Hamam âlemlerini keşfedeli beri hamamda yıkanmak bende büyük heyecan yaratmıştır.
Seneler boyunca mahallemde bulunan çok sayıdaki tarihî Osmanlı hamamları arasında en kirlisi olmasına rağmen favorim daima bereketli Karaköy Çeşme hamamıydı.
Aklıma estiği zaman Beyoğlu'ndaki evimden fırlayıp arnavut kaldırımıyla döşeli son Galata yokuşlarından hızla inerken birazdan yaşayacaklarımın tasavvuru bende adeta kalp çarpıntısına neden olurdu.
Lakin senenin çok müstesna bir vaktinde hamam dolar taşar, insan kendini değme Roma orjilerinde yer alırmış gibi hissederdi.
Ramazan ayı sona erip Şeker bayramının tebrik faslı yaşandıktan sonra bayramın ikinci günü erken saatte hamama koşarken mekânda mümkün olduğunca uzun vakitler geçirmeyi planlardım; benzer bir dinamik bayramın üçüncü günü için de geçerliydi, fakat yaşananların yoğunluğundan dolayı kısa sürede pestilim çıkar ve planladığımdan daha kısa zamanda evime tatminli dönerdim.
(Derken yıllar boyunca müdavimi olduğum Çeşme hamamı bana hiç inandırıcı gelmeyen sansasyonel bir taciz senaryosuyla kapatıldı ve epeyce süren restorasyon faaliyetinden sonra dünya çapında turizm canavarı bir otelcilik işletmesinin bünyesine giriverdi!)
Kadın imam Seyran Ateş'in ziyaret ettiği Artemis genelevinde konuştuğu seks işçilerinden biri de Ramazan bayramında müşteri patlaması yaşadıklarını aktarıyor.
Almanya'nın en büyük umumhanelerinden biri olan Berlin'deki müessesede çalışan dört kadın, Müslüman erkeklerin müşterileri arasında çoğunluğu oluşturduğunu belirtmekle kalmıyor, Cuma geceleri mevzubahis erkeklerin kendilerini sık sık eğlenceye, uyuşturucu ve uyarıcılara, alkole verip cinsel hayallerinin peşinden gitmeye giriştiklerini anlatıyorlar.
Ateş'in görüştükleri arasında iki Türkiye'li seks işçisi görev başındayken memleketlileriyle karşılaştıklarında "Burada ne işin var?" gibi suallerle karşı karşıya kaldıklarını da aktarıyorlar.
Yönetmenliğini Nefise Özkal Lorentzen'in yaptığı Seyran Ateş: Seks, Devrim ve İslam (Seyran Ateş: Sex, Revolution and İslam) başlıklı belgesel toplumdaki riyakârlığa parmak basarken kadın erkek eşitliğinin sağlanabilmesi için Müslümanlık'ta devrim yapılması gerektiğini de hatırlatıyor.
2021 Uluslararası San Francisco Film Festivali, DOXA, Hot Docs, Northwestfest, CPH:DOX, The Hague Movies That Matter 2021'in programında yer alan 2021 Norveç yapımı belgesel kahramanını 81 dakikanın elverdiği ölçüde tanıtıyor.
Gecekonduda başlayan yaşam
Türk bir anne ve Kürt bir babadan 1963'te İstanbul'da doğmuş olan Ateş, altı yaşındayken ailesiyle Batı Berlin'e taşınmış. Almanca'yı hızla söktüğü için küçücük yaşından itibaren gurbetçi ailelere tercümanlık yaparak destek olmaya başlamış.
Büyük bir ailenin içinde ve kısıtlı ekonomik imkânlarla büyüyen Ateş mütevazı köklerini ve içinde büyüdüğü gelenekleri asla inkâr etmemiş, fakat bir kız çocuğu olarak ailenin oğlanlarına tanınan serbestîlerin kendisine tanınmadığını fark edince vaziyeti sorgulamaya başlamış.
On sekiz yaşına çok az kala ataerkil statükonun baskısına daha fazla dayanamayarak evden ayrılmış ve hayatının geriye kalan kısmında, kadınlarla erkekler arasında eşitliğin sağlanması, LGBTQI fertlerine haklarının tanınması, aile içinde şiddete son verilmesi, öfkenin, nefretin, savaşın yerini sevginin, aşkın ve barışın alması yönündeki çalışmalara adamış kendini.
Biseksüel cinselliğinin yanında Müslüman feminist ve avukat kimliğiyle tanınır hale gelmiş, azimli girişimleri sayesinde İbn Rüşd-Goethe Camii'nin kurulmasını sağlamış, erkeklerle kadınların yan yana dua ettiği camide başını örtme ihtiyacı duymayan bir kadın imama dönüşmüş.
Dindar olduklarını iddia eden fanatik Müslümanlar'dan fazlasıyla cinsel içerikli hakaretler, küfürler, ithamlar, tehditler, fetvalar, silahlı saldırılar gecikmemiş.
"Muhafazakârlarla bir problemim yok fakat küçücük kız çocuklarının cinselleştirilerek örtünmesine karşıyım", "Çocukların özeneceği kişiler olarak öğretmenlerinin örtünmesine de karşıyım" gibi ifadelere yönelik eleştiriler yalnız gericilerden gelmemiş.
