1877'de İngiliz Sendikalar Kongresi'nde Henry Broadhurst "Karılarını geçim parası için dünyanın güçlü, büyük erkeklerine karşı rekabete sürüklemek yerine evdeki uygun yerlerinde kalmalarını sağlayacak koşulları yaratmak için ellerinden geleni yapmaları"nın erkek ve koca olarak sendika üyelerinin görevi olduğunu anlatıyordu.
Erkek işçiler ve sendikalar baştan beri kadınların iş gücüne katılımına karşı ciddi bir direnç gösterdiler. Bu direncin ardında yatan etmenler sıralanırken, kadınların ücretleri düşüren rekabet unsuru olmaları baş etmen olarak gösterilir. Ama kadınların emek piyasalarına girmeleri, eviçlerinde yapılan ücretsiz ev işlerini de sekteye uğratıyor evde karmaşaya neden oluyordu. Erkek işçi ve sendikalar tercihlerini bakabilecekleri bir ev kadınından yana kullandılar.
Sendikaların kadın işçileri örgütlemek istememesi veya kadınların çalıştığı iş kollarında örgütlenmemesi, örgütlenme stratejilerini erkek istihdamını temel alarak oluşturmaları üzerine kadın işçiler "kadın sendikaları" kurdular. 1889 İngiliz Kadın Sendikaları Birliği, 1906'da da Ulusal Kadın İşçiler Konfederasyonun kuruldu. Kadın sendikaları bir dönem ciddi üye sayısına da ulaştılar. Ulusal Kadın İşçiler Konfederasyonunun I. Dünya Savaşı arifesinde 20 bine yakın üyeye ulaştığı tahmin ediliyor. Ama amaç, var olan sendikalarda örgütlenmekti bunun için uzun süre mücadele edildi. Kadınlar sendikalara kabul edildiğinde ise genel olarak kadın şubeleri ya da bölümleri açıldı. Gill Kirton " Kadınları Sendikacı Yapmak" isimli makalesinde Drake'den aktarmayla 1918'in sonunda İngiltere'de sendikalardaki kadın üye sayısının bir milyonu geçtiğini yazar, bu rakam toplam üye sayısının yüzde 17'si kadardır.
Sendikalar savaşlar sırasında veya savaş sonrasında kadınları üye yapmakta daha istekli davrandılar. Bu, kadın istihdamdaki kadın sayısının artmasıyla ilgili bir şeydi çoğu zaman.
Kadın kurtuluş hareketinin etkileri
İkinci dalga feminist hareketi takiben 1970'li yılların ikinci yarısında sendikalarda da bazı dönüşüm ve değişimler yaşandı.
İstihdamda cinsiyet ayrımcılığının önlemeye yönelik politika ve düzenlemeler ve ayrımcılığın takibi bu dönemde ortaya çıktı.
ABD'de 1964 tarihli Yurttaş Hakları Yasasının 7. bölümünde ilk kez istihdamda kadın-erkek eşitliğinden bahsediliyordu. 1972'de bu yasada değişiklik yapıldı ve istihdamda kadın erkek eşitliği komisyonuna, bu yasaya aykırı davranan işverenler hakkında ava açma yetkisi verildi... Bu cinsiyetçiliğe karşı önemli bir adımdı. 1972 de kapsamı genişleyen eşit ücret yasası tüm eyaletlere yayıldı. İstihdamda eşitlik yasaları 1970'li yılların sonuna doğru tüm Avrupa ülkelerinde yayılmaya başladı. Bu gelişmelere paralel olarak sendikal örgüt yapılarında da önemli değişiklikler oldu sendikalar içinde kadın yapıları kuruldu ve bunlar ulusal ve uluslar arası sendikal metinlere de yansıyarak federasyonların ve sendikaların bir parçası olarak faaliyet göstermeye başladılar.
Uluslar arası sendikal konfederasyonlarda ve Batı sendikalarında kadın komisyon ve komiteleri tüzük kuruluşları haline geldiler. Bu komiteler kadın ve eşitlik meselelerinin sendika gündemine taşınması konusunda çok önemli rol oynadılar. Kadın büroları da yine kadın ve eşitlik komitelerinin bir yan ürünü olarak ortaya çıktı. Burada çalışan uzmanlar kadın komitelerine veya komisyonlarına kadın politikaların oluşturulmasında lojistik destek sağlıyorlardı.
Tüm bu çabalar sonucunda kadınların sendikalar içindeki sayısı ve yönetim kademelerinde yer alan kadın sayısında bazı kıpırdamalar oldu. Şu anda uluslararası konfederasyonların hepsinde tüzüklerle belirlenen kadın komisyon ve komiteleri bulunuyor. Bu yapıların ayrı konferans ve kongreleri oluyor.
