İbnül Emin Mahmut Kemal İnal; 1930 yılında yayınlanan "Son Asır Türk Şairleri" kitabında der ki; "O zamanlar çok farklı bir Diyarbekir vardı. Her hangi bir namaz vakti, Ulu Camii'nin önüne gelip iki elinizi açın. Kucaklayabileceğiniz kadarını kalabalıktan kuşatın! Gözlerinizi kapayıp içinden birini çekip çıkarın! Tuttuğunuz kişi, ya şairdir, ya müşir..."
Nitekim kentin sonraki yıllarında tanınmış şahsiyetlerinden olacak olan Abdülsettar Hayati Avşar İstanbul'a gider, öğrencidir. Bir tavsiye mektubu ile İstanbul'un önemli fikir şahsiyetlerinin bulunduğu bir ortama müdahil olunca, kendisine tavsiye mektubu yollanan şahıs Avşar'ı cemaate tanıtırken; "Kendisi Diyarbekir ekolünden mezundur. Bize şehrini anlatacak" der.
İşin doğrusu ben bu girizgahı epeydir hazırlıkları süren ve 7 Şubat akşamı açılışı gerçekleşen "Diyarbakır Edebiyat Evi" üzerine yapmış oluyorum.
Malumdur, vefa ve şahsiyet meselesi çok önemli! Tabi bu iki kavramın yanına aidiyet mevzuunu da eklemek kaydıyla. Eklemeden geçmeyeyim; bilinir ki vefa denilen ne bir boza markasıdır, ne de semt adıdır! Şahsiyet ise pek ilgiyle izlediğiniz dizi adı hiç değildir! Aidiyet'e gelince; bunca yüzsüzlüğün yaşandığı çağ yangınında belki de unutulalı hayli olmuştur.
Bu kavramlar; yani vefa, şahsiyet ve aidiyetin buluşmasına belki de ölümüyle öte yakaya giderken vesile olan Tahir Elçi'yi yad etmeliyiz. O gün biz bir başka kadim mekânda Max Van Berchem, Jozef Strzygowski ve Gertrude Lowtihan Bell'in hazırladığı "Amida" kitabının Türkçe çevirisinin yayınlanışının kahvaltılı basın toplantısındaydık.
Gelen ilk habere göre; yaralılar vardı ve aralarında Tahir Elçi de var şeklindeydi. İlk tepki Büyükşehir Belediye eşbaşkanı Fırat Anlı'nınkiydi: "Evvelki akşam Tahir beni bizzat aradı ve dedi ki 'Başkan, 4 ayaklı minarenin önünde basın açıklaması yapacağım.' 'Yapma, güvenli değil! Mutlaka yapmak istiyorsan, balıkçılarbaşı olsun' dedim. 'Hayır, ucunda ölüm de olsa, basın açıklaması orada olacak' dedi."
Nitekim Tahir Elçi o tarihi konuşmayı vukuatın olduğu mekânın önünde yaparak tercih etti: "Dört Ayaklı Minare insanlığa sesleniyor: 'Beni ayağımdan vurdular. Ne savaşlar ne felaketler gördüm ama böyle ihanet görmedim.' Buradan, demokratik tepkimizi ifade etmek için buradayız. Bu davranışı, tarihe yönelik bu şiddet eylemini, tarihi bir değere yönelik bu suikastı, bu saygısızlığı kınıyoruz. Silahlar, savaşlar, çatışmalar istemiyoruz" dedi. Sonrası malum.
Bu, şehrin sorumluluk sahibi bir meslek odasının başındaki şahsiyetin şehre ve şehrin değerlerinin tahribatına canıyla bedel ödeyerek vefakâr tavır alışının somut bir örneğidir.
Şahsiyet, şahsiyetler mevzuu üzerinden bir şehre vefaya elbette başka kimi örnekler de gösterilebilir. Bunun bir diğer adı da vurguladığım gibi Aidiyet'tir.
Mesela bir Iğdırlı Kawa Nemir'in,
Mesela bir İdilli Şener Özmen'in,
Mesela bir Kızıltepeli Lal Laleşin,
Mesela bir Nusaybinli Abdullah Keskin'in kadim Amida'yı aidiyet anlamında kendi şehirleri gibi tercihleri buna çok somut örneklerdir.
Mesela "min navê xwe kola li bircên dîyarbekr" diyen Rojen Barnas,
Ya da; "Bir ben bileceğim oysa/ne afat sevdim,/bir de ağzı var dili yok Diyarbekir kalesi" diyen Ahmed Arif,
Veya eserine "Amidi Sevda" diyen Ali Emiri Efendi,
Belki de öte yakaya göçerken tercihini yapan ve edebiyatında bu ısrarını sürdüren; "min, welatêkî dûr nivisî ji were her tişt, î ro nava gele xwe da bextewarim. Diyarbekir; kanî û enerjîya nivîskarîya min e" diyen Mehmed Uzun...
Ve daha niceleri...
Diyarbakır, entelektüel, edebi geçmişinden süzülerek gelen ayrıca son birkaç yıl içinde yaşanan onca tahribat, felaketten sonra yeniden soluk alınacak bir mekânla, Edebiyat Evi'yle buluşmuş oluyor. Hem yalnız Edebiyat Evi olarak değil! Yayıncılar Kooperatifi'nin Diyarbakır Temsilciliği ve Lis Kitabevi de içinde olmak kaydıyla. Doğrusu bir dolu şahsiyetin adeta imece usulüyle katkı sunduğu Lis Yayınevinin böyle bir çabaya öncülüğü için Lal Laleş'e özel olarak teşekkür etmeli.
Kentin yeni yüzü olan mekânlar diyarına 2017'de önce Yayın Ağacı kitabevi "merhaba" dedi. Sonra Kafka, şimdi de edebiyat eviyle birlikte Yayıncılar Kooperatifi ve Lis Kitabevi "merhaba" etmiş oldu. Kitap evleri açısından bu anlaşılır bir durumdur elbette.
Ama gönül isterdi ki; sonradan görme beton yığını türedi mekânlardan biri yerine, her biri birer taş mektep konumunda olan Suriçi'ndeki bazalt taş evlerden birinde açılmış olsundu Diyarbakır Edebiyat Evi. Ama ne yapalım ki olanaklar böylesine elvermiş olmalı. Bu sebeple; "şehir" denince eski kentliler gibi "Suriçi"ni bir yaşam ve varlık alanı olarak düşünen ve hayatında hep var eden naçizane ben! Bundan sonra Edebiyat Evi'nin konumlandığı Diclekente biraz daha çok zaman ayırmak durumunda kalacağım gibi...
Hoş geldi şehre Edebiyat Evi... (ŞD/AÖ)