Erdebil Köşkü (Qesra Ber Derê Pir)
Şair Ali Emiri Efendi demiş ki;
"Erdebil kasrında vardır bir sefa-yi dılîstan
Dicle’nin cısri metin kurbunda etmiştir mekân"
Milat sonrası 639 yılında İslam’ın Kürt coğrafyasında kılıçla yayıldığı yıllarda, İyaz Bin Ganem ve Halid Bin Velid komutasındaki İslam Orduları, Diyarbekir’i kuşatırlar.
Bu kuşatma esnasında şehri ele geçirmek; uzayıp, zora girince şehir dışındaki “İslam’a aykırı” yapılar da yıkımdan nasibini alır. Bugün artık dağın üzerinde kalıntısının izleri bile olmayan Kırklar’a bakanlar ne görür? Şehri çepeçevre kuşatan 5,5 kilometre uzunluğunda kalkan balığı görüntülü surların Mardinkapı yanındaki Keçi Burcunun muhteşem teras mekanından manzarayı seyreyleyenler üzeri tepsi gibi düz Kırklar Dağına, neden “Dağ” ve neden “Kırklar” dendiğini çok da bilmeseler de bir kez daha dilendirilmekte fayda var.
O üzeri tepsi görüntüsündeki dağın üstünde o fetih öncesi devirde Kırklar Manastırı varmış. Milattan sonra 512 yılında I.Anastasias Kırklar Dağının üzerindeki Kırklar Manastırının şehirli sakinleri ibadetlerine gidip gelirken zorluk çekmesinler diye Dicle Nehri üzerinde bir köprü yapar. Rivayet edilir ki, o bazalt taş köprünün yapımı zaman alır. Ve zaman dilimi içinde köprüyü yapan ustalar barınsınlar diye hemen köprünün yakınına bir de ev yapılır. İşte Kırklar Dağı o Kırklar Manastırından dolayı Kırklar Dağı olmuştur.
Sonraları o köprü de, köprünün tam karşısına denk düşen ev de, yapıldığı gibi kalmaz. 8. ve 11. yüzyıllarda, Emeviler ve Mervaniler dönemlerinde köprü dönemin egemenlerince yeniden elden geçirilerek şimdiki görüntüsüne kavuşur.
Ev de öyle…
Köşk, 17. Yüzyılda Osmanlı yönetimine gösterdiği yararlılıklardan dolayı Diyarbekirli İbrahim Hafid Paşa’ya armağan edilir. Bu tarihten sonra da defalarca onarımlardan geçen köşk, en eski tarihinden bu yana Kürtçe “Qesra Ber Derê Pir”, Türkçede ise zaman içinde dönüşüme uğrayarak şimdilerde bilinen adıyla “Erdebil Köşkü” ismiyle anılır olur. Ve yine bilinir ki, eski Diyarbekir’in ekonomik durumu iyice olan ailelerinin yaşadığı Dicle Havzasındaki “Sem’an” (Gazi) Köşkü dahil, “Hamî”, “Bekîrpaşa”, “Ağuludere”, “Çarbağ” gibi adlarla anılan diğer bütün köşkler, Erdebil Köşkü örnek alınarak yapılmıştır.
Ön avlu ve eyvanından ayrı, arka bahçesinden bir başka, terasından ise daha ayrı görüntüler sunan köşk; Kırklar Dağı, Dicle Nehri, On Gözlü Köprü, Hevsel Bahçeleri, Surlar ve genel Diyarbakır manzarasına hakim, ender bir teras mekanıdır.
Diyarbakır Kültür ve Tanıtma Vakfı, Erdebil Köşkünü Vakıflar Genel Müdürlüğünden Bakanlar Kurulu kararıyla kiralayarak yeniden restore etti. Daha önce çevresi ve köşk binasıyla birlikte çok kötü, adeta metruk bir durumda olan yapı şehre yakışır bir edayla yeniden görücüye çıktı. Üç yıllık yoğun ve katılımcı bir emek ile tümüyle vakıf üye ve gönüllülerinin; ayrıca Diyarbakır Valiliği, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Sur ve Yenişehir Belediyelerinin de ciddi destekleriyle yaklaşık “700 bin ytl” (700 milyar tl) harcanarak Diyarbakır’ın tarihi ve Kültürel kimliğine hizmet etmek üzere yeniden şehre kazandırıldı Erdebil Köşkü.
Doğrusu 23 Mayıs 2008 Cuma günü itibariyle yeniden açılışı yapılan Erdebil Köşkü, Diyarbakır’ın bir "kültür evi" gibi hizmet görecek. Şehir halkına, dışarıdan gelecek olan bu şehrin tüm konuklarına, şehrin kültürel amaçla hizmet yürüten tüm kurumlarına açık olacağı ifade edilen, Diyarbakır Kültür ve Tanıtma Vakfının işletmesinde hizmet yürütecek olan köşk ve bahçesi aynı zamanda herhangi bir proje finans desteği de almadan adeta sıfır bütçe ile tümüyle gönüllülük temelinde örnek bir sivil toplum çabası olarak varlık bulup, Diyarbakır’ın kültür mirası ajandasına eskiden olduğu gibi yeniden yazılıyor.
Dilin ve kültürün varlığındır, ya da Diyarbakır’da festival zamanı
Sekiz yıldır Diyarbakır’da her yılın Mayıs sonu ile Haziran başında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince Kültür ve Sanat Festivalleri yapılıyor. Bu yılki festival de 27 Mayıs ile 01 Haziran tarihleri arasında. Bu yılki festivalin şiir dinletileri, dengbêj divanları, sergileri, performansları dahil hepsi bir yana üç işine parmak basmak isterim.
Biri, bu yıl ölümünün 300. yılı olan ve diğer eserlerinin yanında Mem û Zîn gibi ölümsüz bir eserin sahibi de olan büyük Kürt mütefekkiri Êhmedê Xani üzerine festival bünyesi içerisinde iki günlük bir sempozyum düzenlenmiş olmasıdır. Xani diyor ya:
“Ev meywe eger ne avdar e
Kurmancî ye, ew qeder li kar e
Kurmanc im û kûhî û kenarî
Ev çend xeber in di kurdwarî”
Bir diğeri Yukarı Mezopotamya’nın inançlar dünyası perspektifinden hareketle Ermeni, Süryani, Êzidi, Alevi, Kürt ve diğer değerlerin buluşmasının bugün de çok ihtiyaç duyulan "Hoşgörü" felsefesine göndermesi.
En manidarı da soyadını bile bu şehrin şimdilerde pek de telaffuz edilmeyen ve en eski adlarından biri olan Dikranagerd’den aldığı aşina, bir yanı bu şehirli Aram Dikran’ın sesinin nefesinin şehirle buluşması.
Hani diyordu ya Aram;
Hey lolo birîndaro bilbilo,
Li bayê lê xist hêlîn tev xira kiro"
Ne demeli artık bilmem ki, şehri, şehirleri böyle de tanıtmak mümkün / tanıtılıyor da nitekim… (ŞD/NZ)