Aktif sendikalı kadın sayısı az
Türkiye'de kadın istihdamı dünya eğilimlerinin tersine giderek düşüyor. 1988'de çalışan kadın oranı yüzde 34. 3'idi. 2006'da yüzde 24'e indi. DPT ve Dünya Bankası Şubat 2009 raporuna göre 2008'de bu oran yüzde 21. 6'ya düşerek, son yılların en düşük seviyesine ulaştı.
Kadın istihdam oranlarındaki bu düşüşün şimdiye kadar kadın nüfusunun büyük bir bölümünü ücretsiz aile işçisi olarak istihdam eden tarımdaki çözülmeyle yakından ilgisi var elbette, ama sanayide ve yan sanayilerde çalıştırılan kadınların büyük bölümünün artık kayıtsız, güvencesiz, geçici, taşeron işlere yönlendirilmesinin de etkisi var.
Türkiye'de işkolu düzeyinde yetkili sendikalar Avrupa'dan farklı olarak girdikleri iş yerlerinde yüzde 50'den bir fazla çoğunluğu tutturmak zorunda oldukları için kadın erkek demeden herkesi örgütlüyorlar. O nedenle de kadın işçiler için özel bir program geliştirmiyorlar.
İstihdamdaki kadın sayısının azlığı, sendikaların örgütlenme politikalarını erkek ağırlıklı, büyük iş yerlerine göre oluşturmaları, kadınların daha ziyade küçük iş yerlerinde ve büyük bölümünün de kayıtdışı işlerde çalışıyor olmaları, sendikalaşmayı sekteye uğratıyor. Buna sendikaların erkek egemen maddi ve ideolojik yapıları da eklenince, aktif sendikalı kadın sayısı iyice azalıyor.
Türkiye'de kadın üye sayısı ve kadınları örgütleme düzeyi açısından kamu sendikaları ile işçi sendikaları arasında önemli farklılıklar bulunuyor. Bu farkı oluşturan konfederasyon ise KESK. KESK kadın örgütlenmesi, kadın ve eşitlik çalışmaları açısından diğer sendikalara göre önemli bir aşama kaydetmiş durumda. Bunda KESK'in 12 Eylül darbesinden sonra uzun mücadeleler sonucunda kurulmasının bu anlamda daha demokratik yapıya sahip olmasının, rolü var elbette. Ama sendikanın kuruluş aşamasında 1980'li yıllarda Türkiye'de yükselen kadın hareketinin deneyimlerini ve taleplerini bilen ve bunu sendikal mücadeleye yansıtan, bir grup kadının aktif olarak yer almasının da önemli bir rolü var.
Yönetimlerde yetersiz temsil
Bir sendikanın kadın işçileri aktif mücadeleye katma ve sendikalar içinde cinsiyetçiliğe karşı mücadele etme konusundaki ciddiyetini, onun ana metinlerine, tüzüklerine bakarak anlayabiliriz.
Bu açıdan işçi sendikaları konfederasyonlarının içler acısı bir durumda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Türk-İş'in tüzüğünün ilkeler başlığı altındaki 4. Maddesinde "Din, dil, ırk, cins, renk, mezhep, inanç, siyasi parti farkı.... gözetmeksizin işçilerin demokratik yollardan hızla teşkilatlanmasına, hür sendikacılık, tis ve grev haklarının korunup geliştirilmesine" ibaresi var.
DİSK'te de benzer bir durum söz konusu. Amaç ve ilkelerinin tanımlandığı 3. maddede "Irk, cins, inanç, din, mezhep, dil ve düşünce ayrımı yapmaksızın, tüm işçilerin, işyerlerinde, işkollarında, ulusal ve uluslararası düzeyde birlik ve dayanışmasını sağlamayı..."
Bu maddelerdeki cins kelimesinin toplumsal cinsiyete vurgu yaptığını vehmedebiliriz ancak, ana metinleri oluşturanların ayrımcılıktan, kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığından ne anladıklarını, konu hakkında ne kadar düşünümlü olduklarını artık sözlüklerden bile silinen "cins" sözcüğünü kullanmalarından da açıkça anlayabiliriz.
KESK istisna teşkil ediyor. KESK'in tüzüğünün amaçlar bölümünün H bendinde "Toplumsal yaşamın her alanında cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkarak, başta çalışma yaşamı olmak üzere her alanda cinsiyetler arası eşitsizliğin ortadan kaldırılması için mücadele etmeyi" hedefler ibaresi yer alıyor.
