Dış temaslarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın söyleminin daima ekonomi, medeniyetler arası ittifak ve terörle mücadeleyle sınırlı olması insanı incitiyor.
Bu duygu, Avrupa Birliği ilişkilerini her fırsatta bir rövanş olarak görenler için de, birliğe üyeliği ekonomik kalkınmanın ötesinde bir medeniyet bütünleşmesi olarak görenler için de artık farklılık göstermiyor.
Türkiye'de üniversitelerde başörtüsü serbestisi getiren Anayasal düzenlemeler görüşülürken Başbakan Erdoğan, Almanya'nın Münih kentinde katıldığı güvenlik toplantısında, herkese "posta koydu".
Başbakan'dan Münih'te de Kasımpaşa ağzı
Medyadan bazı kesitlerini dinlediğimiz bu konuşmada, üslubun giderek diplomasiden çıktığı ve Deniz Baykal düellosunu andırdığını çoğu insan fark etmiştir.
Münih'te "türban düzenlemesi" konusunda Alman Hıristiyan Birlik Partileri Dış İlişkiler Komisyonu üyesi Elmar Brok'un "AB'nin siyasi kriterlerine uymuyor" eleştirisiyle karşılaşan Erdoğan, konuşmasının devamını diplomatik üslupla bağdaştırmakta güçlük geçti.
"Türkiye-AB arasındaki sıkıntı İslamiyet'tir"ifadesi çok sıkıntılı. Asıl bu, hafıza kayıtlarındaki gizliliği ortaya koyuyor. "Biz AB'yi Hıristiyan kulübü olarak görmedik" diyen Erdoğan, imtiyazlı ortaklıkla ilgili önerilere karşı çıktıktan sonra pek haz etmediği Ceza Yasası'nın 301. maddesiyle ilgili eleştiriye sözü getirdi.
301'e niçin "ortalama formül"?
"AB ülkelerindeki gibi 301'le ilgili düzenlemeyi yaptık, beğenilmedi. Şimdi yine AB ülkelerine bakarak bir düzenleme daha yapılıyor. Polonya, İtalya, Almanya'da neyse, bunların ortalamasını alarak önümüzdeki haftalarda bunu da çıkaracağız. Ön kabuller varsa bunları çıkarmakla bir yere varamayız. Ne yaparsak yapalım 'suyu bulandırdınız' diyorlar. Biz değil suyun başındakiler bulandırıyor."
Bir süredir AKP hükümetinin anlamadığı bir gerçek var. O da, 301. maddenin kamuoyunun siyaset kültürünün vardığı aşama itibarıyla her siyasetçiye tanıyabileceği bir ikiyüzlü anlayışın sınırlarını çoktan aştığıdır.
Erdoğan, ister Avrupa'da isterse dünyanın diğer yerlerinde ekonomiden dem vurabilir, partisi ve girişimcilerin önlerindeki değerlendirilmeyi bekleyen nimetlerden söz edebilir; heyecanlı konuşmalarını yapabilir.
Ancak 301. maddeden açılan davalarda, sanıkları telefonla arayarak geçmiş olsun diyen bir başbakanın, Avrupa'da bir alt perdeden konuşması gerekmez mi?
Başbakanın 301 ve Türkiye'deki ifade özgürlüğünün durumuyla ilgili tutarlı bir duruş geliştirmesi, en azından 301'le kötü muamele gören onca aydının ve "işkence altında" yaşamını yitiren Hrant Dink'in hak ettiği saygının bir gereğidir.
AB mi beğenmedi, yüzünüze gözünüze bulaştırdınız?
Bir başbakan, sanıklarıyla empati kurduğu 301'le ilgili, Münih'te, nasıl "AB ülkelerindeki gibi 301'le ilgili düzenlemeyi yaptık, beğenilmedi" diyebilir? Sayın Başbakan, 301. madde beğenilmedi mi, yoksa sizler mi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve diğer ortaklarla yüzünüze gözünüze bulaştırdınız?
Başbakanın "Polonya, İtalya, Almanya'da neyse, bunların ortalamasını alarak önümüzdeki haftalarda bunu da çıkaracağız. Ama önyargılı olmayın" sözünden ne anlamalıyız? "Yapıyoruz, yapıyoruz, beğenmiyorlar" mı?
Merak ediyoruz, Erdoğan, hükümetleriyle ekonomide, sağlık sektöründe ve daha birçok konuda gurur duyarken, niçin düşünce özgürlüğünden bu kadar gurur duyamıyor?
Diyor ya, neler yaptık! "Nereden nereye!" Düşünce özgürlüğünden vardığımız durum çoktan hayal kırıklığı eşiğini aştı:
Nereden nereye! (EÖ/TK)