İstanbul'un "mutena" bir semtinde yaşayan 37 yaşında mimar bir kadının hayatı, Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde yaşayan ilköğretim okulu öğrencisi, 14 yaşında bir kız çocuğununkiyle kesişebilir mi? Geçtiğimiz hafta öğrendim ki, kesişebilirmiş.
Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde, arkadaşına yazdığı "seni seviyorum" yazılı not öğretmeninin eline geçtikten bir gün sonra korucu babasının silahından çıkan kurşunlarla yaşamını yitiren Meryem Sökmen, siyah beyaz fotoğraflarından bana bakıyor. O beni hiç tanımasa da ben onu tanıyorum. O kısa nottan, bana yeni bir hayat verirken onun hayatına mal olan o iki sözcükten, çok derinlerde kanayan bir yaradan biliyorum ben onu.
O Ağrıdaydı, ben İstanbul'da. O 14'ündeydi, bense 16. Okuldaydım. Güzel gülüşlü bir çocuk elime bir kağıt tutuşturdu, üzerine iki sözcük: "Seni seviyorum."
Buruşuk ve terli ellerde sıkılmaktan nemlenmiş o küçücük kağıt parçasında yazılı iki kelimeyi okuduğumda kalbim yerinden çıkacakmışçasına hızlanmıştı. O notu atmaya kıyamamış, her bir harfin her bir kıvrımını ezberlercesine okuyarak dönmüştüm eve. Öyle ki, o kıvrımlar, aradan geçen 21 yıla rağmen bugün bile gözümün önünde.
Annemin ve babamın telaşını fark etmemiştim heyecanımdan. Odama kapanmış, ödevlerimi yapmaya hazırlanmıştım. Ama o gün ve sonraki üç sene boyunca ders çalışamadım. Bir daha okula da gidemedim hiç. Arkadaşlarım? Birkaç kız arkadaşım dışında hiçbirini görmedim yıllar boyunca. Karşılaşmak da istemedim galiba...
Odama gelip "Akşam misafirlerimiz var" diyen annem yalın, basit, sakince anlattı olacakları:
"Bursalılarmış. Çok zengin bir aile. Oğlan üniversiteyi bitirmiş, askerden yeni dönmüş. Şimdi evlendireceklermiş. Güzel, zeki, akıllı, terbiyeli bir kız arıyorlarmış. Seni duymuşlar. Akşam gelip hem bizimle tanışacak hem seni görecekler."
Babam öğretmendi, annem lise mezunu bir ev hanımı... İstanbul'un hiç de fena sayılmayacak bir semtinde yaşayan "modern" bir aile... Duyduklarıma anlam veremedim önce. Sonra utandım, korktum, öfkelendim. Sonunda ikna oldum.
"Sözlüm"ün ailesi "İşi uzatmaya gerek yok" dedi; ailem gerekli yasal izinleri aldı. Karnemi bile göremeden Bursa'ya götürdüler beni. "Burası senin evin, biz de senin aileniz" dediler. Gençtim, sabırsızdım, mutsuzdum. İlk tokat kayınvalidemden geldi, ikincisi eşimden. İki yılın sonunda bir gün bakkala gidiyorum diye çıktım evden, çıkış o çıkış. İstanbul'da aldım soluğu.
Kapıyı annem açtı. Yüzüme bakınca anladı. Sonrası bir kara, bir derin boşluk: Boşanma davası, kavgalar, hakaretler... Ailem sessizce kabullendi geri dönüşümü. Destek de oldular aslında ama ben...Babama kızıyor, annemden nefret ediyor, kızkardeşime öfkeleniyordum. Arkadaşlarımdansa çok, çok utanıyordum. Sonra bir gün bir not düştü aklıma. Üzerinde "Seni seviyorum" yazan, buruş buruş, bir minik kağıt parçası... O zaman hatırladım düşlerimi, aslında kim olmayı, ne yapmayı istediğimi...
Üniversite sınavını kazanacak, mimar olacak, kendi büromu kurup güzel bir hayat sürecektim. "Kendi ayaklarımın üzerinde duracağım" derdim hep. Hayallerime yeniden inanabilmem biraz zaman aldı ama sonunda başardım.
Kararımı aileme açıkladığımda şaşırdılar önce. Sonra sevindiler yeniden soluk alışıma. Sınavlara babamın yardımıyla hazırlandım. Liseyi dışarıdan bitirdim, üniversite sınavını kazandım, mimar oldum. Kendi büromda iki arkadaşımla birlikte çalışıyorum artık. Evlendim, güzeller güzeli bir de kızım var. Rahatım da keyfim de yerinde. Hayatımı ellerimle kurmanın keyfini yaşıyorum ama bazı geceler gelip çörekleniyor üstüme sarı saçlı bir kız çocuğundan çalınan ilk gençliğin hatıraları.
Küçük bir kağıt parçasına yazdığı notla hayatımı ellerime veren o güzel gülüşlü çocuğu bir daha hiç görmedim. Yaralarım kabuk tuttu, izler giderek görünmez oldu. Ama bana yeni bir hayat veren o iki sözcüğün Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesinde 14 yaşında bir kız çocuğunun hayatına mal olduğunu öğrenmek, çok derinlerde bir yarayı kanattı.... (ŞB/BB)