Bundan tam 24 yıl önce, bir temmuz sıcağında yakalanmışlardı ölüme. Acımasızca kuşatılıp yakılan Madımak Oteli'nde 33 can, 33 ozan ve aydın, fiziken aramızdan ayrıldı.
Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında her yıl düzenlenen etkinliğin, bu kez Sivas’ta yapılması öngörülmüştü. Sivas, “Pir Sultan Abdal” denince sazının çalındığı kent olarak biliniyordu.
Banaz yerine kent merkezinde bu etkinliğin yapılmasının çok daha anlamlı olacağı düşünülmüş ve etkinliğe birçok sanatçı, şair ve yazar davet edilmişti.
Davet edilenlerden biri de Yazar Aziz Nesin’di. Nesin’in bu etkinlik için dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin tarafından özel olarak kente getirildiği biliniyor.
Etkinliğe davet edilen sanatçılardan biriydim. Ancak farklı kentlerde önceden planlanmış konserlerim nedeniyle katılamamıştım.
Etkinlik için yaşadığı Almanya’dan ülkeye gelen sevgili Hasret Gültekin ile bir tesadüf sonucu İstanbul’da karşılaşmış ve Beyoğlu Çiçek Pasajı'nda, bildiğimiz bir kokoreççiye gidip karnımızı doyurmuştuk.
Tarih, Haziran 1993'ün son günleriydi. Hasret’in Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmam için beni ikna etmeye çalıştığını hatırlıyorum.
Hazırlıklı ve artık cesurlardı!
Yazar Aziz Nesin, Hasret Gültekin, Muhlis Akarsu, Aşık Nesimi, Şair Behçet Aysan, Metin Altıok ve Uğur Kaynar, gazeteci Mehmet Atay, karikatürist Asaf Koçak, araştırmacı-yazar Asım Bezirci’nin de aralarında bulunduğu onlarca isim Sivas’taydı.
Başta Aziz Nesin olmak üzere aydın ve sanatçıların Sivas’a gelişi, şeriatçı, gerici grupları rahatsız etmeye yetmişti; önceden ciddi bir hazırlık yaptıkları sonradan anlaşılacaktı.
2 Temmuz günü örgütlü biçimde Paşa ve Meydan camilerine çıkan güruh, önce etkinliklerin yapıldığı Kültür Merkezine saldırıyor ve daha sonra kent merkezinde etkinlik kapsamında bir gün önce dikilen Pir Sultan Abdal anıtına yöneliyor, anıtı tahrip ediyorlardı.
Polisin olup bitenlere karşı destek niteliğindeki seyirciliği, cani güruhun cesaretini katlamasına ve Hükümet Meydanı'na yönelmesine vesile oldu. Etkinliğin kentte gerçekleşiyor olmasından valinin sorumlu olduğunu düşünen bu cani grup, sloganlar eşliğinde bu kez valilik binasını taşlamaya başlamıştı. Böylece sayılarını artırmayı başarmışlardı ve şimdi sıra sanatçıların sığındıkları Madımak'a gelmişti. Otelin önüne vardıklarında sayının 20 bini aştığı ifade ediliyor.
Madımak Oteli'nin önünde gelenlerin, aydın ve sanatçılara ait olduğunu düşündükleri araçları ateşe verip, oteli taşlamaya başladıklarını televizyon ekranlarında canlı olarak, şok içinde izledik. Kırılan camların ardından tutuşturulan perdelerle birlikte otel bir alev topuna dönüşüyor ve biz ekranların karşısında çaresizdik! Yangın sonucunda üst katlara sığınanların çoğu yanarak ve boğularak can vermişti. Bu vahşette 35 aydın ve sanatçı can verirken, aralarında Aziz Nesin’in de bulunduğu 51 kişi yaralandı.
Aradan geçen 24 yıl, Sivas Katliamı'nın acısını dindirmiş değil. Katliamda hayatlarını kaybedenlerin anısına otelin müzeye dönüştürülmesi talebi, devlet tarafından sürekli olarak reddedildi. Üstelik canlarımızın yakılarak katledildiği otelin bir bölümü yıllarca döner dükkanı olarak işletildi.
Müze talebinin ısrarla gündemde tutulması üzerine mevcut iktidar, bu kez oteli kamulaştırmak zorunda kaldı. Ancak kamulaştırılan otel, Sivas’ta katledilenlerin aileleri ve Alevi toplumunun beklentisinin aksine göstermelik bir platforma isimlerin yazılmasıyla sınırlı kaldı.
