Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti hazırlık sürecine sermaye temsilcilerinin de katıldığı, yeni ekonomik fiziki teşvik sisteminin ana hatlarını açıkladı.
Yeni teşvik sisteminin öncekilerden farkı, çok kapsamlı olması ve belli miktardaki hemen her tür ve sektördeki ekonomik yatırımın, sanayiden, tarıma, özel okuldan hastaneye kadar teşvik edilmesi. Ayrıca hemen bütün fiziki teşvik unsurları bu sistemde devreye sokuluyor: Vergi, sosyal güvenlik primi, faiz, dolaylı kredi, arazi, yer tahsisi...
Devletin sağladığı fiziki ve fiziki olmayan (standart dışı üretime, sigortasız istihdam ve benzeri uygulamalara göz yumma) teşvikler, her zaman Türkiye'de (ve dünyada) sermayenin birikiminin vazgeçilmez bir unsuru oldu.
Teşvikler, esas olarak iki önemli noktada işlev gördü. Birincisi özel sektörün tümü için, özellikle kriz dönemleri veya işçi hareketinin yükseldiği konjonktürde, kârların gerilemesine karşı kritik bir işlev görmesi. İkincisi sermayeler arası rekabette bazı sermaye gruplarına avantaj sağlaması.
Belirtmeliyiz ki teşviklerin, sermaye birikiminin ve rekabetin evrensel yasalarını değiştirme gibi bir rolü olamaz, olmamıştır da. Fakat sermaye birikiminin genel eğilimini, hızını, zaman zaman istikametini de önemli ölçüde etkilemiştir.
Yeni teşvik sisteminin detayları henüz belli değil ama gerek bütün sektörleri kapsaması bakımından, gerekse belli bir miktarda hemen her yatırıma ek avantajlar sunduğu için sermaye birikim hızına belli bir ivme katacağını söylemek abartı olmaz.
Teşvik sisteminden yararlanmak için başvuran her şirketin yatırım yapmayacağını, küçümsenmeyecek bir kısmının arazi, arsa, vergi avantajlarından yararlanmak istediğini daha önceki uygulamalardan biliyoruz. Ama özellikle sanayi şirketlerinin önemli bir kısmı rekabetin evrensel yasalarının baskısı altında, 'daha fazla büyümek' zorundalar ve bunu sağlamak için gerçekleştirmek zorunda oldukları yatırımlarını 'yeni teşvik sisteminin yol göstericiliği' çerçevesinde yapmaya yöneleceklerdir. Bunun yanı sıra yeni teşvik sisteminin, yerli ve uluslararası pek çok sermayedarı 'yeni yatırım' yapmak için cezbedeceği de muhakkak.
"Taşeron sistemi" yaygınlaşacak
Bu noktada 'yeni teşvik sisteminin yol göstericiliği' işçiler, sendikalar, kamu çalışanları kısaca çalışma hayatının bütünü için büyük önem taşıyor. Çünkü teşvik sisteminin görünür amaçlarından biri işsizliği azaltmak, yani istihdamı artırmak. Ama teşvik sistemi artan yatırımlara bağlı olarak istihdamı belli ölçüde artırırken, 'düşük ücretli, iş güvencesiz ve taşeron sistemi'nin yaygınlaşmasına neden olacak. Bu sonucu, teşvik sisteminde sigorta, gelir vergisi biçimindeki fiziki desteklerin asgari ücret temel alınarak yapılacak olmasından, istihdam garantisinin verilmemesinden ve kamu sektörünün altyapı yatırımlarını taşeron sistemiyle yapmaya devam edecek olmasından anlayabiliyoruz.
Diğer yandan, 2001 krizinden sonra emek sürecinde oluşan 'sabit sermaye-ücretli çalışan (değişmeyen sermaye) dengesi' de buna işaret ediyor. Şöyle, 2001 Şubat ekonomik krizinden sonra ücretlerin reel olarak keskin düşüşüne, çalışma sürelerinin fiilen uzaması, kitlesel işten çıkarmalar ve 'emek yoğunluğu'nun artışı eşlik etti.
