Kapıdan çıkarken arkasından baktım.
Biraz omuzları çöküktü, onun dışında görüntüsüne bakıp yaşını tahmin etmek olanaksızdı.
Her zaman "İhtiyar Delikanlı" nitelemesinin tam oturduğu insanlardan birisi olduğunu düşünmüşümdür.
Kapıdan girdiğinde ilk sözü "bekliyoruz" olmuştu.
"Neyi" diye sormadan sürdürdü: "'İkinci hayat'ı değil tabii ki; ölümü.."
İnançlı birisi değildi. Daha doğrusu inancının kendisine özgü olduğundan haberdardım. Sık söylerdi, "herkesin dinini, inancını kendisi yaratır, herkes kendi dininin yalvacıdır" derdi.
"Bu dünyada eğer cennetini yaratamadıysan, öldükten sonra bir cennet olduğunu düşünmek boşunadır" der eklerdi, "bu dünyada olmayıp da cennette olduğu söylenen tek bir şey var mı?"
Bugünün onun sekseninci yaş günü olduğunu not etmiştim, bilgisayarımın takvimine, birkaç gün öncesinden başlayarak ardı ardına uyarılar gelmeye başlamıştı. Sonra da aklımdan hiç çıkmamıştı ki... Ama işler elvermemişti, o günün tümünü ona ayırmama ve onunla olmama.
Sabahleyin de aklımdaydı ve içimden "akşam olsun onu ziyaret edeyim" demiş kendimce günü planlamıştım.
Sabah
O gün işyerine gideli henüz bir saat olmamıştı, saat öğlene daha vardı, birden girdi odama. Ayağa fırladım ama sanki nutkum tutulmuştu, ilk anda bir şey söyleyemedim.
Onu kucaklarken ağzımın içinde bir şeyler geveler gibi ona akşama uğramayı planladığımı söyledim.
-"Biliyorum, biliyorum, herkes unutsa da senin doğum günümü unutmayacağını biliyorum. Merak etme..."dedi önce. Sonra sürdürdü:
-"Unutacağını düşündüğüm için gelmedim. Tez canlıyımdır bilirsin. Sabah çok erken kalktım. İnsan seksen yaşına bir kez giriyor. O yüzden günün her saniyesini boşa geçirmek istemedim. Daha tan alacasıydı. O saatlerin serinliğini severim. Evin balkonuna çıkıp göğü seyrettim. Gökteki renkleri, onların dönüşünü, günün aydınlanmasını izledim. Ne büyük bir mucize biliyor musun! Gökyüzü, güneş, dünya, biz, canlılar, insanlar ve evren!
Sanki günle birlikte ben de yeniden doğdum.
Balkonun az ilerisindeki ağacın en alt dalına 3-4 serçe konduğunu fark ettim. Onlara baktım uzun süre, aralarında neler konuştuklarını anlamaya çalıştım. Onların dilini anlayıp anlayamayacağımı anlamaya çalıştım. Sonra tersinden düşündüm; acaba onlar beni anlarlar mı diye mırıldandım. Dil ifade araçlarından yalnızca birisi. Tüm canlılar dillerinin dışında tüm varlıklarıyla bir şeyler ifade ederler, tüm varlıklarıyla fark edilirler ve anlaşılırlar. Hatta anlaşırlar da!
Önce birisi, sonra diğer ikisi uçup gitti.
Benim sözlerim üzerine gittiklerini düşündüm. Yalnızca kalan serçeyi izlemeyi sürdürdüm. Gitmeye niyeti yok gibi görünüyordu. Yerimden kalkıp içeri gittim, kuru bir ekmek parçası ile bir tabağa biraz su koyup geri döndüm. Ekmeği küçük küçük ufaladım ve kırıntı haline getirip balkonun kenarına yaydım. Hemen yanına da su dolu tabağı koydum, sonra yeniden içeri girdim. Kapıyı yavaşça kapatıp tülün arkasından izlemeye başladım. Henüz birkaç dakika olmamıştı ki, serçe konduğu daldan uçup geldi ve kırıntıların yanına kondu. Bir iki gagaladı, sonra su tabağının kenarına sıçradı. Biraz içti, sanki beni görüyormuş gibi bana doğru dönüp baktı. Sonra yeniden kırıntıların başına geçti.
