Sosyolog ve siyaset bilimci Prof. Dr. Şerif Mardin'in 6 Eylül'de hayatını kaybetmesinin ardından, Ayşe Öncü’nün, 14-15 Kasım 2014 tarihinde, SOMDER (Sosyoloji Mezunları Derneği) nin “Sosyoloji Kendisini Tartışıyor” başlıklı konferans sunumunu yayınlıyoruz.
Şerif Mardin, yarım yüzyıllık akademik yaşamı geride bırakırken, çalışmalarıyla hala gündemde kalabilen, daha da ötesi, gündem belirlemeye devam eden bir düşünce insanı.
Her biri neredeyse 20 baskıya ulaşan kitaplarıyla, Türk modernleşmesi etrafındaki akademik tartışmalarda, temel referans noktası oldu, olmaya da devam ediyor.
Bugün Şerif Mardin’in şahsiyeti ve fikirlerini, farklı siyasi çevrelerce benimsenmiş, kanon haline gelmiş okuma biçimlerinden ayıklamaya çalışmak, çok zor. Zaten kendi eserleri dışında, onun çalışmaları hakkında kaleme alınmış pek çok makale ve tez var. Ayrıca kendisiyle yapılmış söyleşiler çeşitli zamanlarda, farklı mecralarda yayınlandı. Benim bir çırpıda, yepyeni yorumlar getirmem söz konusu değil.
Konuşmamda Şerif Mardin’in olgunluk dönemi sayılabilecek 1960-1980 evresine yoğunlaşıp, bu döneme hakim düşünce ikliminde yaptığı çalışmaların, öncü niteliklerini vurgulamak istiyorum. Bu dönemdeki incelemelerinin üç yönüne ya da özelliğine ayrı başlıklar altında değineceğim:
(1) Toplumbilimlerine bütüncül yaklaşımı (ya da “disiplinler-arası”, “disiplinler ötesi”, "çok-disiplinli" düşünmesi)
(2) İncelemelerinde "yorumsamacı" ve "içerden anlamayı" öne çıkaran epistemolojik/metodolojik yaklaşımı (ya da realist epistemolojileri sorgulaması)
(3) İktidarın kuruluş ve işleyişini temellendiren ve meşrulaştıran anlayış biçimlerini, düşünce kalıplarını, kültür kodlarının izini sürmesi (farklı bir ifadeyle, iktidar-kültür ilişkilerini bir alt-yapı/üst-yapı meselesine indirgemeden, birbirini besleyen yönleriyle sorgulaması) (Determinist, mekanik, tek çizgisel yorumlara karşı, “çoklu" bir modernleşme anlayışını gündeme getirmesi)
Bu özelliklerin her birini kısaca açmak istiyorum. Ama Şerif Mardin’in çalışmalarında bunlar bir bütün (sentez) oluşturuyor. Kullandığı kavramların zenginliği, düşüncelerinin çok katmanlı oluşu, bu özelliklerin birlikteliğinden kaynaklanıyor.
(1) Toplumbilimlerine bütüncül yaklaşımı
Şerif Mardin bilim dünyasında üç şapkası ile biliniyor: tarihçi; siyaset bilimci; sosyolog. Belki bunlara bir dördüncüsü de eklemek gerekir. Çünkü Boğaziçi Üniversite Kütüphanesinde Şerif Mardin’in ismi geçen tüm çalışmalar (hem kendi eserleri, hem de onun hakkındaki çalışmalar) Yakın Doğu Araştırmaları bölümünde duruyor. Yani kendisine “yakın-doğu uzmanı” kimliği de yakıştırılmış.
Eserlerini tematik olarak tasnif edecek olursak, çarpıcı denebilecek kadar uzun bir liste çıkıyor karşımıza: siyaset teorisi ve felsefesi; düşünce tarihi; ideoloji incelemesi, siyasi kültür, iktisadi düşünce tarihi, sosyal tarih ve sosyolojinin bir çok alt dalı. Ben bu konuların hepsinde Şerif Mardin’in çok önemli ve yeni şeyler söylediğini düşünüyorum.
