Yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın meşhur sözünü hatırlarsınız; "Yalnız ve güzel ülkem..."
Derler ki, "sanatçı, farklı bakabilmeyi ve görebilmeyi başarabilendir."
Demek ki Cannes'dan bakınca, görünen hali bu. Türkiye'de yaşayan ve hangi kesimden, meslekten, ırktan, dinden, cinsiyetten, gruptan veya siyasetten olursa olsun "orijinal bir yurttaş" için, bu tanımı biraz daha genişletmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Örneğin sosyalist bir Kürt avukat olarak benim tanımım şu şekilde olurdu:
"Kan-revan içinde, emeğin sömürüldüğü, dillerin, kültürlerin, düşüncenin, hatta inancın yasaklandığı, adaletin olmadığı, trajikomik ama güzel ülkem."
Bu tanımı abartılı bulanlar olabilir, fakat mevcut durumun kaba bir tahlili dahi, bizi aynı sonuca ulaştırır.
Örneğin, yarın 5 Nisan Avukatlar Günü. Etkileyici olmayan hikayesinden midir bilinmez, bu özel güne, barolar ve hukuk fakültesi öğrencileri dışında, pek de ilgi gösterilmiyor. Yani bu günün, asıl sahipleri olan avukatlar tarafından yeterli ilgi gördüğü söylenemez.
Öyle ki, avukatlık mesleğinin yozlaştığı, sömürüye açık hale getirildiği, hatta mesleklerini icra etmeleri gerekçe gösterilerek, 36 avukatın tutuklanıp, F tipi cezaevlerine gönderildiği bir zamanda ve yerde, kutlanılacak bir şeyin olmayacağı da anlaşılabilir bir durum.
Buna karşın, sahip çıkılacak, uğrunda mücadele edilecek bir amacın da vücut bulduğu su götürmez bir gerçek.
Keza Türkiye, 26 Kasım 2011'de, tarihinin en kapsamlı avukat tutuklamasıyla güne uyandı. Tamamı Abdullah Öcalan'ın da avukatlığını yapan, çeşitli barolara kayıtlı, 36 avukat tutuklandı ve gerekçe olarak, müvekkilleri ile yaptıkları ve hukuka aykırı şekilde kayıt altına alınan görüşme notları gösterildi.
Oysaki bu görüşmelerin neredeyse hepsi hakkında kamu davası açılmış ve bu davaların tamamına yakınından da beraat kararı çıkmıştı.
Hal böyle iken, avukat tutuklamalarının yarattığı tahribat da çok yönlü oldu. Bunların başında, kutsallığı tartışılmaz olan savunma hakkı gelirken, tutuklanan avukatların yüzlerce müvekkili, ki buna tutuklanmalarının asıl gerekçesi olarak gösterilen Öcalan da dahil, haklarının savunulmasından mahrum kaldı, özgürlük ve güvenlik hakları zedelendi.
Avukat tutuklamaları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verilerine göre hak ihlallerinde 2011 yılının "birincisi" olan Türkiye'nin kötü imajını daha da geriletti.
İşte tüm bunlar yaşanırken, avukatlar açısından "5 Nisan" kuru pasta ve meşrubatlı resepsiyonların ötesine geçmeli.
Mesleğin onuruna ve meslektaşa sahip çıkılan, mesleki dayanışmanın pekiştirildiği bir gün haline getirilmeli.
Yarın, yani "5 Nisan 2012", Türkiyeli avukatların haksızlığa ve saldırı altındaki meslek ve tutuklu bulunan meslektaşlarıyla dayanışmalarının başlangıcı, her sene anmaya değer bir mücadele ve emek günü haline getirilmeli.
Bu kapsamda, tutuklu avukatlarla dayanışma için, tüm avukat meslektaşlarımızı, sivil toplum kuruluşlarını ve herkesi Savunmaya Özgürlük Platformu öncülüğünde gerçekleştirilecek, yarın akşam saat 19:00'da Taksim meydanından, Galatasaray meydanına kadar beraber, omuz omuza yürümeye davet ediyoruz. (HB/AS)