Toplumsal gelişmeler doğanın uyanışına denk bir canlılık içerisinde! Günlük gazeteleri, televizyonların ana haber bültenleri'ni takip ederek dışarının baharını hissetmeye, yaşamaya çalışıyorum.
Özgürlük için isyan eden halkların coşkusu yüreğimde güller açtırıyor. Emperyalist saldırganların diktatörlerin savaş çığlıkları eşliğinde attıkları bombalar; öfkemi, isyanımı büyütüyor..
Gündem böyle yoğun olunca; her Cuma "Görülmüştür" damgalı bir mektupla sizlere gelmek, daima bir eksik kalmışlık duygusu yaratıyor.
Oysa biliyorum ki her mektubun bir sınırı olmak zorunda! Bu yarım kalmışlık duygusuyla tepemdeki bir avuç mavi gökyüzü ve ona eşlik eden güneşin aydınlığıyla hissettiğim baharın coşkusuyla voltaya vuruyorum kendimi.
Newroz görüntülerini izlerken "mutlaka yazmalıyım" diye düşünmüştüm; yazmak ve dayanışmak duygularımı iletmek istemiştim Sebahat Tuncel'e...
Günlerdir bir linç kampanyası sürüyor Sebahat Tuncel'in polis komiserine attığı tokat üzerinden. Ankara siyasetinin başlattığı bu linç kampanyasında Tuncel'in yalnız olmadığının farkındayım!
Ancak böyle hissedilen her bireyin, kurumun bunu ona ve Ankara siyasetçilerine hissettirmeli, göstermeleri gerektiğine inanıyorum. Özcesi paylaşmak şart! Paylaşma biçimlerinde ise, sayısız yöntem ve araç var.
Ve ne yazık ki, insan tutsak olunca, Kutsiye Bozaklar'ın dizelerindeki gibi; "Kelepçem bırakmıyor ki gülüm" hesabı araçlarda sınırlı oluyor. Bu nedenle Sebahat Tuncel'e yazdığım mektubu sizlerle paylaşmak istedim.
Sevgili Sebahat;
Merhaba... Umarım sağlık ve moralin yerindedir. Televizyon haberinde seni ilk izlediğim anda yazmaya, dayanışma duygularımı paylaşmaya karar verdim. Bunun için hafta sonun beklemedim.
Kararımın gecikmeme nedeni olduğunun farkındayım. Ancak, bilmelisin ki; "gidişatı, tartışmaları gözlememe" fikrinden kaynaklanmadı bu tercihim.
Daha en başından biliyordum; Adalet ve Kalkınma Partisi'nden Cumhuriyet Halk Partisi'ne, Milliyetçi Hareket Partisi'nden bilumum burjuva parti ve çevreler bu tokat meselesine sarılacaklardı.
Kişisel olarak sana, partine, Kürt halkına saldırılarına malzeme yapacaklardı. Öyle de oldu.
Onların saldırılarına dair şu an hak ettikleri cümleleri tekrar etmek; yıllardır halkına çektirdikleri acıları, baskı ve zulüm örneklerini sıralamak istemiyorum. Gerekli de değil zaten!
Sözüm en geniş anlamıyla bizden olanlara. Bu tür durumlarda bizden olan siyasi parti ve örgütle, aydınları, kadın örgütlerinin tavırlarına!.. Nedense göğüslerini gere gere bir savunma, dayanışma içerisine girmiyorlar. Ya "sükût ikrardan gelir" misali suskunluğu tercih ediyorlar.
Ya da "olmaması gerekirdi", " bir kadının tokat atması", "şiddete karşı olmak gerektiği" benzeri cümlelerle başlıyor açıklamaları. Ve ne yazık ki bu açıklamalarıyla durumu idare etmek adına "ezilenlerin şiddetinin bir hak olduğu", " meşru olduğu" doğrusunu yadsıyorlar.
Bilirsin bir gazetecinin deklanşöre basarak ölümsüzleştirdiği Edward Said'in İsrail askerlerine taşa atması; tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da onurlu bir aydın duruşu olarak nitelenip, savunula geldi.
Sıra bu coğrafyanın evlatlarına geldiğinde değerlendirmelerin anında değiştirildiğine tanık oluyoruz. Baskı ve zulmün her çeşidi ne maruz kalan Kürt halkının vekillerinin tokadı taşı; "olmaması gereken bir davranış" olarak nitelenip, mahkûm ediliyor.
Bu bir çifte standarttır. Bu bir haksızlıktır. Bu bir yanlışlıktır.
Bu nedenle, Bilgi Üniversitesi'ndeki gençlerin açtığı; " Hepimiz Densiziz" pankartını hakareti sahibine iade etmek gerektiğin düşünsem de, alkışladım!...
Sevgili Sebahat, Newroz'da tazyikli su, gaz bombası ve polis copuna maruz kalan halkının uğurladığı bu şiddete karşı gösterdiğin bu onurlu tepkiyi, isyanı izlerken; emin ol müthiş bir coşkuyla doldu yüreğim.
"Hadi çekin vurun beni, işte karşınızdayım!" diyerek baskıya ve zulme meydan okuyuşunla gurur duydum. Ve o tokadı karşısındaki bireye polis komiserine yönelmiş bir fiil olarak görmedim.
Hani Bilgi Üniversitesi'nde "polis memuruna değil, ama devlete bir tokat atmak isterdim" dedin ya! Gerçekten o devletin erkek egemen değer yargılarının, şovenizmin, ırkçılığın suratına indirdiğine inanıyorum.
Ben böyle algıladım böyle hissettim! Dolayısıyla, lafı eğip-bükmeden, tokatta somutlaşan halkın isyanını savunmak gerektiğine inanıyorum.
Bu mektubu da hapishaneden bir dostun düşünceleri dayanışma duygularını paylaşma isteği olarak kabul et lütfen...
Önümüzde zorlu bir sürecin halklarımızın beklediğini farkındayım. Doğanın başkaldırısına uyumlu, toplumsal devrimlere gebe bir süreç geçiriyoruz.
İnsanlığın geleceğine dair uslanmaz güzel düşler peşinde koşan seni ve tüm dostları sevgiyle kucaklıyor, yüreklerinizden öpüyorum...
Başarı dileklerimle... seninleyim.. sizinleyim.. (FE/EÖ)