Yaklaşık dört yıldır Sedat Yurtdaş’ın cinsel saldırıdan yargılandığı dosyayı kadınlar olarak takip ediyoruz. Uzun bir adalet arayışının ardından geçtiğimiz günlerde, 10 Temmuz’da, dosya karara çıktı.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi bu coğrafyada kadınların sadece erkek şiddeti ile değil, erkek adalet gerçeği ile de yaşamak zorunda olduğunu bir kez daha hatırlattı; Sedat Yurtdaş beraat etti.
Neyse ki genç bir stajyer avukat kadın arkadaşımızın, sonuçlarını bile bile cesaretle başlattığı süreç biz kadınlar bakımından devam ediyor.
Nasıl başladık; takipsizlik/ erkeklik kararı
Aslında bu dosyanın kadınların, özelde kadın avukatların gündemine yaygın olarak girmesi vahim bir savcılık kararı ile başlamıştı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı apar topar takipsizlik kararı vermişti.
Apar topardı; çünkü taciz edilen kadın arkadaşımızın, yani cinsel şiddet dosyalarında en kıymetli delil olan müşteki beyanını almadan karar verildi. Dosyanın şüphelisi olan Sedat Yurtdaş ise dinlendi, hatta Yurtdaş’ın beyanı ve dosyaya sunduğu siyasi ve mesleki kariyerine, geçmişine ilişkin ve soruşturma konusu suçla alakasız bilgiler ile yetinilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Bir başka deyişle etkin soruşturma ilkesi ve kadına yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin uluslararası sözleşmeler açıkça ihlal edildi.
Başta soruşturmayı başlatan kadın arkadaşımız olmak üzere, kadın örgütleri bu soruşturmanın peşini bırakmadı, açıklamalar yapıldı ve kadın avukatlardan destek istendi. Dava sürecine sonradan dâhil olabilmiş ve halen Diyarbakır’da faaliyet yürütmekte olan çok değerli kadın meslektaşlarımızı (ÖHP’li bazı kadın arkadaşlar ve Baro Kadın hakları Merkezi’nden arkadaşlarımız) tenzih ederek söylüyoruz ki; o vakitler Diyarbakır Barosu’na bağlı hiçbir avukat dosyaya müdahil olmadı. Çünkü görece küçük bir baro ortamında avukatlar, birbirinin yüzüne bakıyordu (!) ve daha da önemlisi bu soruşturmanın şüphelisi Sedat Yurtdaş’tı. Kendisi eski bir milletvekili, yılların hukukçusu ve insan hakları savunucusuydu (!).
Neyse ki, Diyarbakır dışından da olsa, bir grup kadın avukatın başlattığı bir çalışmayla savcının takipsizlik kararına itiraz mercii olan Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin karşısına kalabalık bir avukat grubu olarak çıktık. Birçok şehirden kadın, stajyer kadın arkadaşımızın vekilliğini üstlendi.
Sedat Yurtdaş savcının önüne siyasi ve mesleki kariyerini dosyalayıp sununca ve savcılıkça erkek dayanışması kararı ortaya konulunca, bizler de 150 kadın avukatın desteğini sunduğunu gösterir kalabalık bir vekâlet sunduk. Müvekkilimizin beyanının en kıymetli delil olduğunu ve soruşturmanın “Kadın beyanı esastır, aksini ispat erkeğe aittir” ilkesine göre yürütülmesi gerekliliğini anlatan dilekçemizi ve bir de müvekkilimiz hakkında verilen psikolojik raporu ilgili mahkemeye ilettik.
Bir parantez açmak gerekirse, bu rapor İstanbul Adli Tıp Kurumu’nca verilmişti ve böylesi kameraların, tanıkların önünde gerçekleşmeyen vakalar bakımından çok önemliydi. Çok değerli hocalarımızca imzalanmış olan bu rapor, sanık tarafınca sonraları çok fazla dillendirildi. Çünkü raporda beyanların tutarlı olduğu, kadın arkadaşımızın olay sonrasında gelişen ruh sağlığı sorunlarının, yaşanan taciz olayından kaynaklanmış olabileceği belirtiliyordu. Yani bu bilimsel rapor kadın arkadaşın iddialarını ciddi şekilde destekliyordu.
Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi yerinde bir karar vererek takipsizlik kararının kaldırılmasına hükmetti.
