BİA okurları büyük olasılıkla haberdardır ama kısaca hatırlatayım:
Serdar Kuni, Cizre/Şırnak’ta uzun süre hizmet veren bir tıp doktoru; 19 Ekim 2016’da gözaltına alındı, tutuklandı, Şırnak 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın ikinci duruşmasında (24 Nisan 2017) “terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçlamasıyla 4 yıl 2 ay hapis cezası verilerek tahliye edildi.
TIKLAYIN - DR. SERDAR KÜNİ ANLATIYOR: CİZRE'DE HASTALANAN NE YAPIYOR?
Tahliyeye çok sevindiğimizi söylemeye gerek yok ancak suçlama çok can sıkıcı ve tehlikeli hekimlik açısından. Tek tek hekimlerin karşı karşıya olduğu tehditten çok daha ötede sağlık hakkı ve insan hakları boyutuyla düşünüldüğünde toplumun tamamı için ürkütücü.
Suçlamanın temelini oluşturan iddiaya göre Dr. Serdar Kuni “terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek” fiilini “örgüt üyesi olduğu iddia edilen kişileri tedavi etmek” yoluyla gerçekleştirmiş.
Tedavi hekimlik pratiğinin bir parçasıdır ve hekimlerin bilgi ve tecrübeleriyle, tanılarına uygun olarak hastayı tedavi etmesi beklenir. Bunun tartışıl(a)mayacağını düşünerek suçlamanın kimin tedavi edildiği ile ilgili olduğunu anlıyoruz. Bir başka ifadeyle “sorunun” odağında yer alan “hasta” olmaktadır.
“Birçok tabip birliği kuruluş bildirgelerinde, hizmete ilişkin herhangi bir karar verirken, hasta için en iyi olanın her zaman ilk dikkate alınması gereken şey olduğu” belirtilir. Bu ifadeyle “tıp etiğindeki herhangi bir tartışmada hastanın merkezi rolü” vurgulanmaktadır (Dünya Tabipler Birliği Tıp Etiği El Kitabı)
“Hasta için en iyi olan”ı esas almak karar verirken gerçekten de sıklıkla yol gösterici olur. Ancak “karar” sağlık hakkı, insan hakları zemininde oluşturulmalıdır. Sağlık hakkını göz ardı eden “hasta için en iyi” ya da insan haklarını dikkate almayan “hasta için en iyi”nin hekimlikte yeri kuşkuludur. Bütün bu “tartışmalar” arasında günlük hekimlik pratiğinde, bir kez daha, hastanın kim olduğu sorusu öne çıkar.
Hekimler kuşkusuz ki hastanın kim olduğu ile ilgilidirler, olmalıdırlar. Ancak bu ilginin tek gerekçesi ve olması gereken sınırı kendisine başvuranın sağlık sorununu anlayabilmek ve gerek tanı koyma sürecinde gerekse de tedaviyi planlarken bu bilgiyi de göz önünde bulundurmaktır. Bunun dışındaki her gerekçe (maddi, adli, sosyal çıkar vb) hasta hekim ilişkisini “zedeler”. Cenevre Bildirgesi’ndeki “.., yaş, hastalık ya da engellilik, inanç, etnik köken,cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum ya da başka herhangi bir özelliğin görevimle hastam arasına girmesine izin verme”menin karşılığı, yine Cenevre Bildirgesi’nde yer alan “önceliği her zaman hastamın sağlığına vereceğim” ifadesiyle bütünlüğe ulaşır ve hasta-hekim ilişkisinde sağlık hakkı güvencesinin hekim sorumluluğunu büyük ölçüde tanımlar. (Elbette toplumun tamamı için sağlık hakkını güvence altına almak hükümetlerin ve yöneticilerin ödevidir).
Hekimlerin mesleği uygularken ve özel olarak da hasta-hekim arasında kurulacak güven ilişkisi hastanın kimliğine yönelik yüksüz/ön yargısız tutumla doğrudan bağlantılıdır. Bu yönüyle hasta hekimden sağlık nedeniyle “yardım” isteyen, hekim de profesyonel olarak/kaçınılmaz olarak bilerek ve isteyerek sorumluluk üstlenendir. Bu sorumluluk “sıklıkla yasalardan daha yüksek davranış standartları belirleyen etik(le)” ‘yaklaşımla’ yerine getirilir ve “ender de olsa hekimlerin, ahlaki olmayan eylemlerde bulunmalarını isteyen yasal düzenlemelere uymamalarını gerektirir.”
Etikle yasa arasındaki çatışmanın insan hakları temelinde sağlık hakkı yararına çözümlenmesi bu alandaki olumsuz örneklerin gündem yapılarak tartışılmasıyla sağlanabilecektir. Bu uğurda Serdar Kuni gibi kavrayışıyla hekimlik pratiğini birleştiren sağlık çalışanı örnekleri güncel ve tarihsel açıdan çok önemli katkı sunmaktadır. Serdar Kuni bir hekim/sağlık çalışanı kimliğiyle sonuç olarak sağlık hakkına sahip çıkmıştır.
“Birleşmiş Milletler Sağlık Hakkı Özel Raportörü Paul Hunt’ın bir raporunda belirttiği gibi, sağlık hakkının tam anlamıyla gerçekleştirilebilmesi ancak sağlık çalışanlarının konuya sahip çıkmasıyla mümkündür.
Oysa yapılan araştırmalar ne yazık ki sağlık çalışanlarının büyük çoğunluğunun böyle bir haktan haberleri bile olmadığını, haberi olanların büyük kısmının ise ne anlama geldiğini bilmediklerini ortaya koymuştur”. (Prof. Dr. Recep Akdağ Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı'nın Sunuş yazısından alıntı, Sağlık ve İnsan Hakları Üzerine 25 Soru 25 Cevap; Dünya Sağlık Örgütü 2002, Çeviri: Toplum Sağlığı Araştırma ve Geliştirme Merkezi Derneği 2007)
Yukarıdaki alıntıda da altı çizilen gerçek Türkiye’nin ve özel olarak da (Serdar Kuni gibi) hekimlerin talihsizliğidir. Bilinmelidir ki "sağlık hakkı sağlıklı olma hakkı demek değildir; (...) bunun gerçekleşmesini güvence altına almaktır".
Dileğimiz hekimler kadar/sağlık hakkını güvence altına alma ödevi olanlardan başlayarak sağlık hakkı ve insan hakları açısından herkesin sorumluluklarının gereğini yerine getirmesidir. (EB/HK)