Bunun anlamı, 'daha düşük ücretle, daha az işçiyle, daha çok ürün üretilmesi' demekti. AKP iktidarı emek sürecindeki bu yeni dengeyi gayet başarılı biçimde korudu hatta ileriye götürdü. 2008-2009 krizinde bu süreç, verilen ek teşviklerle (kısa çalışma ödeneği, gelir vergisi ve sigorta prim desteği vb) tahkim edildi. Özel sektör, sabit sermaye yatırımlarını emek sürecindeki bu eğilimi dikkate alarak gerçekleştirdi. AKP iktidarında iş güvencesinin zayıflamasının, taşeron sisteminin yaygınlaşmasının, iş güvenliğinin en sıradan kurallarına dikkat edilmemesinin arka planında işte bu süreç var.
Asgari ücret ortalama ücret olacak
Şimdi, yeni teşvik sisteminin hızlandıracağı sermaye birikimi, yeni istihdam artışına yol açtıkça, Türkiye çalışma hayatında iş güvencesizliği daha çok yaygınlaşacak, asgari ücret, Türkiye emekçilerinin ortalama ücreti olmaya doğru daha fazla ilerleyecek ve iş güvenliği daha fazla sorun haline gelecek.
Ve ayrıca teşvik sisteminin özel sektöre doğrudan (maddi kaynak aktarılması) ve dolaylı (vergi ve sigorta prim gelirlerinden mahrum olunması) kaynak aktaracak olması devlet bütçesinden eğitim, sağlık sosyal sigorta ve diğer sosyal ve sosyal-alt yapı yatırımlarına daha az kaynak ayrılmasına yol açacak. Hatta yeni vergiler ve zamlarla teşvikler için aktarılan kaynakların telafisi yoluna da gidilebilecek. Dolayısıyla teşvik sisteminin finansmanı da emekçilerden sağlanacak.
İşçi hareketinin en organize örgütleri sendikaların bu sürece karşı bir tutum almaları, işçi tabanını ve kamuoyunu doğrudan bilgilendirmeleri gerekmiyor mu?
Sendikaların tüzüklerinde yalnızca üyelerinin değil bütün çalışanların çıkarlarını ifade etme hükmü yok mu?
Ve hatta 12 Eylül artığı Sendikalar Kanunu bile, sendikaları işçilerin ortak çıkarlarını savunduğunu dolaylı olarak kabul etmiyor mu?
Sendikaların bu 'teşvik sürecine' aktif olarak dahil olmaları süreci emeğin lehine değiştirecek bir mevzi elde etmeleri gerekiyor. Hiç kuşkusuz 'sosyal diyalog' ile değil. Eğer sosyal diyalog yolu kullanılacak ise bunu lütfen, tabandaki işçilerle bağ kurmak için kullanmalılar. Diğer yandan kıdem tazminatı hakkının korunması, esnek istihdamın (özel istihdam büroları gibi) engellenmesi gibi acil sorunların teşvik sürecinde yeni istihdam edilen işçiler iş güvencesiz kaldıkları sürece tam bir çözüme kavuşamayacağını hatırda tutmak gerekir.
Sendikaları yöneten sendika bürokrasisi kendi çıkarlarına halel gelmediği sürece, emek sürecindeki olumsuzluklara karşı ne geçmişte harekete geçti, ne de bugün harekete geçecek. Bunu deneyimlerimizden biliyoruz. Ama sendikalar harekete geçmeden çalışma hayatının bütününü dolaysız olarak ilgilendiren değişimlerin durdurulması da mümkün görünmüyor.
Sendikaları yalnızca, emeğin sırtına yapışmış bürokrasi mi harekete geçirebilir. Hayır, tabandan yükselen öncü işçilerin rehberlik yaptığı gerçek işçi hareke ide bunu sağlayabilir. Yeni teşvik sistemine karşı aşağıdan yukarıya doğru işçi hareketinin hareketlenmesi bir yandan çalışma hayatında yeni kazanımlarını kapısını açarken, diğer yandan sendikalara çöreklenmiş sendika bürokrasisinin fırlatılıp atılması için de bir fırsat olabilir. Bu sendikaların gerçek işlevine kavuşması için de zorunlu bir süreç.
* Erhan Bilgin, İktisatçı ve sosyal politika uzmanı.