Bütün bunlar olurken, yani kadın arkadaşımızın suç duyurusunda bulunmasından, Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin takipsizlik kararını kaldırdığı ana kadar, arkadaşımız arka planda çoktan bir “yargılamanın sanığı” olmuştu. Her şeyden önce Diyarbakır’da arkadaşımızın sosyal ve mesleki çevresinde bu olay duyulmuştu. Sanıldığının aksine, bu durum Sedat Yurtdaş nezdinde soru işaretlerine ve tepkilere yol açmadı. Aksine, sanki suça konu bu olayı gerçekleştiren kadınmış gibi selamı kesenler oldu, cinsiyetçi, erkekle dayanışma niteliğinde dedikodular aldı başını yürüdü. Kadın arkadaşımız, başta meslektaşlarımız olmak üzere birçok kişiye defalarca olayı anlatmak, kendini açıklamak zorunda bırakıldı. Erkek dayanışması öyle koşulsuzdu ki, Sedat Yurtdaş’ı pek tanımayanlar bile “Sedat Yurtdaş yapmaz öyle şey” dedi.
Mesleğinin başındaki genç arkadaşımız ise, staj yapacak yer aramakla meşguldü. Çünkü zaman zaman erkek dayanışması, zaman zamansa -kaynağı çok açık olan- baskılar nedeniyle kimse kendisiyle çalışmak istemiyordu. Bir süre ara vermek zorunda kaldığı staj macerasının sonu nihayetinde İstanbul’da bitti.
Erkekle dayanışıldığını gösterir konuşmalar, tavırlar sadece Diyarbakır Barosu’na bağlı avukatlar içerisinde olmadı elbette. Bizler de buralarda da benzer bir mücadeleye girişmek zorunda kaldık. Kadın meslektaşlardan destek isterken, az sayıda da olsa, karşımıza duvar örenler çıktı. Mesela bir kadın avukat kendisi de bir kadın olmasına ve hemcinsiyle empati yapması çok daha kolay ve doğal olmasına rağmen, abisiyle empati yaptı. “Size destek veremem, ya iftiraysa ya abimin başına böyle bir iftira olayı gelse…” dedi. Söz konusu kadın arkadaşın abisi bir insan, bir arkadaşımızın abisi olarak elbette kıymetliydi. Ama her erkek gibi bir kadını taciz edebilirdi ve bir kadının böyle bir iftira atma ihtimali çok ama çok düşüktü. Üstelik abisinin kadının beyanının aksini ispat etme şansı her zaman vardı.
Bazı erkek arkadaşlar da kendilerinden beklenen tepkiyi verdiler. Tacizle suçlanan kişi erkekti, üstelik geçmişte muhalif bir partinin çatısı altında milletvekilliği yapmıştı, Radikal gazetesinde yazıyordu ve İnsan Hakları Derneği (İHD) yöneticisiydi. Yani Özgecan’ın katledilmesindeki gibi bir minibüs şoförü, Ensar Vakfı görevlileri ya da devrimci, demokrat insanlara karakolda tecavüz eden polis değildi. Basbayağı kendileriyle aynı olmasa da benzer yollarda yürümüş biriydi.
Haliyle “Solcu, demokrat, insan hakları savunucu erkekler de taciz eder mi?” sorusu bir hayli gündeme geldi. İçindeki erkeği öldürme değil de içindeki erkeği öldürdüğünü ispatlama yarışına girildi. Sonra bir sürü mağduriyet ve hatta olası mağduriyet paylaşıldı (!). Örneğin bir erkek meslektaş “tacizci denmesin diye ofisine kadın gelince odanın kapısını açık bırakmak” adlı büyük ve ciddi mağduriyetini (!) anlattı.
Biz kadınlar mağdur değildik asla, direniyorduk, ama o kadar çok erkek şiddeti yaşamıştık ve yaşamaya devam ediyorduk ki, bir erkeğin ofis kapısını bazen açık bırakmak zorunda olmasına pek üzülemedik; Sedat Yurtdaş’ın yaşadığı mağduriyete (!) üzülemediğimiz gibi…
Dava Süreci; O Bilindik Sanık Savunması
Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin itirazımızı kabul edip, iddianame düzenlenmesi gerektiğini belirtmesinin ardından bu kez de süreç uzatma hamleleri başladı. Savcılık (ki daha sonra bahse konu savcının FETÖ soruşturmasından yargılandığı Yurtdaş tarafından gündeme getirilmişti) süreci olabildiğince ağırdan aldı.
