Kimilerince mikro tarih deniyor, ben insan teklerine, tekil kurumlara ve eşyalara ait hikayeler diyeceğim. Çokça örneği var. Michel Foucault’nun yaptığı çok başka bir şeydir, o iktidar tarihçisidir. İnsanlar, kurumlar ve eşyalarla her yerde olduğunu ileri sürdüğü iktidar ilişkisini görünür kırmak için ilgilenir. Bu ikincisinde kurum, Anthony Giddens’ın verdiği anlamı yüklenir, kurum, sadece borsa, okul, hastane, mapushane gibi görünür yapıları değil, insanlar arasında tekrar edilebilen ilişkilerin tümünü kapsar.
Elbette, benim anlatacağım hikayenin ikisiyle de ilgisi yok.
Bir kurum olarak yağmur duası
Daha öncesi de var. Tek tanrılı inanışta kurumlaşmasının kökleri Musa’ya kadar uzanıyor (1). Musa, yağmur duasına çıkıyor. Sonra bütün tek Tanrı’lı dinlerde tekrar edilmiştir. Bu dinlere inananlar kuraklık tehdidiyle karşılaştıklarında, dini öncüleriyle (haham, rahip, imam) yağmur duasına çıkarlar. Musa’yı esas alacak olursak, bu kurumun binlerce yıldır sürdüğü söylenebilir.
Türkiye, bazı büyük şehirlerinde, susuzluktan kırılmaya başlayınca, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek bu binlerce yıllık kurumu hatırladı ve hemşehrilerini yağmur duasına çağırdı. Başkaları ne düşündü bilmem, ben, bu önemli bir çağrıdır diye düşündüm. Çünkü, susuz kaldım, her bakımdan.
Bir bilenden İslamda yağmur duası
M. Fethullah Gülen, 17 Ağustos 2007 tarihli Zaman gazetesinde, Kürsü başlıklı köşesinde, “Kuraklığın tek sebebi küresel ısınma değil” diyor ve devamla, benim aktarırken ister istemez basitleştireceğim şekilde, "Allah’a yeterince kul olmamamızı" temel neden olarak gösteriyor. Allah, isterse, eriyen buzulları yeniden yaratır, doğanın çehresi büsbütün değişir. Bu olmuyorsa, nedeni, Allah’ı unutmuş olmamızdır.
Türkiye’deki su sorununa ilişkin olarak da, çözüm olarak, dua etmeyi, Allah’a sığınmayı öğütlüyor. Yani yağmur duasına çıkın diyor. Hakkını yemeyelim, öyle televizyon kameraları önünde yapılan gösterilerin dua değil, gösteri olduğunu, dua gereğine uymadığını da ekliyor; Musa’dan, Ömer’den menkıbeler eşliğinde. Özetle; doğru dua edin, diyor, Allah size yağmur verecektir.
Zaman gazetesinin yazar kadrosundan bazı isimleri sayayım: Elif Şafak, Hilmi Yavuz, Selim İleri, Şahin Alpay...
Benim tutumum ve aydınlara çağrım
Dedim ya Ankara’da yaşayan ve susuzluk çeken ben, çağrıyı önemli buldum: Ben gibi “Tanrı sorusuyla uğraşmayı” hayatından çıkaralı çok olanlardan birinin tövbesi yağmur duasına daha bir anlam katacaktır diye düşündüm. Diğerlerini bilmem de, ben, Elif Şafak, Hilmi Yavuz, Selim İleri, Şahin Alpay’la birlikte -Mümtaz’er Türköne de gelirse sevinirim, ne de olsa hocamdır, imada bulunmadan söylüyorum, özü sözü birdir- yağmur duasına çıkabilirim.
Öyle kamera falan da olmasın, işin özüne uygun olsun. İlk duamızdan sonra yağmayacağı kesin. Onlar mutlaka tövbe etmiştir de, benim tövbem eksik. Malum, Hoca’ya göre tövbesi eksiklerin duası kabul olmaz. Ama öyle beni ayıklayıp duaya da çıkamazlar; beni de aralarına almaları gerekiyor.
