Uluslararası markalar Beyoğlu ve Bağdat Caddesi'nde dükkan kapatıyor, hatta ülkedeki faaliyetlerini durduruyor. Bunun kentsel dönüşümle başlayan talan kısmını şimdilik bir kenara koyup ekonomik sebebine bir bakalım mı? Bu markalardan kimler alışveriş yapıyordu, o lokantalara kimler gidiyordu? Orta ve üst seviyeli beyaz yakalılar. İşte, onların hatırı sayılır bir kısmı uzun zamandır işsiz.
Bir anda işsiz kalmanın, elde bir birikim de yoksa çok ciddi maddi sonuçları var. Kira, gıda, ısınma, telefon vb. giderler olduğu gibi çoğumuzun ya kredi ya da kredi kartı borcu var. Borçlarımız var çünkü ekstra bir para olmadan tekerin dönmesi mümkün değil. Hele okula giden çocuğu olan insanlar için.
2016 yılının Mayıs ayında yapılan araştırmaya göre OECD ülkeleri genelinde toplam 39 milyon kişi yani çalışan nüfusun yüzde 6,4'ü. (Kaynak: OECD Employment Outlook)
Özellikle 2013 yılından beri tanıdığım benimle aşağı yukarı aynı iş tecrübesi ve eğitime sahip birçok orta seviye beyaz yakalı çalışan -ben dahil- düzenli bir işte çalışmıyor, çalışamıyor. Freelance işlerle günü kurtarmaya çabalıyoruz. 30'lu yaşlarımızda müthiş bir gelecek ve hayatta kalma endişesi ile boğuşuyoruz. Mutsuzuz.
Alım gücü düştü; herkes sadece çok elzem olan şeyleri alabiliyor. Kültür-sanat harcamalarını çoğumuz ya asgariye ya da sıfıra indirdik. Konserler, festivaller yaşanan saldırılar nedeniyle iptal ediliyor, edilmese de salonlar dolmuyor. Çünkü o konserlere, festivallere gidebilen kesim artık bu kaleme para ayıramıyor. Bununla birlikte koca bir sektör de ağır ağır süresi belirsiz bir işsizliğe sürükleniyor.
Çoğumuzun sosyal güvencesi ya da özel sağlık sigortası yok. Çünkü freelance'te bordrolu çalışmanın bazı ayrıcalıkları yok. "Al laptopunu git otur istediğin cafe'ye çalış, oh mis" bir şehir efsanesi haberiniz olsun. Bu çalışma sistemi ile haksızlıklar karşısında işçiyi işveren karşısında koruyan kanundan da faydalanamıyoruz. Dışarıdan iş yaptığınız firma bir anda hiçbir sebep göstermeden ve tabii ki tazminat ödemeden sizinle çalışmayı kesebiliyor. (Çok iyi bir sözleşmeniz varsa belki durum farklı olabilir.)
Ödemeleri aylar sonra sinir bozucu bin bir mail ve telefon görüşmesi sonucu şansımız yaver giderse alabiliyoruz. Emek ve zaman verdiğimiz, hak ettiğimiz bir para için neredeyse yalvaracak hale geliyoruz ve bu gerçekten çok yıpratıcı bir durum.
Bütün bunlara ek olarak, kurumlardaki insan kaynakları departmanlarının piyasadaki iyi eğitimli, yabancı dil bilen ve en az 8-10 yıl deneyimli bu kadar nitelikli insanı işe almada çok isteksiz olduğunu da söylemek lazım.
Çünkü bu profil mevcut ekonomide firmalara pahalı gelen bir insan kaynağı. Tecrübe gerektiren işlerde maliyeti daha düşük gençler istihdam ediliyor; hem onlar işlerin altından kalkmakta zorlanıp yıpranıyorlar hem iş kalitesi düşüyor. İş hayatına yeni başlayan gençlerin kendilerine göre işlerde istihdam edilip tecrübe kazanmalarının sağlanması gerekiyor.
Birçok kişi, para kazanabilmek için hem evvelki unvanından hem de maaşından vazgeçti bile. Kalanlar da vazgeçmeye razı. Aman firmalar zarar etmesin! Ancak atlanan bir detay var, o firmaları bu saydığım kesimin harcamaları yaşatıyordu. Yani bizim alım gücümüzün düşmesi kişisel birer trajediden öte ekonomide dönen paranın uçup gitmesi demek oluyor. Oysa eğer iç talebin artmasını istiyorsanız tüketicinin alım gücünü yükseltmek zorundasınız.
Sözün kısası işsizlik kişisel bir dramdan ibaret değil, işsiz kalan kişi ile birlikte en az üç kişiyi maddi ve manevi olarak etkileyen bir durum. Büyük resme baktığınızda ise size kapanan lokantalar, Türkiye’den çekilen uluslararası firmalar olarak dönüyor. Bu firmaların kapanması işsizler ordusunun artması demek.
Hem genç işsizliği hem nitelikli işsizliğin bir arada olması dayanışmayı da imkansız kılıyor. Kimsenin kimseye yardım edecek, elinden tutacak hali kalmadı. Bir fasit daire ile karşı karşıyayız ve acilen çözüm bulmamız gerekiyor. (CC/HK)