Bu davadan her yolu deneyerek kurtulmak isteyen Sedat Yurtdaş ve avukatı “olayın mesleki faaliyetler çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini” iddia ederek, Adalet Bakanlığı’ndan soruşturma izni verilmesi için başvurdu. Ancak buradan da sonuç alamadılar, sadece süreç uzamış oldu.
Uzun bir bekleyişin ardından dava Diyarbakır 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açıldı. Sanık sandalyesinde ilk ortaya dökülmeye çalışılan şey, elbette kadın arkadaşımızın özel hayatı oldu. Sadece bir ay yanında çalışan ve kendisiyle son derece resmi ilişkiler kuran stajyerinin özel hayatı ve karakteri Yurtdaş tarafından irdelenmeye başlandı.
Dosyanın görevsizlik kararı ile Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gitmesiyle, bu irdeleme faaliyetleri daha da arttı. Savunma kapsamına girebilecek söylemlerin tamamen dışına çıkıldı ve saldırgan bir üslup ortaya konuldu. Suç işleyen zaten kadın arkadaşımızdı (!). Facebook profiline bira bardağı, hem de özel yaptırdığı bira bardağı ile fotoğraf koymuştu. Boğma rakıyı susuz içerdi. Bir arkadaşına aldığı hediye kitabın girişine özgür yarınlara dair dileğini ifade eden cümle yazmıştı, hem özgür yarınlar, hem de arkadaşı bir erkek (!).
Gerçek anlamda nutkumuz tutulmuştu. Eski bir siyasetçi, yazar ve meslektaşımız karşımızda bunları söylüyordu. Erkek şiddeti ayan beyan, mahkemenin huzurunda devam ediyordu. Neyse ki Diyarbakır’da faaliyet yürütmekte olan müşteki vekili kadınlardan biri bu hukukla, savunmayla ilgisiz argümanlara kıymeti oranında cevap verdi.
Aynı duruşmada, hiç anlamadığımız şekilde, bir de FETÖ mevzusu gündeme geldi. Cinsel saldırı beyanında bulunan kadın arkadaş insan hakları, özelde kadın ve LGBTİ hakları alanında çalışan, muhalif bir kadındı, bizler de öyleydik. Haliyle hemen hepimiz bugün FETÖ operasyonları çerçevesinde yargılanmakta olan kişilerin yaptığı hukuk dışı uygulamalara, verilen siyasi kararlara karşı çetin mücadeleler veren insanlardık. Ama tam da o sırada FETÖ operasyonları gündemdeydi ve Yurtdaş ile savunmanları buradan da bir fırsat yakalamak istedi. Bu yargılamanın “FETÖ tarafından tezgâhlandığını” ileri sürdü.
Bir yandan da aynı olayın aynı saiklerle, TRT 6’te program yaptığı için “Kürt Hareketi tarafından organize edildiğini” iddia etti. Bir başka deyişle o dönem meclise 3. parti olarak girmiş bir siyasi partinin, herhangi bir seçilme faaliyeti içerisinde olmayan Yurtdaş’a kumpas kurduğunu savunuyordu. Bu iddianın elbette hiçbir bilimsel açıklaması yoktu, çünkü mahkeme salonunda defalarca dile getirdiğimiz gibi; Sedat Yurtdaş tüm bu olaylar olurken milletvekilliğine ya da başka herhangi bir mevkiye aday değildi. En azından adaysa da hiçbirimizin ilgisine nail olmamıştı ki, haberimiz yoktu.
Yurtdaş’ın tüm bu dava konusu olayla alakasız argümanlarını bir bir sıraladığı duruşmada, müşteki kadın olaya dair tutarlı anlatımlarını yaptı.
Davanın sonraki aşamaları da benzer şekilde ilerledi. Son celsede duruşmaya tekrar katılan Yurtdaş ve avukatları daha önceki tavırlarını derinleştirdiler. Savunmanlar yargılamaya konu olayı Sabancı suikastına benzetecek kadar ileri gittiler. Kadın arkadaşın “Yurtdaş’ın bürosuna özellikle, başkaları tarafından sokulduğunu” iddia ettiler. Yurtdaş ise “bu davanın Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en büyük siyasi kumpası olduğunu” savundu. Ancak ne Sedat Yurtdaş ne savunmanları Yurtdaş’ın aktif adayı olduğu hangi seçim kampanyasını baltalamak için bu sözde organizasyonun yapıldığını, kumpas kurduğu iddia edilen grup ya da kişilerin tüm bu süreçten nasıl bir yarar elde ettiğini açıklayamadılar. Hatta bu konuda tek bir argüman dahi dile getiremediler.