Tüzüğün "Seçimler" maddesinde ise, "Kadınların aday olmaları halinde konfederasyonun Merkez Yönetim, Denetleme ve Disiplin Kurulu üyeliklerinin toplamında en az yüzde 30'oranında temsil hakkı vardır." ifadesi yer alıyor.
Ama temsil hakkının varlığı, kadınların pratikte sendika yönetimlerinde yeteri kadar temsil edildiği anlamına gelmiyor elbette.
Sendika üyesi kadınların yönetim organlarında temsili açısından konfederasyonlar arasında önemli bir fark yok...Hem kamuda hem işçi sendikalarında yönetimlerde kadınların sayısı yok denecek kadar az...
Kadınlar sendikal politikaların tartışıldığı belirlendiği alanlarda yani yönetim kademelerinde yer almıyorlar ya da almıyorlar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2008 Sendika İstatistiklerine göre Türk-İş, DİSK ve Hak-İş gibi üç büyük işçi konfederasyonun Genel Başkanlarının üçü de erkek, yine merkez yönetim, denetleme ve disiplin kurullarında da kadınlar bulunmuyor... Memur konfederasyonları içinde de sadece yine KESK'te kadın yönetici var.
Rakamlar sıkıcıdır ve kadın araştırmaları söz konusu olduğunda çoğu zaman bir şeyi anlatmak yerine bazı şeyleri kapatmaya yönelik işlev görürler. Sıkıcı olmayı göze alarak, aynı istatistiklere bağlı sendikalar açısından bakalım bir de.
İşçi konfederasyonları içinde toplam 28 işkolunda örgütlü bulunan 94 sendikanın genel başkanlarının 87'si erkekken, sadece 7 sendikanın genel başkanı kadındır. Bu sendikaların 493 kişilik merkez yürütme kurulunda 35 kadın var.
Rakamlar çok da kötü durumda olmadığımızı gösteriyor. Rakamların ardına baktığımızda kadınların genel başkanı ve yöneticisi bulunduğu sendikaların ya tabela sendikalar ya da yetkisiz sendikalar olduğunu görüyoruz.
Kadınların sendikalarda bir çıkar grubu olarak sorunlarını dile getirmesi, yeterince temsil edilmesi, kadın ve eşitlik politikalarının sendikal politikalara yansıtılması mutlaka gerekiyor...Bunun için de sendikalarda kadın örgütlenmesine ihtiyaç var.
Kesk kadın örgütlenmesi açısından diğer sendikalara göre yine daha farklı bir noktada görülüyor. Kadın Sekreterliği bulunuyor ve yönetimde de temsil ediliyor. Kadın sekreterliklerinin bulunmadığı yerde kadın komisyonları var, yönetim kurullarında temsil edilmiyorlar. Ayrıca kadın yapıları tüzüğe yansımış durumda.
Şu anda ne DİSK'te ne de TÜRK-İŞ'te kadın yapıları var... Dolayısıyla iki büyük konfederasyonun da kadın politikası bulunmuyor.
TÜRK-İŞ'te bir süredir bir kadın işçiler bürosu ve orada istihdam edilen kadın uzmanlar var. Fakat burada yapılan çalışmalarda bir süreklilik olduğunu söyleyemeyiz. Kadın çalışmaları hala 8 Mart, 25 Kasım gibi özel günlere endeksli olarak yürütülüyor, konfederasyonun genel gündemi içinde kadın çalışmaları, daima son sırada yer alıyor. 1995 yılında yapılan Türk-İş Kadın Kurultayı'nda, Türk-İş bünyesinde bir kadın komisyonu kurulmasına karar verildi ama aradan geçen 15 yıla rağmen hala bu konuda bir gelişme yok...
Daha devrimci ve demokrat bir sendikacılık anlayışa sahip olduğunu söyleyen DİSK' içinde de bir kadın örgütlenmesi yok kadın sekreterliği görevi ise bir erkek tarafından yürütüyor.
Ankara'da Tekel direnişinde kadınlar hep ön planda oldular, onlarla konuşulduğunda hiçbirinin sendika yönetimlerinde yer almadığını hatta temsilci bile olmadığını görürüz. Onların sendikal örgütlenme içinde görev aldıklarında, yönetimlere geldiklerinde sendikaların çehresinin ve mevcut sendikacılık anlayışının farklılaşacağını söyleyebiliriz. Ama yönetimlerde yer alan kadınları destekleyen kadın yapıları olmadıkça bu türden temsillerin de uzun vaadeli olamayacağını hatırlamakta yine de yarar var. (BB)