Biraz daha yedi, ardından ötmeye başladı. Ben de konuşmaya başladım onunla. Sanki beni duyuyor gibiydi. Bir süre sonra 3-5 serçe daha geldi. Az önce uçan serçelerin de onların arasında olduğunu düşündüm. Keşke daha çok ekmek ufalasaydım diye hayıflandım ama bunu yapmaya kalksaydım, kaçacaklarını düşlündüm. Ekmek kırıntıları bitene kadar izledim onları. Sonra hep birlikte sularını da içip, hep birlikte uçup gittiler.
Mutfaktan bir parça daha ekmek alıp ufaladım ve aynı yere koydum ama yenilerinin gelmeyeceğinden emindim.
"Kendim için..."
O arada hava ışıdı. Üzerimi giyinmiştim. Dışarı çıktım ve kentin uyanışını izlemeye koyuldum. O zamanları ve o hali de eskiden beri çok severim.
Henüz uyanmamış evlerin, kimsesiz sokaklarından geçerek, sahile indim.
Deniz hiç uyumamıştı, bu belliydi. Ama denizin içinde ve üzerinde yaşayanlar, ekmeğini ondan çıkaranlar çoktan uyanmışlardı. Uzaktan onlara baktım.
Hiç birisinin benim varlığıma gereksinimleri yoktu. Dün sabah burada değildim, onlar muhtemelen yine aynı şeyleri yapmışlardı, yarın bu yaşamda olmadığımda da aynı şeyleri yapacaklardı. Yaşam benim varlığıma göre düzenlemiyordu kendisini.
Oysa hemen hepimizin kendimizi yaşamın merkezine koyarız. Bu yanlış bir algıdır.
Sonra kendime haksızlık ettiğim, en azından bugün, yani bu yaşamda 80 yılı devirdiğim günde bunu yapmamın bir sakıncası olmadığına karar verdim.
Bugün dünyanın benim etrafımda dönmesini istedim ve bunun için elimden geleni yapmaya karar verdim. Yapmak istediğim, daha önce ertelediğim, ya da yapmayı beceremediğim her şeyi yapmaya niyet ettim. Senede, hayır tüm yaşamımda belki de ilk kez!
Bugünüm öyle geçecek! Geçsin, istiyorum bunu...
Kahvaltı
Biliyorsun çeşitli yaşlılık hastalıkların nedeniyle sıkı bir perhiz uyguluyorum, doğru düzgün bir kahvaltı yapmıyordum yıllardır. Eskiden zaman zaman gittiğim bir kahvaltı dükkânı vardı, onun kapanıp kapanmadığını merak ettim. Saate baktım, eğer varsa eskisi gibi "ha açılmış ha açılmak üzeredir" dedim kendi kendime. Ana yola çıkıp sabah müşteri kovalayan taksilerden birisine bindim. Adresi söyledim. Sabah olduğundan yollar bomboştu, 15 dakikada vardık. Dükkân yerinde duruyordu, kapısında bir genç vardı. Selam verip içeri girdim. Daha önceden orada hep olan bir adam vardı, ona bakındım, yoktu. Geri dışarı çıktım. Genç çocuğa önce yalnız olup olmadığını sordum. Başını salladı. Onu hatırlamıyordum! Tabii onun da beni anımsaması mümkün değildi. Önceki adamdan söz etmedim, eğer hâlâ oranın sahibiyse gelirdi herhalde.
Çayının demlenip demlenmediğini sordum. Demlenmek üzere olduğunu söyledi. Kahvaltı edeceğimi söyledim. Bir masanın önündeki sandalyeyi çekip oturdum. Kapıya arkamı döndüm. Önüme bir menü getirdi. Elimle kenara ittim, istediklerimi aklımdan söyledim. Güzel bir pastırmalı yumurta, köy tereyağı, peyniri, hakiki bal, sıcak fırından yeni çıkmış beyaz ekmek, eskiden yediğim ama şimdi yalnızca birer cimdik tadına baktığım ne varsa hepsinden ısmarladım. Çayımı da büyük su bardağında getirmesini söyledim.