Yurtdaş söz konusu yargılama sürecinden az da olsa, kadın arkadaşın gördüğü zararın yanında fazlasıyla hafif de olsa, elbette zarar görmüştü. Ancak bu zarar bir cinsel saldırı davasının sanığı olmanın doğal sonucu. Bir kişi ya da grubun özel olarak yaratmak isteyeceği bir zarardan bahsetmek mümkün değil. Ve elbette bu zararlar bizim, yani erkek şiddetinden sürekli olarak zarar gören kadınların sorunu değil.
Karar; erkek- yargı işbirliği devam ediyor
Davanın sondan bir önceki celsesinde mahkeme savcısı mütalaasını verdi ve Yurtdaş hakkında “zincirleme cinsel saldırı” suçundan ceza istedi. Üstelik savcı mütalaanın gerekçe bölümünde, son derece yerinde bir şekilde, “psikolojik raporun hükme esas alınmasında yasal bir engelin bulunmadığını, olayın mahiyeti gereği doğrudan görgü tanığı ve kamera kaydı gibi delillerin bulunmadığını, bu durumda müştekinin beyanları ve tüm dosya kapsamının bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği, müştekinin dosya kapsamında tüm bilgi ve belgeleri incelendiğinde sanığa böyle bir suç isnadında bulunması için herhangi bir neden bulunmadığını” belirtti.
Savcının bu mütalaasına rağmen mahkeme beraat verdi. Üstelik de sanık delil yetersizliğinden beraat etti. Henüz gerekçeli kararı bilmiyoruz ama mahkeme nasıl bir delili yeterli görürdü? Bu sorunun cevabını elbet istinaf aşamasında sormak isteriz.
Dava bitti mi? Hayır bitmedi! Kadın mücadelesi ve cinsel şiddetle mücadele bakımından bu dava bizim için hiçbir zaman, bu haliyle kapanamaz. Teknik hukuk bakımından da biz bitti demeden bitemez. Çünkü her şeyden önce karar henüz kesinleşmedi. Beraat yönünden kesinleşse, bile uluslararası mahkemelere kadar dosyayı götürmeye, hakkımızı aramaya, “erkek adalet değil gerçek adalet” talebimizi dile getirmeye devam edeceğiz.
Değerlendirme; Erkek şiddetiyle mücadele nerede?
“Kadın beyanı esastır, aksini ispat külfeti erkeğe aittir” ilkesi elbette bu dosya bakımından da sıkça tartıştığımız bir konuydu. Özellikle soruşturma aşamasında kadının beyanının esas alınması değil, hiç alınmaması söz konusuydu.
Öncelikle belirtmek gerekir ki bu ilke, kimi zaman bilinçli bir biçimde çarpıtıldığı gibi, kadının beyanını mutlak olarak ele alan bir ilke değil. Sadece ispat yükünü ters çeviriyor. Kadınlar bu biçimiyle ilkeyi dile getirince, karşımıza hemen “masumiyet karinesi” ilkesi getiriliyor. Masumiyet karinesi elbette ceza muhakemesinin önemli parçasıdır. Ancak erkek şiddeti, özelde cinsel şiddet olduğunda suçun nedenleri, yaygınlığı, toplumsal ve bireysel sonuçları ve kadınların ispat bakımından yaşadığı zorluklar hesaba katılmadan adil yargılamadan bahsedilemez.
Bir kişi basit cinsel saldırı ya da cinsel taciz gibi vücutta tahribat ya da iz bırakmayan bir suça maruz kaldıysa bu kişiden nasıl delil bulması beklenebilir? Takdir olunur ki cinsel taciz/ saldırı eylemi kameraların olduğu bir ortamda ya da tanıkların önünde gerçekleşmez. Genelde kapalı ya da gizli ve ıssız ortamlarda gerçekleşir. Üstelik çoğu zaman arada cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, yaş, mesleki durum gibi unsurlardan kaynaklı tahakküm potansiyeli olan bir ilişki olur. Yani tacizci biri erkekse, erkek olmasının avantajlarından başlı başına yararlanmasının yanı sıra, yaşından, mesleki durumundan vs. de yararlanarak uygun ortamı hazırlar. Kimse cinsel suç faili olarak yargılanmak ve ceza almak istemeyeceği için, tanıksız, kamerası ortam seçilmiş ve deliller baştan yok edilmiştir.
