Hayat doğrusal bir düzlem ya da iki bilinmeyenli bir denklem değil. İnsanın içinde yaşarken, çoğu zaman kendini kaybettiği, hatta unuttuğu anlardan ibaret. Bu öyle bir unutma şekli ki, yaşanılan hayata dair çoklu değişkenlerin, kendinizin ve en nihayetinde kendi geçmişinizin dahi farkında olamayabilirsiniz.
Her insan geçmiş yaşantısından, anne-baba ve aile olma ilişkisinden, çocukluk hallerinden çeşitli izler taşıyor. İyi ya da kötü, geçmişten gelen her ne ise, gelecekteki hayatın şekillenmesinde hatta seçimlerde dahi oldukça etkili. Söz konusu etkenlerin farkına varmak, yüzleşmek, anlamak ve baş etmeye çalışmak ciddi bir içsel çalışma ve yolculuk gerektirirken, çıkılan bu yolculuktaki “zamanlama hatası” insana tüm hayatının temize çekilmesi için pek de zaman bırakmayabiliyor. İşte Şebnem İşigüzel’in İletişim Yayınları’ndan çıkan İyilik adlı romanında, hayatının son demlerinde olduğunu öğrenen genç bir kadının bütün gerçekliğiyle kendi içsel yolculuğuna ve kendiyle yüzleşmesine tanık oluyoruz.
Kitabın kahramanı, okura tüm samimiyetini ve belki de kendisi için bile o zamana kadar hakikat olmayan şeyleri sunuyor. Hayatının, bir kısmı geçmişten verili olsa da, şartlar ve seçimler doğrultusunda kendine ait olmayan kocaman bir yalandan ibaret olduğunu büyük bir açıklık ve doğallıkla anlatıyor. İşigüzel’in yarattığı kahramanın hikâyesi evliliği ile başlıyor. Boşanmak üzere olduğu kocası ve kocasının kendi kızıymış gibi büyüttüğü engelli kızıyla olan ilişkilerini, -aynı hayat gibi- hiç de düz olmayan bir doğrultuda, geçmişine dair taşıdıklarını da aktardığı inişli-çıkışlı yollardan okuyoruz.
Şebnem İşigüzel, “Kaygı gelecekten, korku geçmişten” diyor. İşte kahramanı üzerinden anlatmaya çalıştığı şey tam da buna denk geliyor: Geçmişteki korkularıyla geleceğe dair kaygılarını bertaraf etmek isteyen bir kadının, kendisine yabancı olan, belki de hiçbir zaman kendisini ait hissetmediği seçimleri ile gelen hayattaki döngüsü…
Buraya kadar anlattıklarımdan hikâyenin kahramanının son derece kötü bir hayatı olduğu düşünülmesin. Aksine, dışarıdan bakıldığında son derece iyi şartlarda yaşayan, ekonomik özgürlüğü son derece yerinde olan ve hatta kocasının maddi isteklerini dahi karşılayabilen, fiziksel olarak da oldukça güzel betimlenen bir kadın var. Ama kitabın arka kapak yazısında da değinildiği gibi tam da bu ikilem bir “şimdiki zaman trajedisi” olarak tanımlanmaya oldukça uygun. Modern zamanın zincirleriyle tutsak alındığımız ve insana dair içsel şeyleri, öz duyguları kaybetmeye daha da yaklaştığımız bu zaman diliminde yazar gerçek ve samimi bir kahraman ile onun hikâyesini dolaysız bir şekilde anlatıyor. Kahramanın dik bir duruşla kabul ettiği fiziksel ve ruhsal travmaları ve sona doğru gidişteki korkusuzluğu ise okura dolaysız bir şekilde geçebiliyor ve böylece okur, kahramanın hayat hikâyesi ile kendisinden ve kendi hayatından oldukça net benzerlikler kurabiliyor.
Bu, aslında sona gelirken yaşanan bir yüzleşme hikâyesi. Ama belki de en çok dikkati çeken şey, yaşamın sonuna gelindiğinin etkisi ile olsa gerek, olan biten her ne ise ve yaşam ne getirip ne götürüyorsa onu kabullenebilmek. Hikâyedeki trajedinin bir noktası da aslında buna çıkıyor; kahramanımız tüm hayatı boyunca kendisini ve devamında da etrafındakileri kandırarak bir hayat yaşıyor, üstelik bunu da -ancak ve maalesef- hayatının son anlarında fark ediyor. Çünkü artık gelecek kaygısı yok, her şey bitiyor; bu yüzden de seçimi net, gerçek ve kendi iyiliği için…
Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere, hayatımızda ve seçimlerimizde ne olursa olsun insanları birbirine bağlayan şey iyilik. Her şeyin iyilik adına yapılma çabasında yanlış giden şeyler de ortaya çıkabiliyor olsa da... Bu da aynı kahramanımızın başına gelenler gibi, hem kendisine olduğundan fazla bir yük getiriyor hem de işlerin istemediği yönlere giderek, kontrolden çıkmasına neden olabiliyor. Tıpkı ebeveynlerin çocuklarına bir şey yaptırırken sıkça kullandıkları “senin iyiliğin için” ifadeleri gibi… Zararsızca söylendiği düşünülen bu sözlerin insan hayatına etkileri maalesef o çocukların büyümesi ve kendi içsel yolculuklarına çıkması ile ortaya çıkıyor ve sanılanın aksine söz konusu hayatlarda oldukça ağır izler bıraktığı görülebiliyor.
Şebnem İşigüzel İyilik’te aslında modern zamanlara ait bir yalnızlığı paylaşıyor. Verili olanlardan ibaret, kendisine ait olmayan ve kendisinin de ait olamadığı hayat ve hayatlar… Öyle ki, iyilik yoluyla başka insanlarla bağ kurabilmeyi öğrenen, seçen, ancak tüm bunlar uğruna aslında yapayalnız bir hayat yaşadığını fark eden ve bunu cesurca paylaşmayı başarabilen bir kadının hikâyesi bu. İşigüzel’in usta anlatıcılığı ile hikâyenin hüznü ve acısı net bir şekilde hissedilse de, belki de kahramanı gibi hayatının son demlerine gelmeden, durup, sakince olan biten her şeyi sorgulama güdüsü yaratması muhtemel olan ve bu yüzden de “İyi ki!” dedirtebilen bir kitap İyilik… (PMM/HK)