Ama ‘tarihçi’ olarak değerlendirecek olursak, Şerif Mardin’in arşiv çalışmaları yapan, ana-akım tarihçilik anlayışından çok uzak olduğu açık. Siyaset bilimci dendiğinde ilk akla gelen – özellikle Türkiye’de – siyasi partiler, seçim sistemleri, seçmen davranışı gibi konularla (benim bildiğim kadarıyla) hiç ilgilenmiyor. Ayrıca, sosyolog olarak da, saha araştırmaları yoluyla Türkiye’nin sorunlarına ışık tutan, gelir dağılımı, işsizlik, eğitimde eşitsizlik gibi konularda çözüm önerileri getiren türden ‘tipik’ bir sosyolog olmadığı da açık.
Şerif Mardin’i mevcut sosyal bilimlerin herhangi birisinin ortodoks akademik geleneği içine yerleştirmek çok zor. Çalışmalarının özelliği, bu disiplinler arasındaki sınırları zorlaması, kemikleşmiş akademik paradigmaların ötesine geçmeye çalışması, kendi dilini, sorularını ve araştırma gündemini oluşturması.
[Dipnot: Bu bağlamda mutlaka okunması gereken bir kaynak, Taşkın Takış’ın “Sosyal Bilimlerin ‘Öteki’ Kutbu: Şerif Mardin ve Entelektüel Bir Harita” başlıklı yazısı. Bence bu yazı, Mardin’in düşüncesinin bütünselliğini çok güzel yorumluyor. Bkz. Şerif Mardin Okumaları, der. Taşkın Takış, Doğu-Batı Yayınları, # 38, s. 71-39]
Son yıllarda “çok-disiplinli” ya da “disiplinler-arası” çalışmalar yapmanın önemi herkes tarafından kabul görüyor. Ama pratikte bundan kastedilen, ekip çalışması. Tekil bir akademisyenin "disiplinler-arası" çalışma yapması çok zor, çünkü farklı disiplinlerin kavram dağarcığına, teorik diline hakim olmayı gerektiriyor. Şerif Mardin’in "bütüncül" yaklaşımı, kendisinin hem Osmanlı tarihi, hem siyaset biliminin kuramları, hem de sosyolojide farklı düşünce akımlarına hakim olmasından kaynaklanıyor. Anglo-Amerikan sosyal bilim anlayışı yanı sıra, Kıta Avrupası geleneğini iyi tanıyor. Osmanlıca, Türkçe, İngilizce yanı sıra çok iyi Almanca ve Fransızca biliyor. Ben kendi kuşağımdan sosyal bilimciler arasında, bilgi birikimin kapsamı ve derinliği açısından, Şerif Mardin çapında başka bir isim saymıyorum. Bence yok.
Kuşkusuz Şerif Mardin’in donanımı, köklü bir Osmanlı-ulema ailesine mensup olması, ayrıca kendisinin de dünya çapında tanınmış seçkin kurumlarda eğitim görmesiyle bağlantılı. Ama bence kritik olan, belli bir toplum bilim anlayışı ya da vizyonunu benimsemiş olması ve tüm kariyeri boyunca bu doğrultuda çalışmış olması. Ben şahsen Şerif Mardin’ın çalışma temposunu her zaman hayretle izledim, bildikleriyle yetinmeyip, sürekli yeni bir şeyler öğrenme çabasına – bugün hala – hayranlık duydum.