Geriye tek bir görgü tanığı ve haliyle tek bir delil kalır; o da kadının tutarlı beyanıdır. Kimi zaman kadının beyanı tutarlı bile olmayabilir, saldırıya maruz bırakılan kadınlarda tacizin yarattığı travma sonrasında olayları unutma, detayları hatırlayamama, karıştırma eğilimleri de gelişebilmektedir. Bunun olayla ne kadar örtüştüğü ancak uzmanların yapabileceği bir tespittir.
Kadının beyanının aksini gösterir delillerin olmadığı her durumda, kadının beyanına ek deliller aranacak olursa hangi tacizciye, hangi cinsel saldırı faillerine ceza verilebilir ki?
Biz kadınlar genelde bu tarz bir deneyim yaşadığımızda gizlemeyi tercih ederiz. Toplumsal baskıdan dolayı kendimizi suçlamaya, utanmaya meyilliyizdir ya da sonuç alamayacağımızı düşünürüz. Bu yüzden bir kadının cinsel tacize uğradığına dair yalan söylemesi değil, böyle bir şey yaşadığında gizlemesi yaygın bir durumdur.
Ayrıca birçok kadın bu tür vakaları adli mercilere taşıdığında başına ne gelebileceğini az çok bilir, yani hiçbir suçu olmamasına rağmen nasıl büyük zararlar göreceğini öngörür, yaşam içerisinde karşılaşılan örnekler bize bu ön bilgiyi verir çünkü. Mesela aileleri destek çıkmayabilir, erkek arkadaşları ya da eşleri terk edebilir veya bu dosyanın müştekisi kadın arkadaşımız gibi staj yapacak yer bulamaz, meslektaşlarının olduğu çevrede sosyal dışlanmaya maruz kalır, mahkeme salonlarında hukukçular (!) Facebook profilindeki bira bardağını, boğma rakıyı susuz içtiğini, özel hayatını tartışır; dört yılı aşkın süre mahkeme kapılarında adalet bekler, birden fazla kere yaşadığı travmatik olayı anlatmak zorunda kalır.
Bir kadın neden tüm bunları yaşamak istesin? Velev ki kadının düşmanca hisleri var; başka yollar varken niye erkekten çok daha fazla kendisine zarar verecek bir yolu tercih etsin? Bu sorunun tatmin edici bir cevabı bulunmadığı sürece, verilecek her beraat kararı kadınların adalet duygusunun zedelenmesi, erkeklerin ise şiddete teşvik edilmesi demektir.
Bir de elbette çatışan yararlar mevzusu var. Tüm dünyada kadına yönelik şiddetin yaygınlığı ortada. Hepimizin en az bir, belki de onlarca şiddet öyküsü var. Sanıldığının aksine de en beklenmeyen kişilerden, hatta çoğu zaman sevdiklerimizden bu şiddeti görüyoruz. Şiddet gören için başta olmak üzere tüm kadınlar için yaşanan vakanın ağır sonuçları oluyor. Bu yüzden kadına yönelik şiddetle etkin mücadele hesaba katılmadan, bir erkek şiddeti davasının yürütülmesi ve sonuçlanması düşünülmemeli.
Bu elbette “erkek adil yargılanmasın” demek değil. Ancak erkeklerin cezasız kalmasının tüm topluma bir mesaj verdiği göz önüne alınmalı ve adalet eşitsizler arasında denge kurularak sağlanmalı. Örneğin Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı bana, birçok kadın meslektaşıma, saldırıya maruz kalan arkadaşımıza bir mesaj verdi. Ne yazık ki bu mesaj bizi cesaretlendirici içerikte değil, kimi cesaretlendiği ise ortada.
Ancak elbette bizim süreci ele alışımız, güçlü bir kadın dayanışmasının gündeme gelmesi, bu beraat karının erkeklere cesaret vericiliğini büyük ölçüde kırıyor.
