"İnsan ne zaman ölür? Artık hatırlamadığı zaman... Başka? Artık hatırlanmadığı zaman..."
Hava yağmurlu... Bir sinema salonun önündeki insanlar ayakta, içerden gelen sese kulak kabartmaktadır... Ağıt sesleri duyulur... Öldürülen bir Kürdün ardından yakınlarının yaktığı ağıt sesidir duyulan... Ağıtları yakanlar Kürt kadınlarıdır... Onlarca kadının sesi tek bir ses gibi gelir, yağan yağmur damlalarının altında.
Yitirilen, kaybedilen bir bakışı arayan A, bu olaya, bu seslere, bu ağıda tanık olur yolculuğu sırasında… A'nın yolculuğunun başladığı yerdir burası... A, bir sinemacıdır... Yitirilmiş coğrafyası gibi adı yoktur... Coğrafyasındaki ilk sinema filmini çekmiş olan iki kardeşin (Manaki Kardeşler) kayıp üç rulosunu bulmak için yollara çıkar... Yolculuğu kişisel bir yolculuk olsa da coğrafyasının tarihini de yansıtır... O coğrafya ki iki dünya savaşının başladığı, soykırımların, savaşın, faşizmin, ölümlerin, açlığın, yoksulluğun, acının, gözyaşının, hayallerin, umutların çöküşünün, darbelerin yaşandığı en dehşet verici zamanların coğrafyasıdır... Her şey ve bir şey yitirilmiştir orada… Hiçbir şeyin olmadığı yerdir orası.
A, hiçbir şeyin olmadığı yerde yeni bir bakışa ulaşmak için yolculuğa çıkar... Yolculuğunun kentleri olur; Atina, Manastır, Üsküp, Plovdiv, Bükreş, Belgrad, Saraybosna... Savaşın, acının, ölümlerin, yalnızlığın sisin, puslu manzaraların, trenlerin, nehirlerin, çocukların, yağmurun, şemsiyelerin ve aşkın kentleri olup, A'ya eşlik ederler bu yolculuğunda.
A'nın bu uzun yolculuğunun en çarpıcı anlarından biri vedalaşmadan az önce ve vedalaştıktan az sonraki andır... A, yolculuğu sırasında tanıştığı kadınla yan yana, sessizce yürürler limana doğru... Sessizliklerine limandan taraf gelen sesler eşlik eder... O seslere ait görüntüler A'nın bakışlarına takılıp kalır... Kadının da bakışlarına takılır... Adımlarını yavaşlatırlar... Onların bakışları altında limandaki bir geminin içinde boylu boyunca uzanmış, parçalanmış, bölünmüş bir heykelin gövdesinin üzerine bir baş indirilir... Heykelin bedeni tarihin savurup attığı coğrafyası gibidir... İndirilen baş bir zamanlar ve o zamanlar bir umudu, bir hayali gerçekleştiren Lenin'in başıdır.
Parçalanmış, bölünmüş Lenin heykelinin bakışları altında kadın ve adam birbirlerine bakarlar bir başlangıcı ve sonu yokmuşçasına… Kadın, adamın bakışlarında kaybettiğini, yitirdiğini ararmışçasına yüzünün bütün ayrıntılarına dokunur... Sonra sarılır... Hem de sımsıkı sarılır… Adama sarılan kadının gözünden yaşlar dökülür... Adamın da gözlerinden yaşlar dökülür… Kadın, ağlayan adama "Ağlıyorsun" der... Adam "Evet, ağlıyorum... Çünkü seni sevemediğim için ağlıyorum" der.
Kadın susar bu söz karşısında... Bir şeyler demek ister ama diyemez... Artık vakti gelince ayrılığın, rüzgârla uzaklara sürüklenir bakışlar... Sözcüklere büründürülmüş anlamlar arkasından gözyaşı dökercesine kadın yavaş yavaş geri çekilir... O geri çekildikçe adam meydanda yapayalnız kalır... Heykelin başı ise parçalanmış, bölünmüş gövdesinin üzerine oturtulmuş ve gemi yol almıştır... Akan nehrin üzerindeki geminin içinde yer alan Lenin heykelinin ardı sıra, nehrin iki tarafında genç, çocuk, yaşlı, kadın, erkek herkes peşi sıra koşar.
Bu an hayallerin, umutların, düşlerin yitirildiği ve kaybedildiği andır... Yitirdiklerinin, kaybettiklerinin ardında kalanlar haç çıkarırlar... Haç çıkaran insanların arasından "Başka Deniz"lere doğru yeniden başlamak, bir kez daha yitirdiklerini yeniden bulmak için, bilmediği bir Tanrı'ya dua eder gibi, bütün dünyayı, sisler içindeki yaşamı, yalnızlıklar içindeki insanı, çocukluğundan beri duvarda gittikçe büyüyen gölgeyi ve çığlığı ve "seni sevemediğim için ağlıyorum" dediği kadının bakışları içinde yeni bir bakış bulmak için gider adam... Hem de Eleni Karaindrou'nun müziği eşlik ederek gidiyor işte. (KT/AS)
* Film: Ulis'in Bakışı (To Vlemma tou Odyssea), Yönetmen: Theodoros Angelopoulos, 1995.
* İzafi Dergisi’nin Eylül-Ekim sayısında yayınlanmıştır…