TV ekranlarından olanca saçmalığıyla kokulu öpücükler gönderirken dahi, biz izleyiciler bu kadar afallamamıştık. Prompterden kendini izleyen gözlere alışkınız alışkın olmasına ama Seda Sayan kendini izleme konusunda en biriciğimiz bizim. Kutunun içindeyken bir başka kutuda kendini hayranlıkla izleyen kadın, bir özgüven patlaması örneği olarak, kıymık kadar örnek alınsa dahi yeterdi. Onu izleyen kadınlar, bu güven karşısında az biraz nasiplenseler de kabuldü. Yani olur ya, çok izlenilen, çok güvenilen kadının yüzü suyu hürmetine, bir kadının dahi hayatı değişecekse katlanılabilirdi bu duruma.
Son birkaç yıldır, kadın mücadelesini zor durumda bırakan kadınlarla mücadele etmek gibi ekstra bir mücadele alanı daha açıldı. Ünlülüğe çakılı, fani ama baki Seda Sayan’ın yanına Esra Erollar, Müge Anlılar yetişti. Sabah şekerleri dönemini özler olduk. Çünkü üçüncü sayfa haberleri, reytinglere malzeme; seyircisine kimi zaman eğlence kimi zaman ibretlik, şükürlük niyetine sohbetleri için çerez oldu. Reyting aletleri, anlatılan hikâyeye bir eder biçerken, karton karakterler belirdi televizyonlarda. Hikâyeler gerçek ama o şaşanın ortasında seyircisiyle interaktif bir tiyatro havası da yok değil. “Şuraya bakın, canlı yayında olduğumuzu unutmayın” gibi uyarılarla izliyoruz artık trajedileri. Baktıkça, dinledikçe içimiz kararıyor, o esnada sunucusundan, konuklarına çiftetelliye başlamış olsalar da.
Ülkenin din ayarlarına göre münacat ve naatlarını eksik etmeyen, eli belinde ahlak zabıtlığı rolünü kesen, adeta gerçeklermiş gibi hâkimi, savcısı, uzmanı, adli tıpçısıyla mahkeme salonu kurup, yüzünü ekşiten kadınların hayatımıza girişleri ne zamana tekabül ediyor tam kestiremiyorum. Ama neye benzemeye çalıştıkları, kime kendilerini sevdirmek için çabaladıkları aşikâr. Muhtemeldir ki; muktedir olana özenen, onayını almak için çabalayan bu maskeli balo davetlileri, bir başka muktedirle karşılaştığında maskelerini çıkartıp, yenisini takacaklar. Ama bunca şeye değer mi?
Ciddiye almayalım mı? Çok ahlaklı, çok asayiş berkemal, çok harbi bu kadınlar, hiçbir kadın örgütünün giremeyeceği, gidemeyeceği yerlere uzanabiliyor. Hani bir omuz verseler, memleketteki kadın gündemine ciddi anlamda faydaları dokunacak. Onları eleştirenlere bir kulak verseler, kendileri de anlayacaklar nelere sebep verdiklerini, vereceklerini. Ama yok “sen kimsin!” Soru işareti de yok sonunda, ünlem işareti. İşte o çok kötü.
Jargona yerleşmiş bir şanını ilan etme: “Sen kimsin!” Kısık sesle söylense dahi söyleyen hakkında çok şey anlatır. Yan yana dizili binlerce insan, sırayla birbirlerine bu soruyu sorsa bir sonuca varılabilir mi acaba? O kadar anlamsız yani. “Sen kimsin!” diyen kendini nasıl bir dev aynasında görür? Sen, benim karşımda hiçsin demektir bu. Daha az önemlisin demektir bu, yerine göre tehdittir de. Soranın kendinden menkul zavallılığı karşısında, seve isteye kocaman bir hiçiz o zaman.
Ki her şey bir yana, geride yıllarını bırakmış bir insana, hiç ama hiç yapılmayacak şeyi yaptığı için uyarmak bile üzücü. Nereden başlanmalı tekrar öğrenmeye, hiçbir fikrim yok. Yalnız merak ediyor insan, bundan yirmi yıl önce şimdi sen kimsingillerden olan Seda Sayan, iki kadını öldüren bir katili sevimli bulabileceğini düşünür müydü? Eleştiriler karşısında bu kabarışını anlayabilir miydi? Sanmıyorum. Yol kat ediliyor ama hangi yol? Dişinle tırnağınla bir yere gelmek ama neye dönüşmek. (FG/HK)