Bu basit bir slogan değil. En yalın ifadeyle bu bir bölgenin neoliberal politikalarla yakın zamanda nasıl yoksullaştığını ortaya koyan manifestonun başlığıdır. Bu başlık düşük fiyatlar, yüksek üretim maaliyetleri, aracı baskısı ve adil olmayan ticari koşullar gibi sorunlarla mücadele eden küçük ölçekli üreticilerin manifestosudur.
Orta ve Doğu Karadeniz dendiğinde çay ve fındık aklımıza gelir. Bu iki ürünü de halkımız ve ülkemiz için stratejik tarım ürünü olarak adlandırabiliriz. Özellikle fındık üretiminde dünya birincisi olup çay üretiminde de dünya sıralamasında en üst ligde yer almaktayız. Hatta çay tüketiminde sermayenin ve emperyalist tekellerin iştahını kabartacak seviyede bir pazarız. Fındık üretiminde dünya piyasalarını belirleme gücümüz varken bu güç kullanılamıyor ve emperyal tekellerin belirlediği politikaların altında üreticilerimiz yok pahasına üretim yapıyor.
Çay ve fındık, “sanayici/yatırımcı için SERVET, tüketici için KEYİF/MUTLULUK, biz üreticiler için EMEK, EKMEK, GELECEK” demek.
“Karadeniz yine yelin savrulur
Nazlı yardan kara haber mi geldi?
Kuşluk vakti gün geceye devrilir
Yoksa yardan kara haber mi geldi?
Kucağında yakamozlar serili
Sularında dalgaların dürülü
Ne susarsın dağların var sıralı
Yoksa yardan kara haber mi geldi?
Duman vurmuş kemençenin yayına
Haramiler el uzatmış aşına
Tütününe fındığına çayına
Ne susarsın çağır can yoldaşını
Dağlar başına.”
İbrahim Karaca
Bugünlerde fındık taban fiyatı açıklanacak. Karadenizli üreticiler olarak dün çay taban fiyatında yaşadığımız fiyaskoyu bu sefer fındık fiyatında yaşamak istemiyoruz. Çay taban fiyatı olarak açıklanan 17 TL/kg (ortalama maliyetin 18 TL/kg olduğu bir ortamda) üretim maliyetini karşılamamasını bıraktık özel sektör tarafından kilogramı 12 TL’den alım yapılması, üreticinin çay tarımından vazgeçmesine neden olarak açlığa mahkum etmektedir. Çay ve fındık üretiminde sermaye açısından karlılık oranı daha da artarken Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin halkı daha da yoksullaşmaktadır.
Fındıkta taban fiyat 200 TL/kg olmalı
Çayda izlenen taban fiyat politikaları bölgede (Giresun, Trabzon, Artvin ve Rize illeri) çay sanayicisinin kârlılığını büyütürken üreticiyi köleleştirmektedir. Örneğin 1985 yılında 100 ton günlük kapasiteyle başlayan bir şirket bugün 3 bin ton günlük kapasiteye ulaşarak yüzde 3 bin büyümüş, çay üreticisinin 1984 yılında toplam 654 bin dekarlık çaylık alanı kırk yıl sonra bugün 792 bin dekar çaylık alanına ulaşarak yüzde 21 büyümüştür. Büyümeler arasındaki bu fark üreticiyi yoksullaştırmış ve gençlerin tarımdan uzaklaşmasına neden olmuştur. Veriler baktığınızda çay tarımının bölgede kimin ekonomisine ne kattığını görebilmekteyiz.
Fındık tarımının sürdürülebilir olması için de bugün taban fiyatın en az 200 TL/kg olması gerekmektedir. Altında verilecek olan fiyatın üreticinin maliyetini karşılayamaz olacak ve çay üretiminde olduğu gibi üretici kendi topraklarında köleleşmiş olacaktır. İşte çayda ve fındıkta belirlenen/belirlenecek olan taban fiyatların maliyetini karşılamaması tüm Karadeniz halkını köleleştirmekte ve halkı üretim yapmaktan koparmaktadır. İşte bu durumda bir zamanlar bölgenin ana geçim kaynağı olan tarım, kötü tarım politikaları nedeniyle bugün çiftçinin sadece ek gelir kaynağı haline gelmiştir.
