Seçmenlerin özgür iradesine doğrudan bir müdahale sayılması gereken kamuoyu araştırmalarına göre halen önde giden iki parti, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), genel olarak medya sistemine dokunmamakla birlikte, muhalefette iken, medyanın görüşlerini tahrif ettiğini çok sık bir şekilde açıklamıştı.
AKP, "irtica" konusundaki televizyon bantlarının montaj olduğunu öne sürmüş, CHP de yakın zamana kadar medya tarafından ciddiye alınmamaktan yakınmıştı. Ne var ki, seçim kampanyası başladı başlayalı, iktidarı hedefleyen tüm partiler, medyanın gözüne girmek için ellerinden geleni yapıyor:
Çıt yok
Gazeteciler, TV ekipleri seçim gezilerinde el üstünde tutuluyor, liderler o stüdyo senin bu stüdyo benim, ulusal, bölgesel, yerel ne kadar TV kanalı varsa hepsine çıkabilmek için can atıyor.
Tansu Çiller, Erdoğan ile Baykal'ı TV'de tartışmaya çağırıyor. Sağlıktan eğitime, kültürden iş dünyasına, vergiden turizme kadar neredeyse her konuda politikalar, stratejiler, taktikler oluşturan siyasi partiler, iş medya meselesine gelince süt dökmüş kediye dönüyor. Çıt yok! Yoksa Türk medyası çok mu düzgün?
Siyasi partiler, iktidara geldiklerinde, medyanın da kendilerini destekleyeceklerini umuyor.
Aktarıcı değil, sanki savcı
Bu durumu tahlil ederken meseleye medya açısından da bakmakta yarar var: Egemen medya, seçim kampanyasında zaten hiç bir zaman hakkıyla üstlenmemiş olduğu doğru, çok yanlı, güvenilir, inanılır, hızlı bir şekilde bilgi ve yorum aktarma işlevini yerine getirmektense savcı ve hakim konumuna geçiyor.
Medya organları, siyasi-ideolojik konumlarına uygun bir şekilde, stüdyoya gelen siyasi lideri sorguya değil, öğretmen edasıyla sınava alıyor. Üstelik bunu toplum, kamuoyu, izleyicisi adına değil, kendi savunduğu siyasi-ideolojik doğrultu ve grubunun çıkarları yönünde yapıyor.
Kemalist laisizm yanlıları Erdoğan'ı köşeye sıkıştırıyor, Avrupa Birliği (AB) karşıtları Mesut Yılmaz'a kök söktürüyor. Medyanın, aslında yaptıklarından çok, belki de yapmadıkları önemli.
Sorulmayan sorular, çağrılmayan liderler
Sorulmayan sorular, çağrılmayan liderler, susup geçiştirilen önemli temalar... Seçim kampanyası dönemi, medyanın tarafgirliğinin, siyasi kutuplara eşit uzaklıkta durmadığının en fazla ortaya çıktığı dönemlerden biri.
Kendisini iktidar sanan medya, gelecekteki siyasi iktidarla şimdiden köprüler kurmaya hazırlanıyor. Kendisini ayarlamaya çalışıyor. "Frankfurt" ve "Rodos" zirvelerinin ardından şimdi de "Bozüyük Zirvesi" bu "el-ense"lerin gösterisi.
Geçenlerde TGRT'de bir Mehmet Ağar söyleşisi izledim. Bravo! Susurluk'dan, hapisten kurtarılmaya çalışılan Kontra mensuplarından ve dokunulmazlıktan hiç söz etmeden uzun uzun bir Ağar röportajı yayınladı
TGRT ve Doğan Medya Grubu uzun süre Genç Parti'den ise hiç söz etmedi. Star grubu da Uzan'dan başka kimseden söz etmediği için cezalandırıldı.
Her yerde propaganda ağırlıkta
Bu arada Demokratik Halk Partisi (DEHAP) ve Emeğin Partisi'ne (EMEP) yakın yazılı basın organları da seçim kampanyasını, büyük medyadan çok farklı bir şekilde izleyemiyor maalesef.
