“Köpekler yetişkindir ve çocuklaştırılamazlar. Köpekler bizi etik, ontolojik, politik, haz ve bedensel varoluş üzerine birçok soruyu gündeme getiren, ötekiliğin kendine özgü bir türüyle yüzleştirir.”
ABD’li bilim insanı ve feminist düşünür Donna Haraway, siborglar ve “yoldaş türler” (companion species) üzerine verdiği bir demeçte köpeklerle ilgili böyle diyor.
Haraway’in “yoldaş türler” kavramı, insan ve diğer hayvanlar arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeye açılan bir kapı. Kavram, hayvanlar ve insanların birlikte var olma biçimlerini keşfetmek amacıyla geliştiriliyor. Özellikle köpekleri düşünerek türettiği yoldaş türler kavramıyla Haraway, köpeklerin insanlarla kültürel ve biyolojik olarak da birbirine bağlı olduklarını vurguluyor ve ilişkilerinin karşılıklı anlayışa dayalı olduğunu savunuyor. Düşünür, insanların köpeklerle kurduğu bağın, sadece “sahiplik” ilişkisi olmadığını söylüyor ve bu da köpeklerin, insanlıkla evrimsel bir yoldaşlık içindeki aktörler oldukları anlamına geliyor.
Küpküp, Kübüşko, fare, ayı kız, öpücük saldırganı (abartılı öpücükleriyle herkese cilt bakımı yaptığı için), Hammurabi ve kadife kız (tüyleri çok yumuşak olduğu için), ekşi köfte ve turuncu Doritos (bazen ekşi ekşi koktuğu için), kulaklı, elma kafa, komedi şov. 2019 yılından beri birlikte yaşadığım Küba’ya seslenme biçimlerimden bazıları.
Küba’yla yaklaşık iki yıldır daha özel bir bağ kurduk. Bu iki yılda çokça badireler atlattık. Belki de en iyi ifadeyle, Çehov’dan mülhem, çok uzun günler, boğucu akşamlar geçirdik. Ama "alınyazımızın bütün sınavlarına" sabırla katlandık.
Yasa
Bu haftaki biamag’ın konusu hayvanlar olduğu için ben de elbette Küba’yı yazacaktım; fakat tema gündeme geldiği andan itibaren aklımda dönen, Küba’yla ilgili yazılabilecek her şeyi yazmış olma ihtimalimdi. Ancak durum hiç de öyle değilmiş. Onunla ilgili hâlâ milyonlarca cümlem var.
Son zamanlarda Küba’yla kurduğum ilişkiyi etkileyen en önemli gelişme ise Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılan değişiklik oldu. Yasadan sonra iktidarın şiddet faillerine ve potansiyel faillere verdiği güç ile ülkenin dört bir yanında özellikle köpekler katledilmeye başlandı. Bu süreçte elimden geldiğince öldürülen köpeklerin haberlerini yapmaya çalıştım. Hak odaklı habercilik gereği köpeklerin vahşice öldürüldükleri görsellere ve o korkunç videolara haberlerde yer vermedim. Ancak hepsini gördüm, görmeye de devam ediyorum. Bu haberleri bazen üzüntüden mide bulantısıyla ve ağrısıyla, bazen ağlayarak yazdım.
Altındağ Belediyesi’ne ait arazide öldürülen hayvanların görüntüleri bir gecede hızlı bir şekilde telefonuma düşmeye başladı. Hayvan hakları savunucularından gelen bu mesajlardan sonra sabaha kadar Küba’ya başkalarının zarar verdiği kâbuslar gördüm. Altındağ’da katledilen köpeklerden bazılarının patileri kesilmişti. Uyandığımda Küba’nın yüzüme yapıştırdığı patisini gördüm. O da bu vahşetten nasibini almasın diye evden çıktıktan sonra ağlayabildim. Elbette tüm hayvan hakları savunucuları gibi ben de çokça çaresiz hissettim, hissetmeye devam ediyorum. Sanırım bu yüzden de bu süreçte haberlerini yapmaktan sonra en çok yaptığım şey onlar için ağlamak oldu. Hayvanların öldürülmesi karşısında duyduğumuz çaresizlik, genellikle onların acılarına tanıklık etmenin yarattığı duygusal ağırlıkla bağlantılı.
Dokunma, koku ve derin bağ
Bu çaresizlik beni elbette bu ilişkinin ahlâki yükümlülüklerini yeniden düşünmeye sevk etti ve Küba’ya, onun türüne dair daha derin bir sorumluluk hissi uyandırdı. Ve nihayetinde bu çaresizlik onlara daha saygılı ve daha bilinçli bir şekilde yaklaşmamı sağladı. Küba’nın benden ibaret olan minik dünyası üzerine daha fazla düşünmek, onları koruma ve haklarını savunma arzumu daha da perçinledi.
Haraway, birlikte yaşadığı ve 17 yaşında kaybettiği köpeği Cayenne’in bahsederken, bunun hayatını değiştiren bir ilişki olduğunu söylüyor: “Dokunma, koku ve günlük hayat düzeyinde çok derin bir bağ. Birbirimizin hayatına derinden kök salmıştık. Cayenne, beni hiç bilmediğim dünyalara götürdü ve onunla olan sevgi ilişkim sayesinde daha derin bir şekilde önemsemeyi öğrendim. Bazen insanlar, bir köpeği sevmeyi önemsiz bulur ve bunun sizi değersizleştirdiğini düşünür. Oysa benim herhangi bir şeyi —özellikle de bir köpeği— sevmek konusundaki tecrübem, bu sevginin sizi yücelttiği ve daha dünyevi kıldığı; çünkü birdenbire daha önce hiç merak etmediğiniz bağlantıların peşine düşersiniz.”
Küba da elbette benim hayatımı derinden değiştirdi. Ve hatta Zeynep’in, Tayfun’un, Anıl’ın, Karin’in, Aren’in, Es’in, Ahmet'in. Bu ve benzeri nedenler yüzünden kalbimdeki en özel yerde ve ona hiç kimseye olmadığım kadar minnettarım. Eve ne kadar yorgun gidersem gideyim onu görmek için heyecanlanmam bundan. Hafta sonları bir saat bile fazla uyuyamasam da, gece evde olmadığımda sabah onu çıkarmak için koşarak eve gelsem de, filmin en derinleştiği yerde bir anda top oynamak zorunda kalsam da hayatımda olduğun için duyduğum mutluluğu sana anlatamam Küpküp. Umarım sen de en az benim kadar mutlusundur. Ama en az!
* Küba’nın komikliğine asla uygun olmayan bir Ahmed Arif şiiri, “Hasretinden Prangalar Eskittim”den. (TY)