Şerif Mardin’in kendisi nasıl bir toplum bilim tasavvurundan yola çıktığını, Sabancı Üniversitesi kurulurken hazırladığı bir raporda söyle anlatıyor:
Sabancı Üniversitesi'nde görmek istediğimiz toplum bilimi bir taklit toplum bilimi değildir. Toplumbilim öğretimiz Türkiye’nin kendi özelliklerini modernliğin çerçevesini içinde nasıl şekillendiğini arayan bir toplumbilim olacaktır….. Ancak bunun yanında toplumbilimlere bakışımızda ikinci bir ana ilkeden bahsedebiliriz. O da toplumu incelemede kullanılan çeşitli yaklaşımların (siyaset bilimi, iktisat, sosyoloji, antropoloji, tarih, hukuk) birlikte kullanılma zorunluluğudur. Bu yaklaşım uzun zamandan beri Batı’da sözü edilen bir disiplinler arası etkileşim türüdür…
Disiplin “imparatorlukları” kurma eğilimi bütün dünyada üniversiter çabalara damgasını vurduğundan bu ideal nadiren gerçekleştirilebilmiştir. Fransa’da Ecole des Hautes Etudes en Science Sociale (EHESS) bu başarının sağlandığı kurumlardan biridir. Biz bu amaçla, enerjimizi toplum bilimlerinin her birinin egemenliğine harcayacağımıza, tümünün karşılıklı etkileşimini ilke olarak kabul eden bir kuruluş modelinden hareket etmek isteriz. Böyle bir etkileşimin devamını sağlamak ve bölüm imparatorluklarının kurulmasına mani olmak ise, çalışma çerçevemizin bölüm değil konu olmasıyla sağlanabilir. Bundan şunu kastediyoruz. Araştırılması çok önemli olan bir bir genel toplumsal alan seçer ve bilimsel kaynaklarımızın tümünü bu konunun irdelenmesine yöneltirsek, yapımızı bölüm ya da alt bölüm değil, incelediğimiz ve üstüne etkinliklerimizi teksif ettiğimiz bir konu olacaktır….
[Kaynak: Zafer Toprak, “Şerif Mardin ve Türk Modernleşmesi”, in Mardinizadeler ve Büyük Alim Ebül’ula Mardin, İstanbul: Mardin Valiliği Neşriyatı, 2011, s. 9]
Yukarda alıntıladığım paragraflar, hem Şerif Mardin’in disiplinler-arası toplum bilim anlayışını özetliyor, hem de bunu üniversite yapıları içinde, geleneksel disiplin sınırlarını aşan, belirli entelektüel hedefleri bulunan birleşik araştırma programları yoluyla nasıl gerçekleştirilebileceğini savunuyor. Şerif Mardin’in üniversite bünyesinde “bölümsüz” sosyal bilim çalışmaları önerisini hayata geçirme çabaları, bu kısa yazıyı aşan bir konu. [i]
Bu noktada durup, Şerif Mardin’in çalışmalarında "yorumsamacı" ve "içerden anlamayı" öne çıkaran epistemolojik/metodolojik yaklaşımı üstünde birkaç söz söylemek istiyorum.
(2) Realist epistemolojileri sorgulaması
Bugün sosyal bilimlerde "yorum" ve "anlama"yı ön planda tutan (yorumsamacı-"interpretive") diye nitelendirdiğimiz yaklaşımlar (dilerseniz metodolojiler) etnografik araştırmalardan, metin analizlerine kadar geniş bir yelpaze oluşturuyor. Bunların ortak yönü, realist epistemolojileri sorgulaması; "gerçeklerin", "doğruların" gözlemcinin dışında, kuru ve çıplak biçimleriyle "keşfedilmeyi" bekleyen bir kıta olduğunu varsayan "positivist" bilim anlayışından uzak durması. Şimdilerde, toplumsal gerçekliğin "inşa edilmesi", "kurgulanması" türünde ifadeler, sıradan sosyal bilimin bir parçası oldu. Ama Şerif Mardin’in araştırmalarına başladığı yıllarda, toplumsal olguları “nüfus”, “eğitim”, “göç” gibi başlıklara hapseden istatistiksel araştırmaların ne kadar revaçta olduğunu biliyoruz. Mardin’in o dönemde "anlam haritaları", "düşünce kodları", "toplumsal hafıza" gibi kavramlar kullanarak, kişilerin dünyayı kendi kalıplarına göre nasıl algıladıklarını sorgulayan, "yorum"a dayalı bir sosyal bilimin önünü açtı.