Bu konuda, yazıyı sıkıcılaştırmamak adına, uzun uzun açmayacağım uluslararası mevzuat var. Bu sayfalarda birçok kez gündeme gelmiş olan sözleşmeler var. Örneğin İstanbul Sözleşmesi; adından da belli olduğu gibi Türkiye’nin en ön sıradan imzaladığı sözleşme. Sözleşme’nin 1. maddesinde kadınları şiddetin her türlüsünden korumak için devletlerin aktif yükümlü olduğu belirtilmiş. 5. maddede ise taraf devletlerin, devlet dışı aktörlerce gerçekleşen tüm şiddet olaylarında gerekli soruşturma, kovuşturma ve cezalandırmanın gerçekleşebilmesi için her türlü önlemi ve tedbiri alacağı belirtiliyor. Haliyle sözleşmenin tarafı olan Türkiye Devleti’nin adli makamlarının da yükümlülükleri var: kadına yönelik şiddetle etkin mücadele ve bu yüzden cezasızlığa mahal vermemek.
Sonuç yerine: Bir gün mutlaka
Biz erkekler gibi mağdur edebiyatı yapmayı sevmiyoruz ki mağdur değil mücadeleci kadınlarız. O yüzden bu yazıyı umutlu bitirmek isterim.
Tekrar altını çizmek gerekir; Sedat Yurtdaş’ın cinsel saldırı suçundan yargılandığı dava bizim açımızdan bitmedi. Uluslararası mahkemelere kadar yolumuz var. Kadın dayanışmasının gücüyle bu dosyayı, takipsizlik kararından bu noktalara getirdik. Yurtdaş cinsel saldırıdan yargılandı. Dayanışmamızın gücüyle sonucu da olumlu kılacağımıza olan inancım tam.
Bir de bize yanlış hatırlamıyorsam, ağır ceza mahkemesinde görülen ilk celsede Yurtdaş’ın avukatı “karşımızda adeta bir feminist kadın mahkemesi var” demişti. Muhtemelen bu sözün sinirimizi bozacağını düşündü. Oysaki bizi bir hayli mutlu etti, çünkü hayalimizin ifadelenişiydi.
Bugün dünya üzerinde kadınlardan oluşan mahkemeler var ve gerçek adaletin inşası için emek veriyorlar. Elbet bir gün buralarda da rüzgârın yönü değişecek ve gerçek adalet gelecek. (ED/ÇT)
Ne olmuştu?Stajyer avukat A.K., Ağustos 2013’te yanında staj yaptığı Sedat Yurtdaş’tan cinsel saldırı suçlamasıyla 23 Aralık 2013’te Baro’ya, 30 Aralık 2013’te savcılığa şikayette bulundu. Sedat Yurtdaş da iftira suçlamasıyla A.K. hakkında şikayette bulunmuştu. Savcılık, Sedat Yurtdaş ve avukatlık bürosunda sekreterlik yapan kişinin ifadesine başvurduktan sonra her iki suçlama hakkında da takipsizlik kararı vermişti. Kararda “cinsel saldırı eylemlerini gerçekleştirdiğine dair A.K.’nin beyanı dışında delil bulunmadığı” ifadesine yer verilmişti. Ayrıca Sedat Yurtdaş'ın "iftira" suçlamasıyla yaptığı suç duyurusu da A.K. anayasal şikayet hakkını kullandığı için düşmüştü. Nisan 2014’te Türkiye’nin farklı illerinden 150’ye yakın kadın avukat, Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurarak takipsizlik kararına itiraz etmiş ve itiraz kabul edilmişti. Bunun üzerine Sedat Yurtdaş hakkında cinsel saldırı suçlamasıyla iddianame hazırlanmıştı. Yurtdaş’ın cinsel saldırı (TCK 102/1-5) suçlamasıyla yargılandığı davanın ilk duruşması ise 2016’da görüldü. 10 Temmuz 2017'de Sedat Yurtdaş “her türlü şüpheden uzak, somut delil olmadığı gerekçesiyle” beraat etti. Sedat Yurtdaş hakkındaSedat Yurtdaş 1991-1995 döneminde, Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) listelerinden seçime katılarak Halkın Emek Partisi (HEP) ve Demokrasi Partisi (DEP) milletvekiliği yaptı. Avukatlık yapan Sedat Yurtdaş çeşitli gazetelerde insan hakları üzerine yazılar yazıyordu. |