Fındık ve çay demek kurulacak yeni yuvalar demek, çocuklarımızın kitabı, defteri, kalemi, eğitimi demek, soframızın aşı ekmeğimiz demek, küçük esnafın zor da olsa ayakta kalması demek, nakliyecinin lastiği, yakıtı, sigortasından artarsa evine getireceği ekmek demek, yağmurda çamurda tarlalarda gençliğini tüketmiş romatizmadan yürüyemeyen ninelerimizin, dedelerimizin bakımı demek, fabrikalarında sezonluk çalışan işçi kardeşlerimizin çoluk çocuğunun sağlık güvencesi demek, emekliliği demek.
Vahşi kapitalizm işbirlikçileri olan simsarlar, tefeciler ve spotçularla birlikte acımasızca bir oyun oynayarak fındık ve çay üreticileri çaresizlik içerisinde bırakmaya çalışıyor. Taban fiyatın altında ürünlerini satmaya zorlanan üreticilerimiz kamunun korumasından uzak sermayenin vahşi saldırısı altında üretime zorlanmış oluyor. Taban fiyatın düşük olması sadece o an üreticinin maliyetini karşılamaması anlamına gelmiyor. Üreticinin yaşamını sürdürmesi için bir yıl önceden ürünlerini tarlada satmasına ve kendi arazilerinde işçi olarak köleleşmesine neden oluyor. Bu politikalar son zamanlarda sözleşmeli tarımın önünü açmakta, sermayeye kar üstüne kar sağlarken üretici her gün yoksullaşmakta ve sömürü çarkını daha da vahşi hale gelmektedir.
Tarım işçileri de sömürülüyor
Genç nüfus izlenen bu politikasızlıklar nedeni ile çay ve fındık tarımından uzaklaşmakta. Böylelikle aile tarımı olan çay ve fındık tarımı ailenin yaş almış üyelerine kalmaktadır. Tamamen beden gücü ile yapılan çay ve fındık tarımı coğrafyamızın arazi koşullarının zorluklarını da göz önüne alınca zorunluluk dışında ek gelir olarak yapılmaya çalışılıyor. Bu da toprak bakımsız hale geliyor ve ne ürün verirse diye bakılmaya başlanıyor. Bölgedeki genç nüfus çay veya fındık üretiminden geçimini sağlayamıyor ve insanın doğasında olan daha varsıla ulaşmak için göç yollarına düşüyor, bu sefer toprağını bir çocuk gibi büyüten yaş almış nüfus ürünü tarlada bırakmamak için kendince çözümler üretmeye çalışıyor. Bu durumun kısmi çözümü olarak görülen ortakçılık ve mevsimlik işçilik ise başka sorunları ve sömürü ilişkisini ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla tüm bu olumsuzluklara rağmen fındık ve çay tarımının sürdürülebilmesinin önemli koşulu mevsimlik tarım işçileri olmaya başlamış oluyor.
Ürünlerinin değerini alamayan üreticiler de mevsimlik tarım işçilerinin koşullarını veya işçilik ücretlerini kısarak başka bir sömürü çarkının oluşmasını sağlıyor ve insani olmayan koşullarda, düşük ücretle çalışmaya neden oluyor. Yani taban ücret sadece üreticiyi değil mevsimlik işçi olarak çalışmak zorunda kalan yoksul halkımızı da bir kat daha sömürülmesinin zeminini açıyor. Bölgede yoksul üretici halk sürekli yoksullaşırken, mevsimlik işçiliğin karın tokluğuna yapılmasının önü açılıyor ve sermaye kar üstüne kar elde ediyor. Devlet Hatça ananın dediği gibi biz isek, bu çarkın halktan yana değişmesi gerek. Yani üreticinin üretim yapması için kamusal politikalar geliştirilmeli stratejik ürün olarak gördüğümüz fındık ve çayımızın üretiminin sürdürülebilirliği sağlanmalıdır.
Böylelikle tarımdan uzaklaşmanın en önemli adımı atılmış olup uluslararası tekellere bağımlığımız ortaya çıkıyor. Bu kadar önemli olan piyasanın ithalat ile sürdürülmesi sağlanırken, bağımsızlığımızın sadece bu yazılarda ifade edildiğini görmeye başlıyoruz.
Oysaki bölgenin geleceği, Cumhuriyetimizin ilk yılarında büyük araştırma ve çabalarla ortaya çıkarılan çay ve fındık tarımının devamlılığındadır. Bunun için öncelikle üreticiyi koruyan çay ve fındık kanunları çıkarılmalı, ürünlerde kalite standartları belirlenmeli, tarladan sofraya kadar olan süreçte kaliteden ödün verilmemelidir. Çay ve fındık tarlalarını yenilenme çalışmaları yapılmalı, üretici bu konuda teşvik edilirken zararları kamu tarafından karşılanmalı, doğal tarıma geçişin adımları atılarak kimyasal gübrenin süreç içerisinde kullanımından vaz geçilmelidir.