Ulusal Kanal'ın yayınları ise, iletişim fakültelerinde değil ama psikiyatri bölümlerinde yüksek lisans tezi konusu olabilir. Okura yurttaşa bilgi vermekten çok, ikna etmeye yönelik, yani propagandaya yönelik yayınlar ağırlıkta her yerde.
Partilerin korkusu
Dönelim yine siyasi partilere: Onların yanılgısı, medyayı gerçek ve bağımsız bir güç olarak ele almaları. "Aman bu dönem medyayı eleştirmeyelim yoksa bizim seçim çalışmalarımıza yer vermezler ya da aleyhimizde yazarlar" korkusu, endişesi açıkça görülüyor.
Muhalefette iken yakındıkları medya, bugün AKP ya da CHP'nin gözünde, dokunulmaması gereken bir mekanizma. Akıllarınca medyayı kullanıyorlar. Tıpkı Seçim ya da Siyasi Partiler kanunları gibi..
İktidar hatta iktidar olasılığı
Burada bir kez daha toprağı bol olsun Michel Foucault'yu anmanın tam yeri: Tüm tahlilin kilit kavramı iktidar"dır. Partilerle medyayı iyi geçindirmeye zorlayan temel unsur, iktidar hatta iktidar olasılığı.
Siyasi partiler, "Medya bugün benim iktidara gelmemi sağlayacak" sanrısı içinde. Büyük bir ihtimalle de tek başına CHP iktidarı ya da AKP-CHP koalisyon hükümetinde, medya, devletin resmi ideolojisi ile açıkça çelişmediği sürece bu tür siyasi iktidarları desteklemeye devam edecektir.
Medya, hükümetten ihale almaya devam edecek, karşılığında da onu desteklemeyi sürdürecek. Ne var ki, siyasi partiler, medyaya, toplum açısından, yurttaş açısından, yönetilenler açısından değil, salt kendi iktidar çıkarları açısından bakıyor.
Toplum için medya dense...
Oysa ki bugünkü geniş küskün ve kararsız kitlenin aklını ve gönlünü çelebilecek önemli bir alan medya: "Biz iktidara geldiğimizde, iktidar yanlısı, bağımlı, grup çıkarları doğrultusunda yayın yapan bir medya değil, bağımsız, toplum için yayın yapan bir medyanın zemini hazırlayacağız" dese, oy toplamaz mı?
Keza, bugün Avrupa Birliği (AB) projesi çerçevesinde somutlaşması beklenen özgürlük- demokrasi projesinin en önemli ayaklarından biri medya reformu olmalıdır.
Türkiye'nin daha doğrusu Türkiye toplumunun, yani birey olarak tüm yurttaşların ve kolektif olarak tüm halkın, demokrasi ve özgürlük kültürünü, bilincini, bilgisini geliştirmek gibi hayati bir görevle karşı karşıya olan demokrat bir iktidarın programında kapsamlı bir medya reformu bulunması gerekir:
Bu reformun en önemli kalemlerini şöyle sıralamak mümkün:
* Medya, kamu ya da özel sektörün faaliyet alanında olsun, her halükarda kendisine temel ilke olarak bağımsızlık ve kamu çıkarını savunmayı temel edinmelidir.
Bu nedenle, yapılacak ilk yasal değişiklik ve derhal uygulamaya konacak ilk değişiklik, medya mülkiyeti alanında olmalıdır. Kamuoyunu bilgilendirmekle görevli olan özel sektördeki medya organlarının sahipleri, habercilik ve yayıncılık dışında başka hiç bir siyasi, mali, ticari, ekonomik faaliyet içinde olamayacaktır.
* Özel ya da kamu medya organları, münhasıran ya da kolektif olarak, başta belediyeler olmak üzere, gerçek tüm sivil toplum kuruluşları ya da birliklerinin, temsil güçleri oranında seslerini yansıtacak, devlet, semt düzeyinden bölge düzeyine kadar her alanda sivil girişimleri, kendi medya organlarını yaratmaları için, gerek kredi (Özel sektör) gerekse yayın dilimi tahsis ederek (Kamu) teşvik edecektir.