Taha Parla kısa bir değerlendirme yazısında, Mardin’in 1960’larda gerçekleştirdiği çalışmaların, tarih yazımına ne kadar önemli bir açılım getirdiğini vurguluyor:
Genç Osmanlılar, galiba Türkiye’de ilk sistematik belgesel araştırmadır, ilgili metinleri anektodal ve seçmeci biçimde değil, eldeki konunun ve yorumunun kapsamlı, tüketici kanıtları olarak.
…Reformist Genç Osmanlılar’ın kanatlarını oluşturan Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi ve diğerlerinin görüşlerini incelerken, hiçbir önemli eser vermemiş olsalar da, Mardin bu zevatın büyük hacim tutan gazete yazılarını ve risalelerini etraflı biçimde elden geçirir…..
…Benzerlikle, Şerif Mardin “Türkiye’de İktisadi Düşüncenin Gelişmesi”nde de ıslahat layihaları, gateler, dergiler, sefirlerin kitapları-anıları, dönemin önemli düşünürlerinin eserleri gibi çok çeşitli kaynakları inceleyerek, iktisadi sahada modernleşmeyi zorlaştıran sebepler üstünde durmuştur.
Taha Parla'ya göre Mardin’in metin analizlerinde betimleme düzeyinden, yorumlama/anlama/açıklama düzeyine geçişi, esas Jön Türkler ile gerçekleşiyor.
[Kaynak: Taha Parla, “Şerif Mardin’in Türkiye Düşünce Tarihine Öncü Katkıları”, Şerif Mardin’e Armağan, der. A. Öncü-Orhan Tekelioğlu, Istanbul: İletişim,2005]
Kuşkusuz bugün sosyal bilimlerin tüm dallarında, yazılı-görsel metin analizleri çok yaygınlaştı. Ama bu tür analizlerde, metinleri üretildikleri ve tüketildikleri ortamın anlam haritası içinde yorumlamak son derece zor. Derinlikli yorumlar çok ufuk açıcı olabiliyor. Hemen aklıma Cemal Kafadar’ın “mütereddin bir Mutasavvuf” başlıklı, çok katmanlı, bence şiirsel, makalesi geliyor. Ben kendi adıma, Nurdan Gürbilek, Jale Parla gibi edebiyatçıların çözümlemelerinden çok şey öğrendim, öğrenmeye devam ediyorum. Ama itiraf etmek gerekirse, çok yüzeysel kalan çalışmalar da üretiliyor. Şerif Mardin’ın farklılığı bu tür çalışmaları ilk gerçekleştiren kişi olmasından değil, anlam/yorum’a dayalı çalışmaların ne denli derinlikli olabileceğini göstermekten kaynaklanıyor.
(3) İktidarın kuruluş ve işleyişini temellendiren ve meşrulaştıran anlayış biçimleri, düşünce kalıpları, kültür kodlarının izini sürmesi
Bu başlık altında, Şerif Mardin’in tek bir makalesine, 1973 yılında Daedelus dergisinde İngilizce olarak yayınladığı “Center-Periphery Relations:A Key to Turkish Politics? isimli makalesi ne değineceğim.
Makalenin yayınlanmasının üstünden tam 40 yıl geçti. Pek çok sosyal bilimcinin işaret ettiği gibi, makale hala Türk siyaset sosyolojisinde bir mihenk taşı olarak önemini koruyor. Güncel okumalara kapı açıyor.
