Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) yüzde49’la seçildiği dönemin içinde patlayan Gezi İsyanı'mızda ortaya çıkan bir toplumsal iradenin okumasıyla başlamak lazım: mevcut siyasî temsil düzeninin reddi.
İnsanların, hayatları üzerinde karar alınan yerde kendilerini görmemelerinin tetiklediği bir bunalım, seçim bahsine gelmeden evvel incelenmesi gereken ilk gerçeklik(ti).
Bu tepkide açığa çıkan iradenin okunmasına göre; siyaset ortamında liberal temsil demokrasisinin hukuku gereği bu bireylerin iradelerini temsil etmek göreviyle bulunan hakim siyasî partilerin kendini mayıs ayının son gecesi öfkeyle sokakta bulan insanlara göre bu işlevi yoktu.
İkinci bir boyut olarak, mevcut -Erdoğan’ın bayıldığı, sandıklı- demokrasinin [temsiliyetçi] işleyişi haziranın öfkelilerinin -aynı ‘bunalımı’ yaratan- bir başka şikayetiydi.
Yani bu gündemle iki kere, iki ayrı başlıkla (bunlara ‘konunun iki boyutu’ dersek daha iyi) ilgileniyoruz: bireylerin muktedir partiler tarafından ve onların temsil demokrasisi sisteminde temsil edilmemesi. Bunca insanın bunca öfkeyle “sokağa dökülmesini” açıklayan budur.
Barikatlarda, parkta ve özellikle de forumlarda muktedir (dilde göründüğü şekliyle “geleneksel”) siyasetlere olan tepki çokça dillendirilmiş, gözlenmiştir. Ve hareketin evrildiği noktada benimsenen forumlar pratiği de mevcut karar alım mekanizmasının açık bir reddi ve alternatifinin talebi anlamına gelir.
Şimdi bu perspektifle (başka bir deyişle “Gezi Ruhuyla”) seçimler tablosuna bakıp kazanan-kaybeden hesabı yaptığımızda ne görüyoruz?
Tablodan ilk okuduğumuz, “onu götürmek için en yakınını desteklemeli” çaresizliğinde Gezinin tarihselliği tarafından yok edilişinin başladığı muktedir siyasetlere mecbur kalma durumu.
Gezi’yi yaratan ve dolayısıyla onda okunan bunalımın en önemli nedeni: halkın, halkın çıkarını temsil etmeyen siyasetler arasındaki seçeneksizliği, yani AKP ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) arasında bir seçim yapmak mecburiyeti. Bu durumun eleştirisi için neredeyse Hazirana kadar dönmek gerekiyor.
Gezi’nin ‘ruhunda’ yukarıda bahsedilen iradeyi okuyabilenler bugünkü seçimleri gözlerine kestirip “Gezi’nin ortak bağımsız adayı” fikrini dillendirmeye, siyasetlere bunu anlatmaya başladılar. Gerçekleştirilebilseydi bugün AKP’nin kazanmasından yakınılan belediyelerde durumun böyle olmayacağı kesin.
Bu projenin o zaman küçük siyasî çıkar hesaplarıyla, ve başta bugün “büyükşehirleri kaptırmış” CHP tarafından, reddedilmesi üzerine “eski siyaset bitti-artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” fikrini CHP’nin bir muhalefet odağı olarak –bu seçimlerde olmasa da- yakın gelecekte tarihin çöplüğüne gideceğini söyleyecek acelecilikle savunmuştum.
O zamankinin binde biri bir devrimci iyimserlikle bugün ancak denebilir ki, eski siyasetin çöküşü Gezi’de ‘başlamıştır’ (Gezi başlangıç), fakat sürecin -devrimci öznelerce etki edilebilecek- hızı hiç de yüksek değildir. Cümle böyle kurulduğunda seçim sonuçlarının ve isyanın akıbetinin üzerinde devrimci öznelerin etkisi ve dolayısıyla yapılanlar/yapılmayanlara açıkça işaret ediliyor.
Bu konu ve seçim sonuçlarının Gezi’nin üzerindeki etkisiyle ayrı yazılarda ilgilenilebilir. Paragrafın başındaki soruya dönmek gerekirse, ilk görünen, AKP ile CHP’nin yarıştığı (‘birinin alternatifi olarak diğerinin göründüğü’) büyükşehirler tablolarında “kaybedenin” yukarıda bahsedilen özellikleri itibariyla ‘Gezi Ruhu’ olduğudur. [Konudan ayrı fakat, eğer Gezi Ruhunun kaybetmesinden bahsediyorsak bu konuda isyanın bileşenleri arasında ciddi bir özeleştiri/hesap verme sürecinin yürümesi gerekir, kanımca.]
Konunun başta açıklanan ikinci ‘boyutuna’ gelirsek, yerel seçimler sürecindeki tartışmalara mevcut demokratik işleyişin/karar alım mekanizmalarının eleştirisinin ne kadar dahil olduğuna bakmak gerekir. “Seçim sonuçları tablosunda” görülen, “eski siyaset”le birlikte onların mevcut yerel politikalarının (söz-yetki-karar müteahhitlere!) karşılaşması ancak.
Parktaki komün hayatının, imece kültürünün ve forumlardaki yerel/katılımcı/doğrudan demokrasi pratiğinin yerel seçimler tartışmasına sadece Halkların Demokratik Partisi (HDP) programından dahil olması ve -Kürdistan dışında; Barış ve Demokrasi Partili (BDP) belediyelerde bu mekanizma geçerli- yönetim biçmi olarak potaya girememesi Gezi Ruhunun bu iradesinin de yerel seçimlerde “kaybetmesi” anlamına geldi.
Kentlinin hayatını ve iradesini yok sayan, inşaat rantı hedefli belediyeler, programlarından geri adım atmadan kent suçları işlemeye devam edecekler. Bireylerin doğrudan katılımını esas alan bir yerel demokrasi programı siyasetin gündemine dayatılacak şekilde güçlendirilemedi.
Sonuç yerine seçim akşamı seçimin mücadelede ufak bir duraktan fazlası olamayacağını anlayan herkesin söylediği gibi “mücadeleye devam!” diyecek, seçim ortamında siyasetin alanına dayatamadığımız sokağı göstereceğiz elbet. ‘Nasıl’ın üzerine kafa yormamız dileğiyle.
Gezi Ruhunun “kaybetmemesi”, temsil ettiği “radikal demokrasi” iradesinin devrimci programlarla siyasette var olması hedefi için mayısın ilk ve son günlerine hazırlanarak. (TA/NV)