Biliyordu ki; bir insan olarak nerelerden gelip, zaman içinde nereli olduğumuza dair içimde oluşan büyük bir boşluk vardı. Ama artık elimde, bu boşluğu dolduracak ve kaygılarımı azaltacak bir çalışma vardı: "HEYAMO"...
Ben yıllar yılı kendimi müziği olmadığını zannettiğim bir kültürün çocuğu sanırdım. Çünkü Lazların etkili olduğu bir ortamda değil, uzaklarda ortalama bir kent kültürü koşullarında yetişmiştim. Bu nedenle müziğimiz ve kültürümüz üzerine yeterince bilgili olmamamın sıkıntısını her zaman hissetmiştim. Lazcayı iyi konuşamamaktan ve topraklarımızdan ayrı yaşamaktan kaynaklanan bir eksiklik duygusu içimde her zaman yer edinmişti. Ve artık biliyordum ki hiç bir şey zannettiğim gibi değildi...
Topluluk olarak çözülüş
Rize'nin Fındıklı ilçesinin Pİ3XALA köyü, benim köyüm. Ben Pİ3XALA deresinin çocuklarındanım. Annemde aynı ilçenin Derbent köyünden. Yani ben, her iki taraftan Lazım. Ama 1972 yılında İzmit'in Gölcük ilçesinde doğmuşum. 18 yaşına kadar Gölcük'te, daha sonra da üniversite yılları hariç (Eskişehir) hep İstanbul'da yaşadım, yaşıyorum; etnik bir topluluk olarak çözülüşümüzü, neredeyse yokoluş noktasına gelişimizi seyrediyorum.
Gözlerim dolu dolu
Annemle babamın hakkını yemeden anlatmalıyım öykümü; bir şehirli kızın benlik sevdasını... Son derece genç yaşlarında, herkes gibi gerekçelerle kopup gelmişler tanımadıkları şehirlere...Annem okumak, babamsa çalışmak için!
Her yaz giderdik köyümüze... Babaannemin ve dedemin köyde kalıp, ocağı çekip çevirebildikleri yılları ancak hatırlıyorum. Ortanca çiçekli ve armut ağaçlı, ince bir suyun ikiye böldüğü avluyu, benim için hep bir sanat eseri olmuş o canım evi, gizli gizli babaannemin, kurutmak için serdiği fındıkları yediğim naylayı, gözlerim dolu dolu ve hasretle anıyorum.
Yaz tatillerimin hepsini köylerimin dere boylarını, derelerin kaynaklarını, yaylalarını, mısır, fındık, çay, salatalık ve fasülye bahçelerini gezerek, yine köylerimin yaşlıları ile sohbet ederek geçirirdim. Yazları kimi 20 gün, kimi 1 ay kalabildiğimiz memleketimizde bile, bir türlü istediğim gibi Lazca anlayamıyor ve konuşamıyordum. Dolayısıyla "Bu ne demek?" sorularımız hep cevapsız kalıyordu. Ama annem ve babam ailedeki tüm yaşlılarla beni ve kardeşimi tanıştırırdı. Bu sayede, büyüyüp birey olduğumuzda onları ziyaret etmeye devam edebilecektik.
Kültürümden kopmadan...
Tüm bunların yanısıra hayattaki en büyük şansım babaannemin 10 yaşlarıma kadar sadece kışlarını, sonrasında da tüm ömrünü bizim evde yaşaması oldu. Evde yaşlı bir insanla yaşamak, her insan için bir zevktir ve de bir şanstır. Hele hele o insan, dünya tatlısı bir Laz kadını ise; değmeyin keyfinize. Onun hikayeleri sayesinde, kültürümden kopmadan büyüyebildiğimi sanıyorum. Tabii ki karakteristik özelliklerim de buna etkendir: Meraklı, duyarlı ve soru soran bir insan olmam.