Ateş'i en çok üzen, sosyalistlerin ve feministlerin direnci olmuş.
Azınlık çatısı altına girdiğinden ne pahasına olursa olsun korumakla kendilerini mükellef saydıkları cemaatlerdeki ataerkil kadın düşmanlığını, empoze edilen geleneksel kadın rolünü görmek istemediklerini hararetle ifade ediyor Seyran Ateş.
İmamlığına laf edenlere karşılık olarak: "Bir kadının dinî bir töreni yönetemeyeceği Kur'an'ın neresinde yazıyor, bana gösterin!" diyor.
Ateş her hareketlerinde "Orospu" sıfatıyla damgalanmaktan bıkmış, "Aman! gözü açılmasın!" diye hayatı kısıtlanmış tüm kadınlara, cinsel hayatını kimsenin kontrol etmediği bir geleceğe ve kayıtsız şartsız özgürlüğe giden mücadelelerinde yol gösterici olmaya çalışıyor.
Seyran Ateş'in dünyasına giriş
Yönetmen Nefise Özkal Lorentzen'in filmindeki bazı sekanslarda Seyran Ateş'i belirli bir huzur içinde, sanki bir psikanaliz seansında mazisini anlatıp bazı anlarda adeta kendini sorgularken görüyoruz.
2006 yılından itibaren polis koruması altında yaşamak zorunda kalmış Ateş her şeye rağmen avukatlık mesleğini de sürdürüyor, imamlık da yapıyor, Almanya dışına çıkıp anlamlı temaslar kurup faydalı ziyaretlerde de bulunuyor.
Mesela Madrid'de 2004 yılında yapılan terör saldırısının bir anmasına katılıp etrafta yakınlarını kaybedenlerle empati kuracak daha fazla Müslüman görmeyi umduğunu ifade ediyor.
Akabinde belgesel bizi 2011 yılında sağcı terörizmin kurbanı olmuş Oslo'ya ve Utoya adasına götürüyor. Parlak sosyalist öğrencilerin fanatik bir şahıs tarafından katledildiği Utoya'da yaşananların insanlığın ortak acısı olması gerektiğini hatırlatırken öldürülen bir öğrencinin ebeveynini teselli etmekte zorlanıyor.
Seyran Ateş'i daha sonra Çin'de, Uygur lezbiyenlerin dertlerini dinlerken izliyor, ayrıca kadın imamlarla yapıcı olması umulan bir toplantı sırasında görüyoruz. Coğrafyada kadınların, kadınlara yönelik camilerde 300 senedir imamlık yaptığını öğreniyor, Zhengzhou'da sayısı 100'ü aşan camilerin 30'dan fazlasının kadın camisi olduğuna dair de bilgilendiriliyoruz.
Vatanına ve dinine ihanet etmekle itham edilen, hatta hakkında Satanist bile denen Ateş, İslam'a karşı asla savaşmadığını, ama İslam'ın yüzyıllar öncesine dayanan yapısının günümüze uyarlanması gerektiğini belirtiyor, din yüzünden çağımızda gençlerin acı çektiğini ifade ediyor.
Yalnız Almanya'da değil, tüm Avrupa'da kendininkine benzer kurumların açılmasını dilerken Ateş'in İbn Rüşd-Goethe Camii'nin birinci kuruluş yıldönümü toplantısında kadın semazenlerden müteşekkil bir gruba yer verdiğini de gıptayla izliyoruz.
Ve akabinde Ateş'in ağzından meselenin özünü aktaran, 1990 yılında Salt-N-Pepa grubundan sevdiğimiz parçanın meşhur adı dökülüveriyor: "Let's talk about sex" (Seksten bahsetsek ya!)
Kaderin cilvesi
Belgeselin başında seyirciyi anında kavrayan bir formülle, kapkara bir perdeye bakarken bir kadın sesinin tane tane okuduklarını dinlemiştik:
"Seni orospu piçi"
"Seni orospu kâfiri"
"S...kilmiş, iğrenç, çirkin"
"Şişko orospu"
"Seni bıçaklayarak öldürmek lazım"
"Hasta, çirkin, şişko g...t deliği..."
Kendisine yönelik, esasen cinsiyetçi bazlı saçma sapan mesajları okurken Seyran Ateş'in ses tonundaki ironiyi hissetmek seyirciye güven vermişti.
Filmin sonunda ise Ateş bizi Bertolt Brecht ile uğurlarken mücadelesiyle bir kez daha empati kurmamıza imkân tanıyor:
"Mücadele edersen kaybetme ihtimalin vardır;
Mücadele etmezsen zaten kaybetmişsindir"
Bu arada Karaköy'deki Çeşme hamamının eski sahipleri hukuki mücadelelerini çoktan kaybettiler, fakat kaderin garip bir cilvesi gibi, daha önce kesinlikle erkek erkeğe olunan hamamda şimdi erkekler ve kadınlar beraberce vakit geçirebiliyormuş.
Asırlardır süregelen bir gelenek, oryantalist güdümlü lüks turizmden gelecek para için yok sayılmış, belirli bir ücret karşılığında iki cinsiyetin temsilcileri aynı kubbe altında rahatlıkla yıkanabiliyormuş!
Ne diyelim, darısı diğer sektörlerin de başına...
(MT/PT)