Her bir lokmanın tadını çıkara çıkara yaklaşık bir saatte ne var ne yok silip süpürdüm. Yaşamanın ama ondan daha önemlisi özgürlüğün anlamını bir kez hissettim.
Çocuğu çağırıp sigara içip içmediğini sordum. İçtiğini söyledi!
Bırakalı neredeyse otuz yıla yakın olmuştu ve o günden bu güne bir tane bile ağzıma koymamıştım. Bunu söyledim ve sigaramın olmadığını belirterek ondan tek dal bir sigara istedim. Verdi. Çıkarıp çakmağı da masaya koydu. Önce "bunlar kaldır" dedim. Sonra da varsa ince belli bir çay bardağında azıcık demli bir çay getirmesini istedim.
Çayla birlikte sigarayı içtim. Sanki sigarayı dün bırakmış gibiydim. O kadar güzel olur mu bu meret... İkincisini istemeye yüzüm yoktu. Çocuk hiç konuşmadı. Ben de yerken yalnızca kendimle, yediklerimle konuştum. Sonra hesabı ödeyip çıktım.
Ölüm
Yeniden bir taksi, çevirdim. Çok eskiden tanıdığım ama uzun yıllardır görmek istememe karşın bir türlü yanına gidemediğim bir arkadaşım vardı. Yine bir taksiye bindim. Yolu tarif ederek onun evine gittim. İki ay önce vefat ettiğini söyledi bir komşusu, gömüldüğü mezarlığı sordum. Taksinin yönünü oraya çevirdim. Görevlilere adını ve ölüm zamanını söyleyip mezar yerini öğrendim. Bir tahta dikiliydi, üzerine kara boyayla adı yazılı. Oturup konuştum onunla, beni affetmesini söyledim.
Galiba biraz ağladım. Ama kendim için mi, onun için mi bilemedim. Yanından kalkınca mezarlık görevlisine yakınlarda mezar taşı yapan bir yer var mı diye sordum. Birisini aradı. Ahizeyi, bana verdi. Konuştum adamla. Arkadaşımın adını söyledim, görevli de kayıttan doğum ve ölüm tarihlerini söyledi. Onları da yineledim. Sonra da şu cümleyi yazmasını istedim: "Geçen yıllara değil ileriye bakan çok ve güzel yaşıyor!" Yazının da taşın da "güzel" olmasını istedim.
Kaç para olduğunu sordum. Söylediği rakamın elli lira fazlasını vereceğimi belirttim. Çıkarıp parayı görevliye, bir elli lira da ona verdim. Sonra ona senin numaranı verdim ve taş yapılıp gelince seni aramasını söyledim. Seni arayacak. Eğer o zamana kadar başıma bir şey gelmemişse beni de alırsın, beraber gider bakarız. Yoksam sen gider bakarsın. Hoş bakmasan da olur, ama bakarsan beni sevindirmiş olursun."
Meyhane
Oturmadı bile yerine. Bir solukta bunları anlattı arkasını döndü. Çıkınca çok eskiden gittiği bir meyhaneye gideceğini söyledi. Meyhanenin adını verdi. Görmeyi istediği tüm arkadaşlarını teker teker oraya çağırıp onlarla konuşacağını ve bir daha görüşememe olasılığı yüzünden vedalaşacağını da belirtip ekledi:
"İşin bitince yanıma gel, biraz daha muhabbet ederiz. Sonra beni eve bırakırsın, böylece planını da yerine getirmiş olursun" dedi.
Kucaklaştık ve kapıdan çıkıp gitti.
O giderken "mezar taşı"na yazdırdığı sözü unutmamak için içimden birkaç kez yineledim.
Doğru muydu acaba? (MS/EKN)