Makalenin ne anlamda, nasıl güncelliğini koruduğunu tartışmadan önce, yayınlandığı dönemin duşünce ortamına değinmek istiyorum. Şerif Mardin bu makaleyi kaleme aldığı sıralarda - 1970’li yılların başlarında - henüz Edward Said’in Orientalizm kitabı yayınlamamıştı. Said’in Orientalizm kitabının yayın tarihi 1978. Said’in kitabı eleştirel düşüncede Marx’dan, Focault’ya doğru yönelişte bir eşik noktası sayılabilir. Bugün Orientalizm-ötesi, “post-kolonial” eleştiri olarak isimlendirdiğimiz literaturün ilk tohumlarını attı. Hindistan tarihinin alternatif okumalarını yapmak üzere Ranajit Guha önderliğinde Yeni Delhi’de kurulan kolektif çalışma grubunun ilk derlemesi, Subaltern Studies: Writings on South East Asian History and Society, 1982’de yayınlandı. Bu derlemede yazıları yayınlanan genç tarihçilerin isimler (Gyan Prakah, Giyatri Spivak, Dipesh Chakrabarti) bugün dünya çapında meşhur – çalışmaları derslerde okutuluyor. Kısacası, bu gün dağarcığımızda olan, “Orientalizm”, “Oksidentalizm”, “Madunlar”, “alternif-moderniteler” ya da “çoklu moderniteler” gibi kavramlar, esas itibariyle 1980’li yıllarda yaygınlaştı. Özetle, Şerif Mardin “Çevre-Merkez” makalesini kaleme aldığı sırada, bu tartışmaların hiçbiri ortada yoktu. Kendi tabiriyle “ithal” toplum bilim yapmıyordu.
[Dipnot: Mardin’in makalesinin ilk Türkçe tercümesi 1984’de yapıldı, ve esas itibariyle 1980 darbesinden palazlanan modernite eleştiriyle birlikte makaleye önem ve değer atfedilmeye başladı. Makalenin Türkçe okurla buluşması, yayınlanmasından 10 yıl sonra oldu. ]
Mardin kendisi bu ve aynı sıralarda kaleme aldığı makalelerde eleştiri hedefinin, ya da muhatabının, 1960’lar ve 1970’lerde Türkiye’de hakim görüş olan tek-tip, tek yönlü, evrensel "gelişme" anlayışı idi. Şerif Mardin Syracuse Üniversitesi tarafından yayınlanan kitap için kaleme aldığı kısa giriş yazısında şöyle ifade ediyor bunu:
Bu kitapta yer alan makalelerin çoğuna ortak "görünmeyen" (latent) bir tema var: hepsinin kaynağında Türkiye’de 1960’lar ve 1970’lerde, sosyal bilimcilerin, kamu alanında yaygın görüşler doğrultusunda, ileri sürdükleri açıklamalara alternatif oluşturacak ipuçları arayışından kaynaklanıyor. Bu bakış açıları arasında şunlar vardı: Türk sosyal ve siyasi tarihinin “Marksizan” versiyonları; inanç sistemlerinin tarihin verileri arasında sayılamayacağını ileri süren positivist yaklaşımlar; Türklerin artık Batı dünyasının bir parçası haline geldiğine dair yaygın kanaat; ve nihayet “bilimin” açtığı “yolu” hiç şaşmadan izledikleri takdirde, Türklerin Fransızlardan ve İngilizlerden farksız hale gelecekleri…..Türk modernleşmesinin kaçınılmaz olduğunu ileri süren bu muhtelif versiyonlar, bana çok indirgemeci geliyordu….
[Kaynak: Şerif Mardin(2006). Religion, Society and Modernity in TURKEY, New York: Syracuse University Press]
Mardin’in determinist, mekanik, çizgisel bir tarih anlayışına karşı, modernlik olarak adlandırılan sürecin çelişkili ve çok yönlü yönleri üstünde durması, pek çok değerlendirme yazısında söylendi. Ama bence 2000’li yıllarda çoklu-modernite tartışmaları, artık “miyadını” doldurdu, kendini tekrar etmeden öteye geçmiyor. Ayrıca, Türkiye bağlamında da, en azından akademik camiada, Kemalist projenin ütopyacı ve reformcu niteliklerinin, tek-tip bir vatandaş yaratma çabası içinde, giderek tepeden inmeciliğe dönüştüğü, oldukça yaygın kabul gören, nerdeyse sıradanlaşan, bir eleştiri haline geldi.
