Seninle tanışmadık Özgecan. Uğradığın tecavüz sonrası vahşice öldürülüp bir nehre atılana kadar senden haberdar değildim. Yaşın itibariyle benim kardeşim, öğrencim, arkadaşım olabilirdin. Internette dolaşan haberlerde ilk başta fotoğrafını görünce üniversite öğrencisi olduğunu anlamıştım. Bakışın, saçların, gözlüklerin… O kadar aşina bir yüzdün bana. İtiraf edeyim, ilk başta haberin başlığını da içeriğini de okumamıştım. Öyle hayat dolu, entellektüel bir yüz görünce bir üniversite öğrencisi ile ilgili bir başarı haberidir, dedim. Bir ara okurum, dedim ve geçtim. Sonra haber sürekli paylaşıldı, yorumlara baktım. Öldüğünü yazıyorlardı… O kadar uzak geldi ki bana senin o yüzünü ve ölümü aynı karede düşünmek…Sen sadece ölmemişsin halbuki. Bedenine, ruhuna, canına saldırmışlar. Seni defalarca öldürmüşler, Özgecan. Sen belki sana tecavüz ederlerken ölüp gitmeyi istedin, belki de o an öldün bile. Kadın olduğun için, bir dolmuşta yalnız başına evine gittiğin için tecavüze uğradığını ve öldürüleceğini düşünmedin bile belki. Çünkü normalde yaşadığın şeyler sebep-sonuç ilişkisi ile açıklanabilecek türden değil.
Ben bir öğrencimin veya arkadaşımın başına senin yaşadıklarının gelme ihtimalini bile hayal etmekten kaçarken, senin ölümünün, hele ki böyle ölmenin ne denli büyük bir acı olduğunu bilemem. Seni bu dünyadan öyle kolay, öyle kötü bir şekilde sildiler ki… Buna ne kadar üzülsem de ailenin, arkadaşlarının yaşadığı acıyı tahayyül edemem. “İçim sızlıyor, yüreğim yanıyor” seni düşününce ama yine de anlayabileceğimi sanmıyorum ne yakınlarını ne de senin son anlarını. Hayal etmeye çalışıyorum halini, ölmeden önce yaşamış olabileceklerini. Yapamıyorum. “Keşke olmasaydı sonu böyle” diyorum, sana bunu yapanlara ah ediyorum, kaçıyorum.
Senin ölümün bana korkularımı hatırlattı Özgecan. Bu pis dünyayı artık çoktan geride bırakıp gittin ama, bir toplumun öldüremediği kadınlara neler hissettirebileceğini senin dolayımınla hatırlatmak istedim. Bu toplum yaşamasına lütfen “izin verdiği” kadınların, sorunsuz ve özgürce yaşamasına izin vermiyor.
Bu dünyada en çok karanlıktan ve yalnızlıktan korkarım ben. Karanlıkta tenha sokaklarda dolaşmaktan, karanlıkta evde yalnız kalmaktan. Karanlıkta bir ses duymaktan. Karanlıkta bir apartmanın merdivenlerini çıkmaktan. Karanlık olmasa da evde yalnız kalmaktan. Karanlık olmasa da tanımadığım bir erkekle asansöre binmekten. Karanlık olmasa da kimsenin olmadığı bir sokaktan geçmekten. Karanlık olmasa da bir erkek yöneticinin odasına yalnız girmekten. Tek başıma bir bara gidip bir şeyler içmekten. Tek başıma sinemanın en son seansına bilet almaktan…Yalnız sinemaya gittiysem bir erkeğin yanına düşmekten. Bir ortamdaki tek kadın olmaktan korkarım. Otobüse bindiğimde tek kadın yolcu olmak, bir kafede tek kadın müşteri olmak, bir otelde aynı koridordan geçen tek kadın misafir olmak. Sabah erken saatte otobüs beklerken yolun kenarında uzun süre bekleyen tek kadın olmak. Bunlar benim için ciddi korku sebepleridir. Gölgemden değil kendimden korkmak gibi!
Otuz yaşındayım, ve şimdiye kadar bahsettiğim durumlarda bulunmaktan hep kaçtım. Kendimce önlemler aldım, alıyorum. Yalnız yaşadığım bir ara, Beşiktaş’ın göbeğinde yaşıyor olmama rağmen, gece üst üste geç kalırsam beni biri takibe aldıysa diye eve farklı farklı yollardan gitmeye çalışırdım. Taksiden önce inerdim veya, taksici evimi teşhis etmesin diye. Eve tamirci geldiğinde annem “Aman kızım, yalnız olduğunu anlamasınlar. Babanı ara, babanla muhabbet et, sık sık “baba” de konuşmanın içinde” derdi. Babamı arardım. Ayrı şehirlerde olmamıza rağmen babam da telefondan “Geliyor musun, baba? Ekmek de al gelirken, baba. On beş dakikaya mı geliyorsun, baba?” dedirtirdi bana ki adam babamın eve geleceğini sansın. Babama veya abimlere telefonla ulaşamadığımda bu telefon konuşmasını kendi kendime canlandırdığım da oldu. On beş dakikada tamirci gitmemiş olursa “Babam da trafikta kaldı herhalde” diye rol yaptığım da.
