edilmiştir. Hukuk sessizdir.
Hrant’ın faili Türkiye Cumhuriyeti bayrakları eşliğinde jandarmalarla kol-kola fotoğraflar çektirmiş, hukuk, eli-kolu bağlı izlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin bayrağının değerini düşüren bu eylem bile cezasız kalmıştır.
Hozat ormanlarında “ekmeğinin peşinde” iki genç –Bülent Karataş ve Rıza Çiçek- “terörist diye” taranmış; ortaya çıkan bütün kanıtlara rağmen “hukuk” tetiği çekenlerin değil vurulanların üzerine gitmiştir. Tetiği düşürenlerin ifadesini bile alma gereği duymamıştır. Hukuk bir kere daha yıpranmış ve kaybolmuştur.
Çocukluktan yeni çıkan bir genç -Baran Tursun polis tarafından hedef gözetilerek hem de kafasından vurularak öldürülmüş; “dur ihtarına uymadı” klişesine itibar eden mahkeme tutuklu polisi serbest bırakmıştır. Gözü yaşlı aile, İzmir’de hem de adliye önünde, kameraların karşısına geçip “mahkemeye güvenmiyoruz” diyebilmiştir. Hukuk bir kere daha kullanılmamış ve yıpranmıştır.
Hukuk, para-pul, servet vb. gibi değildir; ancak kullanılmadığı zaman yıpranır ve kaybolur. Görülmüştür. (HA/TK)