Ama Şerif Mardin’in Merkez-Çevre makalesi bugün, 2014’de, bizleri yeniden düşünmeye sevkediyor. Makale çok basitçe sunu söylüyor. Cumhuriyet ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki kopuş, esas itibariyle asker-sivil bürokrat kadrolardan oluşan “laik” bir merkez ile, çevreyi oluşturan din temelli kültür kodları ve yaşam biçimleri arasında bir çelişki ve çatışma doğurmuştur diyor. Mardin bu çelişki nedeniyle, Türk siyasetindeki kutuplaşmanın, sağ-sol ekseninde değil, laik bir merkezin hegemonyasına karşı, din ekseninde mobilize olan bir "çevre" olarak kavramlaştırılması gerektiğini söylüyordu. Mardin bu merkez-çevre çelişkisinin Osmanlı modernleşmesi ile başladığını, Cumhuriyet ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki sürekliliği betimlemektedir. Bu anlamda Türk modernleşme deneyiminde Cumhuriyet hem bir kopuş, hem de bir sürekliliği betimliyor Mardin’in analizinde.
2014’de ise, 10 yılı aşkın bir AKP iktidarı sonunda, İslami değerlerin temellendirdiği hegemonik bir iktidar bloku var ortada. Şerif Mardin’in terimleriyle, dindarlık ve ona atfedilen değerleri yücelten bir "merkez" oluşmuş durumda. Bu durumda Merkez-Çevre çatışmasını, artık, "dindar" bir merkez ile "laik" bir çevre üstünden mi düşünmek gerekiyor? Yoksa artık merkez-çevre paradigması artık Türk siyasetinin “anahtarı” olarak geçerli değil mi?
Bu sorulara verilecek kolay cevaplar yok. Ama bugün Türkiye’de kendisini mevcut iktidara muhalif olarak konumlandıran grupların, "madunların", hangi kültür kodları etrafında mobilize olabileceğini düşünürken, Şerif Mardin’in çalışmalarının hala önemli bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum. (AÖ/BK)
[i] Bu bağlamda Emmanuel Wallerstein’in öncülük ettiği “Sosyal Bilimleri Açın” manifestosunu hatırlatayım. Rapor 1995 yayınlandıktan sonra hemen 1996’da Türkçeye tercüme oldu. Istanbul’da büyük bir toplantıya katıldığımı hatırlıyorum o sıralarda. Uzun boylu tartıştık, üniversitelerde bölüm duvarları arkasında, kendi kendini yeniden üreten kısır bir disiplin anlayışını eleştirdik. Raporda sosyal bilimlerin yeniden yapılandırılabilmesi için muhtelif önerilerden birisi, Şerif Mardin’in yukardaki paragrafta söylediklerine çok yakın düşüyor. Raporda, “Üniversite sınırları içinde, geleneksel disiplin sınırlarını aşan, birleşik araştırma programlarının, beş yıl gibi belirli bir süre içinde, fonlanması” öneriliyordu. Raporun yayınlanmasının üstünden 10 yıl geçti. Bu arada üniversitelerin bünyesinde pek bir değişiklik olduğunu söylemek zor. Tam tersine, hem özel hem devlet kaynakları üniversiteler dışında bir “think-tank” patlamasına neden oldu. Hükümetlerin desteklediği “dış politika” ve özel sektör kuruluşlar tarafından desteklenen “ekonomi politikaları” alanlarında ulus-aşırı bir “düşünce kuruluşları” ağı oluştu. Bkz. Sosyal Bilimleri Açın, İstanbul: Metis yayınları, 1996
Referanslar
Ahmet Öncü – İlhan Tekelioğlu, (derleyenler) Şerif Mardin’e Armağan, İstanbul: İletişim Yayınları, 2005
Mardin, Şerif, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, (Makaleler 1) Istanbul: İletişim Yayinları (1990 (1. Baski)
Ersin Kalaycıoğlu-Ali Yasar Sarıbay, (editorler) Türk Siyasal Hayati: Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, Ankara: Sentez Yayıncilik, (2014) 5. Basım (İçinde Mardin’in “Aşırı Batılılaşma” ve “Merkez-Çevre” makaleleri var)