Yalnız başıma otobüs beklerken bir defasında durağın yanındaki çimleri biçen adam cinsel organına dokunarak garip hareketlerde bulunmaya başlamıştı. Taciz edeceğinden korktum, hemen öteki durağa yürüdüm. Bir kere otobüs bekliyordum. Uzun süre bekledim. Aynı araba önümden birkaç kere geçti, orada olduğumdan emin olmak istercesine. Başka bir otobüse bindim. Otobüs beklemekten korkar mı bir insan? Ben korktum. Şimdi tedirgin olduğumda eşimi arıyorum, telefonda konuşurken korkularımı öteliyorum.
Sonra mesela, asansöre binecek tek kadın bensem merdivene yönelirim. Merdivenden çıkarken etek giymişsem arkamdan bir erkek geliyorsa diye korkarım bu defa, bu sefer adımlarımı sıkılaştırırım. Bir sürü erkekle dolu bir dolmuşa bindiğimde suratıma yönelen saçma bakışları def etmek için evlilik yüzüğümü gösterdiğim anlar oluyor. Histerik bir şekilde sol elimle saçlarımı düzeltmeye çalıştığım, eldiveni çıkarıp alyansı göstereceğim diye uğraştığım anlar. Çok dolu olduğu için erkek yolcuların arasında ayakta kalmaktansa dolmuşa binmeyip taksiye bindiğim zamanlar... Geç vakit metroya bindiğimde erkek yolcu varsa etrafımda suratlarına nefretle baktığım zamanlar da oldu. “Ay, ne aksi kız!” deyip, bana dikmesinler bakışlarını diye. Bakışıyla, sözüyle, hareketiyle taciz etmesinden korktuğum erkeklere karşı verdiğim rutin mücadeleler bunlar. Biliyorum, bu korkular bana özel değil. Yöntemler de öyle. Ne kadar acınası bir hal, değil mi?
Yazdıkça ve okudukça kulağa daha da paranoyakça gelen korkularım ve saçma sapan taktiklerim oldu işte bu yaşıma kadar. Ben bu korkularla yaşarken kendimi kısıtlamayı öğrendim ve “kazasız belasız” hayatta kaldım. Toplumsal “değerlerin” içime zerk ettiği korkuları toplumsal “değerlere” uyarak yok etmeye çalışıyorum. Bu bana her istediğimi yapamadan yaşama hakkımı “teslim eden” bir yöntem. Kabulleniyorum, ben biat ediyorum. Çok onurlu ve sağlıklı bir yaşam biçimi değil, biliyorum ama bu toplumda başka türlüsünü kendim için hayal edemiyorum. Sana “Keşke sen de böyle yapsaydın”, demeyeceğim elbet. Bu yaşadığın vahşeti meşrulaştırmaktan öteye gitmeyecek, içi boş bir serzeniş olurdu, sana bu vahşeti yaşatan erkeklerin temsilcisi olduğu zihniyetin bir yansıması olurdu. Keşke başka bir dünyada yaşasaydık!
Ne garip değil mi Özgecan? Erkeklerden korkumu hayatımdaki erkeklerle yenmeye çalışıyorum. Babamın, abimlerin veya eşimin olmadığı bir evde kalmak bana hala korku verir. Bana zarar verecek erkek de birinin oğlu, babası, kocası, abisi oysaki. Özgecan, seni tanısaydım, o gün dolmuşa beraber binseydik, seni evine kadar bırakmak isterdim ama geri yalnız dönemezdim.
Ah Özgecan! Mahvedilmişsin, ölüp gitmişsin, benim korkularımın ne önemi olabilir ki? Bütün korkularımın somutlaşmış hali oldun, gittin. Senin tabutunu kadınlar omuzladı. Kendinde bir kadına onu öldürmek dahil istediği her şeyi yapma hakkını gören erkeklerin, bu erkekleri yetiştiren zihinlerin omzuna yük olabilecek misin? Senin ölümün hayatında bu korkuları tek bir kere olsun yaşamamış veya düşünmemiş erkeklere korku salsın. Korksunlar ki sen son ol. Ah Özgecan! Boğazıma düğümlendin, gittin. (HB/ÇT)