* Gerçek gazeteciler, iletişim akademisyenleri, basın meslek kuruluşlarının sorumluları, medya mağdurları ve yurttaşlardan oluşacak gayrı-resmi kurullar, Türk medyasının son 50 yılını belgeleriyle inceleyerek, dönemin medya sorumlularının da görüşlerini alarak bu dönemi, hem tek tek olaylar hem de genel olarak değerlendirecek, geçmişteki kasıtlı ya da kasıtsız hataların tekrarını önleyebilecek tedbirler önerecek.
* Tüm medya organları, özellikle okur, izleyici ve dinleyicilerin, sıradan ve yüzeysel değil, gerçek anlamda katılımına açılacak. Bu katılım, yurttaşların medya organlarının mülkiyetine katılımdan yayın politikasını denetlemeye kadar gelişebilecek.
* Tüm medya organlarının iç işleyişi demokratikleştirilerek, medya organlarının yönetim ve denetiminin gazetecilerin ve yurttaşların ağırlıkta olacağı mekanizmalar kurulacaktır. Yayın politikalarının özü çoksesli ve çok renkli yayıncılık ilkelerine dayanacaktır.
* Televizyon karşısında yazılı basın, egemen basın karşısında da alternatif basının desteklenmesi için tüm medya dünyasınca sağlanan mali ve ekonomik gelir, dengeli bir şekilde yeniden dağıtılacak.
* Özel ya da kamu medyasında, başta ırkçılık olmak üzere her türlü ayrımcılık ve başta savaş olmak üzere her türlü şiddeti öven görüşlerin dışında her fikir tamamen özgür olacak, bilgi ve yorum zenginliğine dayanan canlı ve düzeyli bir tartışma ortamı sağlanacak.
Önerileri çoğaltmak, genişletmek mümkün.
Kimilerinin bu önerileri okurken ürperdiğini şimdiden hisseder gibiyim. Hadi onlara kolaylık olsun, onların ağzından bu yaklaşımların eleştirisini de yapayım:
* Özel girişim hakkını ayaklar altına alıyor...
* Stalinci, komünist bir medya bu!
* Afrika'daki tek parti medyası mı olacağız yani!
Ayakların altındaki halı
Türk medyasını tekelleştirip yozlaştıranların böyle düşüneceklerini biliyorum. Çünkü yukarıdaki öneriler, medyayı siyasi-ideolojik iktidarın sultasından kurtarıp, kamunun, yurttaşın denetimine sokup, medyayı özgürleştiren öneriler.
"Tek düşünce"nin egemenliğini yani resmi ideolojiyi kabul ettirmeye çalışanlar, gerçek anlamda çok sesli, çok renkli medya önerisine bu tür eleştiriler yöneltecek tabii...
Bu öneriler, bugünkü medya işverenlerinin ve yöneticilerinin ayaklarının altındaki halıyı çekiyor. Onları sözüm ona iktidar koltuklarından sanık sandalyesine oturtuyor.
Medya kime hizmet edecek?
Pek Avrupai ve pek modern geçinen bu çevreler, yukarıdaki önerilerin esasının da, ne İdi Amin Uganda'sından ne de Stalin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nden alındığını herhalde bilirler.
Yukarıdaki yedi önerinin çoğunun, vakti zamanında ve/veya halen Fransa, Hollanda, İspanya ve İngiltere'de uygulandığını, biraz araştıran öğrenebilir. Sözkonusu önerilerin önemli bir kısmı da Türkiye'nin üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin tavsiye kararları, Birleşmiş Milletler kararlarında zaten mevcut.
Sonuç olarak mesele salt hukuki ya da teknik bir sorun değil. Mesele, doğrudan siyasi bir sorun. Şu iki soruya herkes yanıt arasın:
* Medya, egemenlere mi hizmet edecek yoksa topluma mı?
* Medyanın topluma hizmet edebilmesi için hangi önlemleri almak gerekir? (RD/NM)