M. Fethullah Gülen öyle diyor; benim bu işe gönüllü olmamdaki en önemli etken de bu zaten, bana “hadi sen tövbe et gel” diyememeleri. Duamızın kabul olması için, benim tövbesizliğimi ifşa edemezler, benimle birlikte bir daha tövbe etmeliler. Hoca, öyle diyor.
Komik mi? Ben, mizah yazarı değilim, ironi yeteneğim de zayıftır. Bence, trajik...
Buhranlarımız
Sait Halim Paşa’nın kitabının adıdır: Buhranlarımız... O zamanlar Fransızca konuşan aydınımızın beni etkileyen betimlemelerinden biridir.
Paşa, daha o zamanlar şimdi üzerinde çok konuşulan Doğu-Batı Sorunu üzerine gözlemlerde bulunmakta, açmazlara işaret etmektedir. 1983 yılında M. Fethullah Gülen de aynı başlıklı bir yazı yayınlıyor Sızıntı’da. Karşılaştırılamaz elbet, Gülen, yazısının sonunda pek umutludur, 12 Eylül gelmiş ve “Şimdi, bütün milletçe, bu zararlı akımları ‘nötr’ edecek; hakikat’e saygılı, Hakk’ın hatırını her şeyden üstün tutan, akıl, izân ve insaf sahibi; dimağı aydın, gönlü nurlu, rûhu çok yukarılarda pervaz eden ve atalarımızdan tevarüs ettiğimiz bütün milli değerlerimize örf ve adetlerimize, sanat ve kültürümüze, ahlak ve terbiyemize saygılı ve hürmetkâr bir hasbiler kadrosu beklenmektedir.”
Bu kadro nihayet gelmiş, iktidarı ele geçirmiş ve statükocu sayılan diğer iktidar odaklarıyla yeni bir egemen blok oluşturma eşiğine kadar yaklaşmıştır. Sorun çözülmüş müdür? Sait Halim Paşa’ya baktığımızda, maalesef hayır: İşte biz beş kişi, yağmur duasına çıkabiliriz elbet ama sorun yani (bütün yan anlamlarıyla birlikte) “susuzluk” yerinde durmaya devam eder.
Burjuva Devrimleri
Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i adlı eserinde, burjuva devrimlerinin nihai ufkunu betimlemiştir: “...bunlar kısa ömürlüdür, kısa sürede son noktalarına ula(şırlar) ve toplum kendi fırtınasının ve gerilim dönemlerinin sonuçlarını henüz ayık kafayla öğrenmeden, uzun bir depresyon yakasına yapışı(r).”
Türkiye’de kapitalizme geçiş, diğer geçişler gibi, ama özellikle Fransa ve İngiltere örneklerinden ayrıştıkça artan oranda özgüldür. Bu özgüllüğü işaret edecek ve tipik bir burjuva siyasal devrimi dönemi bulunamayacağını da ima edecek şekilde, bu özgül geçişi, Prusya Tipi Geçiş olarak adlandıranlar bulunuyor (Bkz. Mustafa Bayram Mısır, Meşrutiyetten Cumhuriyete: Kapitalizme Prusya Tipi Geçiş, Praksis(5), 217-255)
Türkiye’de geçişi gerçekleştirenler, bir on yıl süren “radikal” evrelerinde, yağmur duası gibi kurumlara savaş açmakla yetinmişlerdi. Aydın da bu dönemde, Sait Halim Paşa’nın analizlerinde olduğu şekliyle, çeşitli git geller içinde, ama sonuçta geçişi gerçekleştiren elitin bir parçası olarak ya da başka deyişle, Kapitalizme Prusya Tipi Geçiş makalesinde geçişin bir özelliği olarak sayıldığı gibi “devlet sınıfları içinde doğ(muş) ve devlete bağımlı olarak geçiş ideolojisini üret(miş); bazen de asker-sivil bürokrasi olarak geçişin yürütücüsü olarak görün(müştü).”