1992'nin 10 Temmuz'unda babaannemi kaybettim. Bir tarih, bir yarendi babaannem adı gibi, adını taşıdığım. Ve 2 yıl sonrada 90 yaşındaki genç ve benim için ayaklı kütüphane olan dedemi tarih sayfalarına gömdük...Ve sanki onların ölümü ile TOLİŞKALEM evimizin tavanı, içinde yaşanmamaktan, nefessizlikten delinecek ve daha da sonraları çökecekti. İkisini de hasretle anıyorum...
Söz verdiğim tolişkalem...
Onların vedasından sonra ne köy kaldı, ne de tolişkalem... Şehir izin vermedi oralara sahip çıkılmasına... Şehir ve Gerçek Hayat maalesef hiç bir şeyi eski güzelliğinde bırakmıyor... Artık ne yaşlılar var, ne o tarlaların canı, ne ortancalar, ne de benim köye gidebilme ihtimalim...1997 yılının Ekim ayında Pİ3XALA'ya son kez gittiğimde, büyüdüğümde restore ettirip, gözüm gibi bakacağıma kendi kendime söz verdiğim tolişkalemin tavanından gökyüzü görünüyordu artık. Evet büyümüştüm ama, ev beni bekleyememişti. Çöktüm salonun ortasına. Çöktüm ve ağladım çöküşümüze.
Tüm bu mutsuz ve hüzünlü yanlarını bir kenara bırakıp, bugünkü bilincimin nasıl oluştuğuna gelmek istiyorum artık..
1994 yılının başıdır OGNİ dergisinden haberim olması. ZUĞAŞİ BEREPE'nin müzik çalışmaları, Çevre Radyo'daki Lazca programlar ve bazı yayınlar sayesinde harekete geçen Laz olma bilinci BİROL TOPALOĞLU'nun HEYAMO'su ile yerine oturmaya başlamıştı artık.
İnançlarımı kamçılayan Laz müziği
İçimi yerinden oynatan tulumun sesi, Türkçeye tam çevrilememesinden dolayı pek keyifle dinlediğim Lazca dili ile söylenmiş eserler, hem söyleniş ruhu hem de içerikleri ile beni adeta özüme çağırıyordu. İşte en otantik ve evrensel yorumuyla bizim de destanlarımız, ağıtlarımız varmış dedirtiyordu. Her şeyden önce özümle üzerine anlamlar yükleyebildiğim, içinde kültür yansımalarını bulabildiğim, kimi sevdalanıp, kimi ağladığım ve inançlarımı kamçılayabilen bir Laz müziği varmış. Mutlaka vardı da, artık ben biliyordum, bizler biliyorduk. Ve bu çalışma sayesinde, son 2 yılda Lazcam hızla ilerledi. Eserlerin sözlerini anlamaya çalışa çalışa, artık Lazca konuşabiliyordum.
Şimdi de "MJORA" var. Ben inanıyorum ki; Mjora sayesinde daha çok birbirimizden haberimiz olacak, daha çok el birbirine uzanacak, daha iyi yerlere daha güzel günlerle geleceğiz.
Geçmiş ve kök bilincine ulaşmak
Öncelikle Lazların, daha sonra da tüm halkların geçmiş ve kök bilincine ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Geldiği yerleri, geliş sebeplerini, dilini, dinini, yemeklerini ve türkülerini sırtlamayan, sırtlamasa da, sırtlayanın yanında olamayan, destek vermeyen bir toplum ancak azalır, soysuzlaşır, ve Avrupa ülkelerinde, üniversitelerin "YOK OLMAK ÜZERE OLAN DİLLER" kürsüsünde incelemeye alınır. Bizler, yok olmak üzere olabiliriz, ama henüz olmadık. Ama kendimizi net biçimde ifade etme yolunda adım adım ilerleyen bir kültür olduğumuzu söyleyebiliriz.
Ben, sevgi ve saygıyla, coşku ve inanç dolu bir Laz kızı yüreğiyle, yarınlarda buluşmak ve hikayeler paylaşmak dileğiyle, herkesi selamlıyorum. (NH/BB)