Bu da yetmedi, oteli ateşe verirken ölen iki katilin adını da kayıplarımızın isimlerinin yazılı olduğu yere eklediler.
Dava: Aklama süreci
Sivas Katliamı Davası'nın hukuki boyutunu anlatmaya kitaplar yetmez. Davanın, katilleri ve katliamı aklayan bir sürece dönüştüğünü bugün çok daha net olarak görüyoruz.
20 binin üzerinde caninin tekbirler getirerek gerçekleştirdiği bu katliamın ardından sadece 190 kişi gözaltına alınmıştı.
Zamanın Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde karara bağlanan davanın sonucunda katillerden bir bölümü uyduruk bir cezaya çarptırılmıştı.
Sanıkların avukatlığını dönemin Refahyol iktidarının Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın üstlendiğini unutmayalım. Aynı zat Bakanlığı döneminde bu katilleri cezaevinde ziyaret etmeyi de ihmal etmemişti.
Bu davayla ilgili katillerin avukatlığını yapan bazı şahıslar mevcut AKP iktidarında milletvekili oldu ve belediyelerde önemli görevlere getirilerek ödüllendirildiler.
Devletin işine geldi
Devletin tekçi yapısına itiraz eden, o yapıyı zedelemesi mümkün olan çevrelere karşı dinci grupları kışkırtmak, derin devletin de işine geliyordu.
Sistem sarsılacağına, geniş çevreleri Refahyol'a kanalize etmek daha kârlıydı.
Zaten Sivas Garnizon Komutanlığı ile Madımak'ın mesafesini bilenler için devletin buradaki rolü daha erken anlaşılıyor: Birbirlerine sadece 300 metreyi bulan uzaklıktalar. Devletle paralel olarak siyasal İslamcıların liderleri de, katliama giden sürecin zeminini hazırlamada sorumluluk sahibiydi. Sünnilere karşı Alevilere dönük ön yargıları yaratan, besleyenler de bunlardı.
Ne var ki, bu kesimler öz eleştiri vermek yerine, Alevileri, aydınları “tahrik etmekle” suçlayarak kendi sorumluluklarını kamufle etmeye çalıştılar.
Sivas Katliamı, insanlık tarihinin henüz hesabı verilmeyen büyük bir utancı olarak duruyor. 33'ü aydın, sanatçı, yazar 35 kişinin diri diri yakıldığı katliamın üzerinden 24 yıl geçti. Yaşanmış acılarla yüzleşmeyi ne yazık ki beceremeyen bir devlet geleneğiyle karşı karşıyayız. Yüzleşmek şöyle dursun, hâlâ katliam ve zorbalık peşinde olduklarını görmek acıları katbekat artırıyor. Öldürülen Alevi, Kürt veya bir başka öteki olunca, katillerin makam ve mevkiler verilerek ödüllendirildikleri tek ülke ne yazık ki Türkiye’dir. Katliamın en büyük acısını kuşku yok ki aileler yaşadı ve hâlâ yaşamaya devam ediyorlar.
“Polislerin gözü önünde”
Yazımı bu vahşetten yaralı olarak kurtulan Haydar Ünal’ın daha önce basına yansımış tanıklığıyla bitirmek istiyorum:
"Vahşetin içinde ince mızıka sesi geliyordu. Dramatik bir melodi çalıyordu. Sonra öğrendik ki, karikatürist Asaf Koçak durumumuzu anlatan bir melodi ile mızıka çalıyordu. Kalemden başka bir şey tutmamış aydınların elinde sopa vardı. Çaresizce kendilerini savunacaklarını düşünüyordu. Yeni bir çocuğum olmuştu. Onun gözlerini hatırladım ve o güçle kendimi attım balkona. İnanılmaz bir koku vardı içeride. Bu olayı yaşadıktan sonra çok ciddi psikolojik travmalar geçirdik. Bizi ceset teşhisine götürdüler. İyi ki gitmişiz. Halen yaşayan arkadaşlarımızı oradan çıkardık. Polise ve askere ‘dağıtın’ diye emir verilmiyordu. Polisin gözlerinin önünde otel ve onunla birlikte insanlar yakıldı. Aradan geçen zamanda hiçbir şey yapılmadı. Kendi kendimizi tedavi ettik." (FT/EKN)