"Zengine var da bize yok mi?"
Ülkemizde çay ve fındık stratejik ürünler olup tarımsal üretimin önemli bir parçasıdır. Stratejiktir çünkü en çok çay/fındık tüketen ülkeler arasında yer almakta hatta çayda tüketimde birinci ülkeyiz. Buna rağmen üretici düşük fiyatlar, eşit ve adil olmayan ticaret uygulamaları nedeniyle emeklerimizin karşılığını alamamaktayız.
Ancak kamucu politikalarla çay ve fındık tarımında devletin aktif rol almasını sağlayarak çiftçilerin ve üreticilerin çıkarlarını korumak mümkün. Zengine var da bize yok mi? derken özellikle aile tarımı olarak bilinen çay ve fındık tarımı (Coğrafyanın elvermemesi ve arazi yapılarının küçük ölçekte olması bu durumu desteklemekte olup, toplumun tüm kesiminin bu tarımla uğraşmasını sağlamakta. Uygulanacak doğru politikalarla bölge halkının bütünlüklü olarak kalkınması, asgari olarak eşit düzeyde gelişim göstermesi mümkün olacaktır. Yani kısacası arazi tekelleri olmadığı gibi bu ürünlerde de üretim aşamasında tekelleşmek daha zor olacaktır.) ile uğraşan çiftçileri desteklemek ve tarımsal üretimin sürdürülebilirliğini sağlamak mümkündür.
- Fındık ve çay üreticilerine devlet desteklerinin ve sübvansiyonların artırılması, üretim maliyetlerinin düşürülmesi sağlanmalı.
- Doğrudan gübre desteği verilmeli ve kademeli olarak kaldırılmalı, tarım alanlarındaki toprağın yorgunluğunu da göz önünde bulundurarak (toprak analizleri yapılmalı ve iyileştirilmeye gidilmeli.) doğal tarıma geçiş için çalışmalar yapılmalı.
- Taban fiyat uygulanmadığı için “serbest piyasa” denilerek özel sektör üreticinin elinden ürünleri istediği koşullarda, istediği fiyattan almaktadır. Çay ve Fındığın hasat zamanı geldiğinde uzun zaman bekletme imkânı yoktur. Hasat edildiğinde ise satılması zaruridir. Yasal düzenleme olmadığı için özel sektör fiyatı yarıya kadar düşürmektedir. Bu nedenle taban fiyatın altında ürün alan serbest piyasanın denetimi ve kontrolü sağlanmalı. Üreticilerin maliyetlerini karşılayacak ve üretimi devam ettirmesi için bir taban fiyat politikası yürütülmeli.
- Üreticilerimizin kooperatifler ve üretici birlikleri aracılığıyla örgütlenmesinin teşvik edilerek toprak analizleri yapılmalı ve bu yapılanmaların üreticinin haklarını koruyacak yapıda olması sağlanmalı. Kooperatiflerin güçlendirilmesi ve desteklenmesi yoluyla üreticiye pazarda daha güçlü bir konuma getirilmeli.
- Üreticilerimizin toprak sahibi olmasını kolaylaştıracak arazi reformları yapılmalı ve tarım arazilerinin korunması ile verimli kullanımı sağlanmalı.
- Özellikle çay ve fındık tarımıyla uğraşan üreticilerin sosyal güvenlik haklarının iyileştirilmesi hedeflenmeli ve tarım sigortasının tercih edilir duruma getirilerek genç nüfusun çay/fındık tarımı ile uğraşması teşvik edilmeli.
Çözümsüz değiliz, mutlaka çözüm vardır!
Çözüm; siyasal iktidarların sermaye lehine değil üretici işçi ve üreticilerimizin lehine politikaları hayata geçirerek, sosyal devlet anlayışıyla sorumluluk duyulmasından geçmektedir. Bunun için işçisini, üreticisini, kısacası insanını ve ülkesini sevmek gerekmektedir. Üretenin yönetimde söz sahibi olmasını sağlayarak, tüm karar süreçlerinin demokratikleştirilmesidir sömürünün önüne geçecek olan.
(EÇ/Mİ)