“Ölümünden neredeyse bir yıl sonra ona duyduğum sevginin yapısını çözümleyemiyorum. Anne, mutlaka sevgi nedenidir. Ama benimkine acıma duygusu da karışıyordu. Giderek 'içtenliğin “ ya da acımasız bir sevecenliğin ne olduğunu anlamaya başladım. Annem, ‘eriyip gitmekte olan’ yaşamın bir anıtı, canlı bir örneğiydi sanki. Gövdesinin ve bilincinin çöküşünü, insanın öncesiz sonrasız serüvenine benzettim.” diyor yazar; içeriği insanı karmaşık duygulara sevk eden kitabında.
Yazarın adı Selim İleri, Kitabın adı “Annem İçin(*)”.
Kitaptan… Annem, bir güz dönümü gecesinde yatağından kalktı ve bir daha kendi yatağını, yattığı odayı bulamadı. O gün, öğleden sonra uzak akrabası bir hanıma konuk gitmiş. Gelgelelim, konuk gittiği evin yolunu karıştırmış. Bu ev, şimdi oturduğum yere çok yakındır. Bir yokuştan aşağı inmeniz gerekir hepsi hepsi. Fakat annem hiç tanımadığı bir eve girerek, her nedense orada çay ya da kahve içmişti. Böyle diyordu. Ablamla ikimiz, bu olayı anlamlandıramadık, bununla birlikte hastalığa yormak da hiç aklımıza gelmedi. Gece Çehov’un öykülerinden derlenmiş bir oyuna gidecektim. Annem, yemek ortasında “ben hastalanırsam, seni tiyatrodan buldurtabilir miyiz?” dedi. Bu söze sinirlendim. Birşeyi olmadığını, böyle garip, saplantılı düşüncelere, kuruntulara nerden kapıldığını sordum. Ablam benden daha kaygılıydı. Oyundan sonra eve döndüğümde, onları uyur buldum. Sessizce yattım. Çehov’la didişirken; annemin kalktığını, mutfağa gittiğini algıladım. Ne yapıyordu? Ekmek kutusunun açıldığını işittim... şimdi de teldolabı açılmıştı… Bu şıngırtı olsa olsa yeşil reçel kasesinin tabağından gelir… Ekmek ve reçel yedi. Sonunda babamın odasına geldi. Bir süre karanlıkta durdu; sanki bekliyordu. Kalkıp yanına gittim. “Neden yatmıyorsun anne? Bu odada ne arıyorsun? “ diye sordum. “Ben nerde yatıyordum?” diye sordu. Bu soruyu herhalde hiç bir zaman unutamayacağım. Sonradan defalarca yineledim: “Ben nerde yatıyordum.” (Sayfa 32-33) |
Selim İleri annesi Süheyla Hanımın “bunama” hastalığının ne zaman başladığını ve hastalığa yol açan nedenleri bilmediklerini, hastalığın –yalnızca- yedi yıl süren son evresini yaşadıklarını ve bu evrenin kendisi için ”acı bir yaşam öyküsü gibi” olduğunu yazıyor.
“çıt yok bellekte
Acı anıları ilerlere kaçırmıştır
Çocuklarını kurtaran bir anne gibi.”
Hastalığı teşhis edildiğinde 55 yaşında olan annesi için İleri, özverili olduğunu, yaşamı boyunca giyimine kuşamına para harcamadığını, her şeyi oğlunun ve kızının “iyi yetişmesi” için tarttığını; hayatında dans, müzik ve eğlentiye yer vermediğini, "alaturka bir içe kapanış” yaşadığını, kocası öldüğünde ilk kez Allah’a -geçici bir süre, bir an- isyan ettiğini söylüyor ve ekliyor: “Annemle birlikte geçen otuz yıla dönüp baktığımda hemen hiç sevinçli bir şey hatırlayamıyorum.”
İleri’nin annesinin özelinde anlattıkları, demans (bunama) hastalığına -ve onun en yaygın türü olan Alzheimer’e- ilişkin genel bilgi veriyor okuyucuya. Kitap ve anlatılanlar çok kıymetli. İleri aktardığı duygularında çok samimi. “ O sıralar annemden, bir acıdan kaçarcasına kaçmak istiyordum. Hastalık ve sonuçları dayanılamayacak kadar allan bullak ediciydi. İnsan böyle bir durumda en yakınına –ne yazık ki- kolay katlanamıyor. Sonra hastalığa ve acıya bir alınyazısı gibi alıştım.”
Kitaptan… “Hastalık hızlı bir akış gösterdi. İlk önceleri neredeyse yerinde tutamıyorduk. Yaralı hayvanlar gibi yakalanmış yaban hayvanlar gibi çırpınıp duruyordu annem. Davranışlarını engellemek imkansızdı. Bundan sonra bir yığın hekimin tanıları, yorumları, birbirini tutmayan, birbiriyle çelişen değerlendirişleri yer alıyor. Şeker hastası, hafif bir inmenin beyinde bıraktığı izler… bunama…lenf damarlarının çeperlerindeki bir kireçlenme olgusunun… -daha bir sürü tanı, tıp terimi, Latince sözcükler. Herkes ayrı bir tedavi yönteminden söz açıyordu. Doktor seçimi ve tedavide uygulanacak yöntem, insanı ağır bir sorum altında bırakıyordu. Hayatım boyunca sorumdan kaçtım. Sorumu sadece yazarken duydum. Bu yüzden annem konusunda hiçbir kesin karara varamıyordum. Ben olayları, sorunları geçiştirmeye çalışıyordum var gücümle. “(Sayfa 32-33) |
Demans tek kişilik bir hastalık olmadığından yakınları ve bakım verenler için yorucu, yıpratıcı ve baş edilmesi güç bir hastalık. Sinsi ilerliyor, belirtiler okunmuyor ya da reddediliyor ve genellikle de son evrede tanı konuyor.
