“Sansa can keep her sewing needles; I've got a needle of my own.”
(Dikiş iğneleri Sansa’ya kalsın, benim kendime ait bir İğne’m var.)
Dünyaca ünlü Game of Thrones (Taht Oyunları) dizisindeki Stark ailesinin en küçük kızı Arya, abisi ona ilk kılıcını –babasından gizlice- hediye ettiğinde, ona İğne ismini verip bu cümleleri söyler. Arya, erkek kardeşinden daha iyi ok atabilen, ablası gibi dikiş dikmeyi ya da evlenmeyi değil, ağabeyleri gibi kılıç kullanmayı öğrenmek isteyen, gücünü hep adalet için kullanan, bunun için bazen oğlan kılığına da giren; ama bir kız çocuğu olduğu için utanmayan, asi bir karakter. İğne’yle olan münasebeti de bu isyankar ruhunu çok iyi açıklıyor.
İğne, Pamuk Prenses’ten beri kadınlar için hem tehlikeli hem ehlileştirici bir imge olageldi. Elimize tutuşturulan dikiş iğnelerini, kendi savunmamız için kullanmaksa Türkiye feminist hareketi için çok yabancı bir olgu değil; zira kadınlar 1989’da başlayan Mor İğne[1] kampanyasıyla iğneyi tacizciye batırmayı ve bir özsavunma aracı olarak dönüştürmeyi bildiler.
Bu yazıda, özellikle Türkiye’de eril kültürün şiddet söyleminin taşıyıcılığını yapan popüler edebiyat ve dizi mecralarını, tıpkı dikiş iğnesini dönüştürdüğümüz gibi, nasıl feminist bir kültürün oluşmasına yardımcı hale getirebileceğimizi tartışmaya çalışacağım.
Game of Thrones’a geri dönecek olursak; Amerikan yazar George R.R. Martin’in ilki 1996’da yayınlanan, çok satan fantezi roman serisinin dizi uyarlaması, Türkiye de dahil olmak üzere tüm dünyada geniş bir izleyici kitlesine sahip. İnternet vasıtasıyla –özellikle Netflix gibi internet kanallarının da kurulmasıyla daha da kurumsallaşarak- dünyanın her yanına yayılan bir ‘dizi’ çağında yaşadığımızı, Türkiye’de de çok geniş bir izleyici kitlesi bulan bu Amerikan dizileriyle daha net hissediyoruz.
Sevgili Senem Timuroğlu, Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde verdiği Feminist Edebiyat Eleştirisi Semineri’nde, bana bu dizileri ve edebiyatla olan ilişkilerini düşündüren bir cümle kurdu: “Türkiye’de 80 sonrası feminist hareketin en büyük eksiği, edebiyatla organik bir bağ kuramamış olmasıdır”.
Duygu Asena gibi kendini feminist olarak tanımlayıp edebiyat metinleri üreten başka bir yazar çıkmadı, diye devam etti Timuroğlu. İçinde bulunduğumuz ve her gün ‘şiddetini’ artıran eril kültürü bastıracak, belki dönüştürecek feminist kültür ürünleri üretmek, feminist hareketin öncelikli hedeflerinden biri olmalı bence de. Peki nasıl? Bunun cevabını da, son zamanların en çok izlenen, hatta reytinglerde Diriliş Ertuğrul’u geçtiği için bir nevi ‘kriz’ meselesi haline gelen Sen Anlat Karadeniz adlı diziden ve Margaret Atwood’dan hareketle bulmaya çalışacağım.
Anlatayım: Sen Anlat Karadeniz, senaryosunu iki kadının yazdığı, merkezinde şiddet gören bir kadının olduğu, Karadeniz’in ataerkil ve şiddeti gündelik hale getiren kültürünü yer yer estetize eden bir dizi. Senaristlerinin kim olduklarına yakından baktığımda, doktora tezimde de çalışacağım için uzun süredir gündemimde olan Wattpad’de yazan Nehir Erdem ve –kendi tabirleriyle- ‘orti’si (ortağı) Ayşe Ferda Eryılmaz’ı gördüm.
Wattpad, 2006’da Kanada’da yayına başlayan, Türkiye ise 2014’te giriş yapan bir hikaye yazma ve yayınlama platformu. Türkiye’ye böyle geç gelmesine rağmen, şu anda 3 milyonu aşkın kullanıcısıyla Türkiye, Wattpad’in tüm dünyada en çok kullanıldığı üçüncü ülke. Yazar profilinin yüzde 80’i 30 yaşın altında, genç kadınlardan oluşan platform, ‘çok satanlar’daki birçok romanın ilk defa yayınlandığı mecra aslında. Kötü Çocuk, 4N1K gibi sinemaya ya da Çilek Kokusu gibi televizyona uyarlanıp senaryolaştırılan birçok roman da Wattpad çıkışlı. Sen Anlat Karadeniz’i izlediğimde, genç kadınların burada yazdıkları hikayelere olan aşinalığım yüzünden olsa gerek, hemen bir Wattpad kokusu aldım; çünkü buradaki hikayelerin mafyavari eril şiddeti, cinsel gerilim ve idealize edilmiş erkek bedenleriyle harmanlayan bir yapısı var. Nitekim senaristlere baktığımda da haksız olmadığımı anladım.
