"Sen neden buradasın?" diyor Ayşe. Gözümü çakılıp kaldığı iğrenç kaldırım taşlarından kaldırıyorum. Kafamı toparlamaya çalışıyorum; kolay değil. Beceremiyorum da zaten.
Türkiye'nin farklı illerinden yüzlerce kadınla birlikte Fethiye Adliyesi önündeyiz. Sabahın erken saatlerinde, pek azını tanıdığım ondan fazla kadınla birlikte, İstanbul'dan geldik buraya. Adliye önünde sayıları bir elin parmaklarını bulmayan erkeklerden biriyim.
Az sonra Muğla'nın Gebeler Kaplıcası'nda dört yıl önce aralarında Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarı, öğretmen, iş insanı, işçi gibi farklı statülerden çok sayıda erkeğin tecavüz ve işkencesine maruz bırakılan kadın arkadaşımızın davası görülecek.
"Onlar halime merakla, ben onlara suçlulukla bakıyorum"
"Sen neden buradasın?" diye yineliyor sorusunu...
"Olayı Nilgün'den öğrendik. Bizim gruba bir mail attı. İlk başta, bir tecavüz mağdurunun tecavüzcülere dava açabilmek için üç senedir mücadele veriyor olması ve sonuçta sadece olay sırasında reşit olmayan ikisi hakkındaki dava talebinin kabul edilmesi beni çıldırttı. Devletin hukuk organı, tecavüzcüleri koruyordu. Üstelik dava açılmasına bile izin vermeyerek...
Destek için arkadaşlarımla birlikte ilk duruşmaya geldik. Sonra Aynur Ablayla tanıştık. Benden küçük bir yardım istedi. Elimden geldiği kadarıyla bir şeyler söyledim. Hukuk mücadelesini üç yıldır yılmadan sürdüren arkadaşımızla tanıştık. Cesareti beni çok etkiledi. Derken, buradayım işte..."
Aslında saçmaladığımın farkındayım. Tam olarak neden orada bulunduğumu bilemiyorum.
Üstelik Ayşe ve Cemre yanıma geldiklerinde, dehşet içinde dava dosyasını okuyordum. Onlar halime şaşkınlıkla bense onlara suçlulukla bakıyorum. Sadece erkekliğimden değil, insanlığımdan utanıyorum.
Elbette o güne kadar, pek çoğunuz gibi ben de hiçbir şey bilmiyordum.
Bir sürü isim okudunuz. Belki aklınız karıştı. İsimlerini okuduklarınız iyi insanlar. Bense bir sürü kötü insanın isminin geçtiği bir dehşet öyküsünü henüz okumuştum. Hiçbir şey yapamamanın çaresizliğiyle donup kalmış, kendime gelmeye çalışıyordum.
Daha sonra duruşma sırasında bu insanların pişkin pişkin inkâr edişlerine de şahit olacaktım.
Peki neler olmuştu?
Bahsettiğim, kamuoyunda "Fethiye tecavüz davası" olarak bilinen dava. 2007 Haziran'ında bir kadın Muğla'nın Fethiye ilçesi Gebeler Kaplıcası'nda sayısı tespit edilemeyen kişilerin tecavüzüne ve işkencesine maruz kaldı.
Olay sırasında tecavüzcülerin içeceğine karıştırdığı psikoaktif maddenin etkisi altındaydı. Yaşadığı şiddeti an be an hissetmesine rağmen ilacın etkisi yüzünden direnebilecek iradeye sahip değildi. Tecavüzcüler, yüksek ihtimalle ilk vakaları olmadığı için, ilacın hafıza üzerindeki etkisinin bilincindeydi. Nitekim kadın, tecavüzün ardından olanları unuttu ve ertesi gün uyandığında kendisini neden o kadar kötü hissettiğine de vücudundaki darp izlerine de anlam veremedi.
Olaya dair ilk görüntü zihninde, saldırıdan üç ay sonra, olayı hatırlayıp hatırlamadığını anlamak isteyen tecavüzcülerden birinin telefonuyla belirdi. Sonra hafızası yavaş yavaş yerine gelmeye başladı. Önce bir arkadaşından, sonra Mor Çatı'dan psikolojik ve hukuki destek aldı.
Ardından, yaşadığı travmayı tanımlayan travma sonrası stres bozukluğu, anksiyate ve travmatik amnezi (hafıza kaybı) teşhisi olan hastane raporu ve jinekolojik durum raporu ile hukuksal başvurusunu gerçekleştirdi.
Ancak savcılık, dava talebini kabul etmedi. Davanın açılabilmesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidilmesi, Adalet Bakanlığı'na yazılı emir yoluyla bozma başvurusunda bulunulması gibi olağandışı hukuk yollarının işletilmesi gerekti. Adalet Bakanlığı başvuruyu 2010'da kabul etti.
Önce sekiz sanıktan, yaşları 18'den küçük olan ikisi hakkında yargılama başladı. İki sanık, 26 Ocak'ta ilk kez hakim karşısına çıktığında Türkiye'nin pek çok ilinden onlarca kadın Fethiye Adliyesi önündeydi. Kadınların eylemi sürerken altı yetişkin sanık hakkındaki iddianamenin tamamlandığı açıklandı. 16 Mart'ta da sanıkların tamamı hakkındaki yargılama başladı.
Siz neden orada değildiniz?
Kadın mücadelesinin önemine derinden inanmış bir erkek olmakla birlikte, bu mücadelenin en yakın takipçisi ve destekçisi olduğumu söyleyemem. Bugüne kadar sözü edilecek bir desteğim ne yazık ki olmadı; böyle bir iddiam da yok. Yine de benim gibi, olayın cahili bir insan için bile bu davanın önemine inanmak için gereğinden fazla sebep var.
Türkiye'nin, kadına yönelik şiddetle yüzü kara ülkelerden yalnızca biri olduğu malumumuz. Her gün onlarca tecavüz vakası yaşanıyor, birçoğu da cezasız kalıyor. Hiçbiri diğerinden daha önemsiz değil. Fakat bu dava, toplumsal boyutuyla bir şeylerin simgesi gibi görünüyor.
Tecavüzcülerin, sadece erkek oldukları için değil, aynı zamanda nüfuzları sayesinde, yüzleri dahi kızarmadan mahkeme salonundan çıkıp gidebileceklerine olan inançlarını görmek bu kanımı daha da güçlendiriyor.
Sorunun cevabını hala bilmiyorum, bundan sonraki duruşmalara giderken de bir cevap bulmuş olacağımı sanmıyorum. Fakat kafamı toplayıp düşündüğümde bulduğum bir şey var. Esas yanlış sorunun kendisinde. Şimdiyse ben, kendimce doğru olan soruyu kadın, erkek herkese soruyorum:
Siz neden orada değildiniz?
* Serdar Metin, Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunu; aynı bölümde araştırma görevlisi ve Boğaziçi Üniversitesi Bilişsel Bilim Yüksek Lisans Programı öğrencisi.