Cumhuriyetin ilanı ile başlayan radikal evrede, yağmur duası gibi kurumlar karşısında, geçiş elitlerine her türlü dayanağı sağlayan aydının rolü, kapitalizm eski toplumdan kurtuldukça elbette değişti. Değişti ve şimdi, düştüğü hal, benim yağmur duası çağrıma katılıp katılmamak arasında bocalamaktan ibarettir. Bu sadece sayılan isimler için söz konusu değil elbet, AKP iktidarında bir “muhafazakar devrim” gördüğünüzde, dua çağrımı es geçemezsiniz.
Kültürel Analiz mi?
Bağımlı sınıflar, yağmur duasına binlerce yıl çıktılar. Bugün, egemen blok içindeki yerlerini sağlamlaştırmaya çalışan Gülen’in “hasbiler kadrosu”nun, “yağmur duası” çağrısı, basit bir gösterge değildir. Bu çağrıyı daha da önemli kılan, örneğin, Melih Gökçek’in bu çağrısının son derece “anlayışla” karşılanması, sadece devrimci gençlerin bir eylemle karşılık vermiş olmasıdır.
AKP iktidarını, bu tür göstergeler üzerinden görünür kılmak, sınıfsal analizden kültürel analize kaçmak değil -ki muhafazakar devrim diyenler kültürel analize kaçalı yıllar olmaktadır-; basitçe, iktidarın sınıfsal içeriğinin her düzeyde görünür olmasına katkı sunmaktır. Ertuğrul Ahmet Tonak, Birgün Gazetesi’nin Zaman’la aynı tarihli nüshasında, “Damlaya Damlaya Sermaye” yazısında, son derece berrak şekilde, “Kapitalizm çevreyi tahrip edebildiği kadar tahrip ettikten sonra, kalan su kaynaklarına da Dünya Bankası kredileriyle el koyunca, biz fakirlere de çözümü yağmur duasında aramaktan başka bir yol kalmamış oluyor...” diyerek, yağmur duasına çıkma çağrısı ile sermaye arasındaki kopmaz ilişkiyi ortaya koymuştur.
Kabul görür mü?
Elbette sorun, yağmur duasına çıkın diyenlerle sermaye arasındaki kopmaz ilişkidir. Ama fazlası da var ki, o da, sosyalizmin eleştirel bilincini kaybetmeden iyi kötü diyalog içinde kalmayı tercih edeceği aydınlanmacı geleneğin Türkiye’de bütün cılız filizleriyle kuruyup gitmiş olmasıdır. Türkiye’de cılız da olsa var olan aydın dinamiğinin yağmur duası hegemonyası altına girmiş olmasıdır.
Bu tabloda, sermaye karşısında pozisyon almadan laiklik diye ağlanmanın ve Gülen’i yaratan 12 Eylül rejiminin arkasına düşmenin bir faydası yoktur. Özcesi, en fazla, yağmur duasının laik imamlarla yapılmasını isteyebilecek olan Cumhuriyet gazetesi artık hiçbir şekilde ciddiye alınamaz.
Ciddiye alınabilecek olan Zaman gazetesidir. O yüzden sermaye su kaynaklarını yağmalarken halkımızı yağmur duasına çağırma görevi Melih Gökçek’e; pek demokrat “aydınlarımızı”, sermayeye karşı mücadeleye değil de, yağmur duasına çağırma görevi ise bana düşmüştür. Elbette duayı Amerika’da, Hocamızın yol göstericiliğinde edeceğiz. Gelirler mi, gelseler kabul görür mü; onu da “Tanrı sorusuyla hala uğraşmaya devam edenler” bilebilir.
Benim halka çağrım ise olsa olsa “aydınlar dahil bütün ayak bağlarınızdan kurtulun ve sermayeye karşı kendi iktidarınızı hemen şimdi, her yerde kurun” demektir. Hepimizin her anlamdaki susuzluğunu giderecek olan budur.(SE/EÜ)
(1) Kolay ulaşılabilir bir makale olarak, bkz. Prof. Dr. Erman Altun, “Adana Yağmur Yağdırma Törenlerinde "Boğa Dede, Bulut Dede ve Tosun Dede Kültü”