Peki, bu durum feminist hareket için bir tehlike mi yoksa fırsat mı? Umutsuzluğa mı kapılmalıyız, yoksa kültürel üretim sahnesine dahil olmanın yollarını mı aramalıyız? İşte burada da Kanadalı feminist yazar Margaret Atwood umut ışığı verdi. Atwood, Türkçeye Damızlık Kızın Öyküsü olarak çevrilen feminist distopik roman Handmaid’s Tale’in feminist yazarı olarak 2012’den beri Wattpad’de yazıyor. The Guardian’a verdiği röportajda[2] ‘ciddi bir yazar’ olarak vampirler, kurt adamlar ve popüler aşk maceralarıyla dolu bu mecrada yazmasının eleştirildiğini; ama kendisinin Wattpad’de yazmakta bir sorun görmediğini anlatıyor. Burada, edebiyatın ‘ulvî’ değerler üreten, azınlık bir sınıfın ürettiği, ‘kutsal’ bir alan olduğuna dair Antik Yunan’dan gelen o düşüncenin izlerini görüyoruz.
Burada karşımıza çıkan bir diğer sorun, feminist fikirlerin (ve bunun gibi diğer eşitlikçi, özgürlükçü fikirlerin de), popülerleşip genele yayılırken kendinden taviz vermesi ve ‘törpülenmek’ zorunda kalması. Ben bu konuda popüler kültüre yakın bir konumdayım; çünkü halka, okuyucu/izleyiciye, ‘sıradan’ insana, kadınlara güvenmeyen üstenci bir bakışın feminist olamayacağı kanaatindeyim.
İzleyici, gerçek anlamda feminist senaryoları/ hikayeleri beğenebilir; beğenmeseler bile, ataerkil kültür sürekli tekrara dayanan yöntemiyle mafyavari erkekliği bir norm haline getirmeyi başarabiliyorsa, aynı izleyicinin feminist mesajlara maruz kaldıkça bunu da içselleştirebileceğine inanmamak için bir nedenimiz yok. Nitekim, yine çok satan bir kitap serisinden uyarlanan internet dizisi Fi’nin 2. sezonunun, git gide kitabın içeriğinden de uzaklaşıp bir kadın dayanışması sunmaya başladığını; “Kirpiğin yere düşmesin kardeşim” gibi feminist sloganları hikayesine katarak daha da çok izlendiğini görebiliyoruz. Bu noktada, televizyonun sansürcü ve kısıtlayıcı dünyasına girmek zor olsa da, internet mecralarını bir feminist edebiyat/ feminist sinema/ feminist kültür alanı haline getirmemiz hiç de zor görünmüyor. Handmaid’s Tale gibi kadınların en mahrem görülen alanını, doğurmayı konu alan bir dizi Emmy ve Golden Globe’dan ödüllerle dönebiliyorsa, neden bu modeli ülkemizde de uygulamaya çalışmayalım?
2017’de en az 290 kadının öldürüldüğü ve her gün kadınların bedenleri üzerine en az bir erkeğin anaakım mecralardan yorumda bulunduğu bir ülkede, feminizmin popüler kültürü yok sayma ve azınlık tarafından üretilip genelle paylaşılamayan söylemler üretme lüksü var mı?
Yahut edebiyatın bu kutsallığı gayet politik bir yargıyken, feminist edebiyatı ‘propagandist’ bulan ‘gerçek’ edebiyatçılar tarafından eleştirilirim korkusuyla popüler alandan kendini soyutlayabilir mi? Bence hayır. Nasıl ki Atwood, kitabının, ilk sezonuyla Grammy alan bir diziye uyarlanmasını ‘gerçek edebiyatçı’ olmak adına reddetmeyip feminist kültürün dolaşıma girmesine imkan tanıdıysa, Türkiye’deki feministler de popüler kültür üretim alanını cinsiyetçi bir zümreye terk edemez. Hele ki Wattpad gibi, yazarlarının büyük çoğunluğu, kendine ait bir odası olmasa dahi, akıllı bir telefonu olduktan sonra logosuyla agoraya adım atabilen genç kadınlardan oluşan bir platform, günümüzün popüler görsel kültürünün temel kaynaklarından biri olmuşken.
Stuart Hall, yeni tür küreselleşmeyi tanımlarken “Popüler hayatın, eğlencenin ve dinlenmenin yeniden inşasına doğrudan katılan görsel ve grafik sanatların her türlü müdahalesinin egemenliğinde”[3]olduğunu söylüyor. Öyleyse, edebiyatın da görsel sanatlarla olan göbek bağının iyice sıkılaştığını söyleyebiliriz. Feminist kültür, bu görsel kültüre eklemlenmeksizin kendini var edemez.
Kraliçe’nin eline batıp üç damla kanını akıtan, bu kandan Pamuk Prenses gibi bir ‘evdeki meleği’ doğuran iğne, Arya Stark’ın elinde bir adalet kılıcına dönüşebiliyorsa; bizler de ‘dikiş iğneleri Sansa’ya kalsın’ diyen Arya gibi, “Kadınların erkekler tarafından kurtarıldığı, eril şiddetin estetize edildiği hikayeler size kalsın; bizim İğne’miz mor renk, hikâyemiz de” diyerek popüler kültür üretim mecralarını dönüştürebiliriz.
Bizim yüksek edebiyat da dâhil kutsal addedilen hiçbir şeye borcumuz yok; özgür bir yaşam dışında. (DS/ÇT)
[1] https://bianet.org/biamag/kadin/110595-mor-igne-kampanyasi-19-yasinda
[2] https://www.theguardian.com/books/2012/jul/06/margaret-atwood-wattpad-online-writing
[3] Stuart Hall, “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik”, Anthony D. King (der.) Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sistemi, Bilim ve Sanat Yayınları, 1998: 39-61.