Hastalığa dair son yıllarda farkındalık ve bilinç düzeyi artsa da, yaklaşık 40-45 yıl önce İleri ailesinin yaşadıklarını okurken, günümüzde de aslında ailelerin yaşadıklarının pek değişmediğini düşünüyor insan.
Selim İleri’nin “doktorların yaşayan bir ölü gözüyle baktığı” annesinde gözlediği hastalık semptomları, aynı hastalığa sahip diğer hastalarınkiyle çok benzer olduğu kesin.
Mesela… Aldırışsızlığı, hastalığın bilincinde olmaması, fizikötesinde yaşıyor gibi olması, saat-zaman kavramının yok olması, yaşamının hiçbir döneminde olmadığı kadar devingen olması, ölmüş insanları arayıp sorması, mülkiyet duygusunun kaybolması, emekli maaşını sağa sola dağıtması, şaşırtıcı harcamalar yapması, e(l-v)indekini herkese hediye etmesi, alışverişin parayla yapıldığını unutması, evden kaçması, belli incelik kurallarının dışına çıkması, bütün törel kavramlardan uzaklaşması, kendi arkadaşlarına alay ve usanç nedeni olmaya başlaması gibi.
Korunmasızdı artık annem…
İleri annesinde koruma güdüsünün gitmediğini, sözcükleri unuttuğunda bile yüzüne uzun uzadıya bakıp “mutlu musun?“ diye sorduğunu, dinlemiyor ve algılamıyorsa camı andıran gözlerinde yavaşça birikip yuvasına sığamayınca taşan gözyaşlarının nedeninin nasıl açıklanacağını, tüm gün koltukta ölgün bir bitki gibi oturduğunu, çişe tutulmazsa altını ıslattığını söylüyor.
Ve ardından ekliyor: “ Bu serüvende, bu sayrıl anne sevgisinde kaygıları, üzünçleri, acıma duygusunu da aşan bir şey duyumsadım. Korunmasızlık. Korunmasızdı artık annem. Bu beni yıkıyordu.”
“1917-1980 yılları arasında yaşamış Süheyla İleri’nin yaşamı bir dolu iç kırıklığından ibaretti.” diyor demans hastası yakını olan Selim İleri ve ekliyor: “Hastalık; toplumsal alanda yaşananları bambaşka değerlendirmeye iteledi beni. Birçok konuda yeni baştan düşünmek zorunda kaldım: toplum nasıl değişecek? Annemin hastalığı, önünde sonunda bu toplumun değer yargılarıyla da bir ödeşememenin sonucuydu ve daha fazla bir şey değildi.”
Behçet Necatigil: “solgun bir gül oluyor dokununca”
“Ferit Edgü, yazarsam, annem için bir kitapçığı yayımlamak istediğini söyledi o günlerde. Yazmaya başladım. Aylar geçti. Yazdıklarım hep karalamaydı; sonra, bir kez daha elden geçirecektim. Ama yazamadım “ diyor İleri. Kitap karalama haliyle –iyi ki, iyi ki- yayımlanıyor; annesinden yalnızca resimler kalma, deniz, sonbahar, ışıklı gemiler ve el ele tutuşmalarının kalmasını istese de.
Kitabın II. Bölümünde İleri, annesi için yazdıklarını bir buçuk yıl sonra gözden geçirdiğinde, annesi için yazmak istediklerini bütünleyemeyeceğini duyumsuyor. Sözcükleri sıralamak istemiyor ama annesinin en güzel fotoğraflarının bir kitapta derlenmesini istiyor. Annesini anlatan bir kitabı yine annesine armağan etmek, anısına sunmak istiyor. III. Bölümündeki üç cümle vurdu beni, adeta. “Bu çirkin dünyada annemi çok özledim. Bu kitabı yeni insanlar okusun istiyorum. Onlar da annemi çok sevsinler istiyorum.” IV. Bölümde yer alan Süheyla Hanımın şahane fotoğraflarına defalarca baktım; yanındaki yazıları da defalarca okudum.
Sayın İleri… Anneniz için yazdığınız bu kitabı bulup okumak için zamanında çok çaba harcamıştım. Yıllar sonra Ankara’da bir kafenin kitaplığında bulunca emaneten alıp okudum. Ne güzel yazmışsınız ve iyi ki yazmışsınız!!!
Sayın İleri… Ben –de- annenizi çok sevdim. Kitabınızı -ve bu yazıyı da- okuyan herkesin –de- annenizi çok seveceğine inanıyorum.
(ŞD/EMK)
(*) Künye: Selim İleri. "Annem İçin". Doğan Kitap. İstanbul. 5. Baskı, Mayıs 2003, 104 sayfa. (İlk baskı Ada Yayınları. 1983)