Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) tarafından Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Prof. Dr. Yıldızhan Yayla, Prof. Dr. Köksal Bayraktar, Prof. Dr. Erdener Yurtcan, Prof. Dr. Selçuk Öztek, Prof. Dr. Süheyl Batum ve Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu'ndan oluşan ekibe hazırlatılan "Yargılama Düzeninde Kalite" başlıklı çalışma Kasım 1998 tarihini taşıyor.
Bu çalışmada yer alan bazı konularda yargı düzeninde yapılması gereken bazı düzeltmelerin yapıldığını saptamak mümkün... Ama aradan geçen sekiz yıla rağmen değişmeyen yargılama düzeninin sürdüğü de bir gerçek.
Çalışmada "Savcılığın İşlevi" değerlendiriliyor. Savcı ceza yargılaması faaliyeti içinde yargıçtan sonra gelen en önemli özne olarak kabul ediliyor. Yargıç önüne getirilen ceza uyuşmazlığını çözen kişi olmasına rağmen; onun önüne bu uyuşmazlığı getiren savcı gerekli araştırma ve hazırlıkları yapan kişi.
İddia görevinin savcının işi olduğunu belirten ve bu Çalışmayı hazırlayanlar "Devletin temel erkleri, yasama, yürütme ve yargı olarak ayrıldığında, savcının yaptığı iş yürütme erki içinde düşünülmelidir.(....) Savcının görevlerini yerine getirirken, en önemli ödevi bir hukuk adamı olarak "yasaya bağlılıktır". Bunu belirtmek için savcının yasaların bekçisi olduğu söylenir." diyorlar.
Bu saptamalar Prof. Dr. Erdener Yurtcan tarafından Kasım 2005 tarihli "CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) Şerhi" adlı eserinde yer alıyor (Sayfa 418).
Savcılık ve mahkemeler birbirinden bağımsızdır ve eş seviyededir. Mahkemeler savcılıklara emir veremezler. Savcılar görevlerini yerine getirirken mahkemelerden bağımsızdırlar. Savcıların da mahkemelere emir verme yetkisi yoktur. Özellikle savcıların yargıçları mesleki bakımdan denetlemesi söz konusu olamaz.
Çalışmada "Savcı bağımsız olabilir mi?" sorusu sorulmuş. Çünkü "...savcı da adalete yardımcı görevlilerden biridir. Yaptığı iş yargılama değildir ama, yargıçla birlikte bir uyuşmazlığın çözülmesinde ve suçluların cezalandırılmasında büyük payı vardır." Yani bir başka deyişle savcının da yargıç gibi bağımsız olması, kimseden emir almaması, her türlü baskıdan uzak ve yasaları uygulayarak görev yapması bir "istek"tir. "Oysa savcının yaptığı iş ve devlet içinde bağlı olduğu erk göz önünde tutulduğunda, savcının bağımsızlığını savunmak yerinde olmaz. Savcı yürütmenin bir görevlisidir. Yürütme içinde astlık-üstlük ilişkisi vardır ve bunun sonucu olarak üstten emir almak ve üstlerce denetlenmek ve yönetilmek de doğaldır." (Age. Yurtcan. 2005 sayfa 424).
Çalışmada yer alan bir diğer saptamaya göre; anılan yıllarda yürürlükte bulunan Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'na (CMUK) göre Adalet Bakanı'nın savcılara dava açılması için emir verebilmesi yani; Bakanın savcıya dava açma emri verebileceği, açmama emri veremeyeceği sonucunu gösteren bir kural vardı (Eski CMUK m.148/3).
Ancak 14.7.2004 kabul tarihli 5219 sayılı Kanun ile bu madde yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece Savcının Adalet Bakanı ile ilişkisi 2004 yılında sona ermiştir. Artık savcıların yapacağı soruşturma sonucunda dava açmak veya açmamak tercihi kendilerine aittir. Adalet Bakanının savcıya dava açmak veya açmamak konusundaki emir verme yetkisi kaldırılmıştır (Yurtcan.2005 S.423).
Bu durumda yargılamada taraf durumunda olan savcının bağımsızlığı ile onun mesleki güvencelere kavuşturulması kavramları birbiri ile karıştırılmamalıdır. Savcılar mesleki güvencelere sahip olabilirler.
Savcıların staja ve mesleğe kabulleri Adalet Bakanlığı tarafından gerçekleştirilir. Ancak meslekte atamaları Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yapılır. Böylece Adalet Bakanının üzerindeki egemenlik biraz olsun giderilmeye çalışılmıştır.
Savcılar "sanığı suçlayan" ve sanığın karşıtı gibi bir rolü varsa da asıl kural "silahların eşitliği ilkesi"dir. Savcı, kuşkusuz ceza yargılamasında taraftır. Ancak şüphelinin ya da sanığın karşıtı değildir. Kamu adına görev yüklendiği için yaptığı iş "mutlaka ve yalnızca sanığın cezalandırılması yönünde olmaz; olmamalıdır."
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) savcının rolünü değerlendirirken; "sadece objektif anlamda, yasanın doğru yorumlanmasını ve uygulanmasını, yargılamanın hukuka uygun olarak yapılmasını sağlamakla sınırlı" bir görev yapmış ise silahların eşitliğinin bozulmadığı ve adil yargılanma hakkının da ihlal edilmemiş sayılacağına ve bu nedenle aradaki eşitsizliğin herhangi bir hak ihlali doğurmadığına karar vermiştir (Komisyonun -524/59 ve 617/59 sayılı, -19.12.1960 tarihli Ofner ve Hopfinger kararları - Dekourt/Belçika kararı, 17.1.1970 Seri A, no. 11/ Adı geçen Çalışma sayfa 36).
Suçlulukla etkili biçimde mücadele için; insan haklarını ihlal etmeden "delilden sanığa" gitmek gerekir. Yeni 4.12.2004 kabul tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun (RG 17.12.2004) amacı budur.
Yeni Ceza Muhakemesi Kanununun 170 inci maddesine göre kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet Savcısı tarafından yerine getirilir. Savcılar, sadece suçlamak yerine adil yargılanma hakkının gereği olarak "yasaların bekçiliği" görevini yerine getireceklerdir. Ancak takdir haklarını hukuka ve adalete uygun yerine getirmelidirler. Takdir hakları savunma karşısında "silahların eşitliği" ilkesinin denetimine tabidir.
Artık bu kanunla "şüpheli" ya da "sanık" tanımı karışıklığına da son verilmiştir. Bu yüzden iddianamelerde "şüpheli" terimi kullanılmaktadır. Çünkü; savcının yürüttüğü soruşturma sırasında "şüpheli" soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişiyi gösterir.
"Sanık" ise; kovuşturmanın başlamasından itibaren hüküm kesinleşinceye kadar geçen süre içinde suç şüphesi altında bulunan kişidir. Soruşturma ise; CMK'na göre yetkili merciler tarafından suç şüphesinin öğrenilmesinden itibaren savcılık tarafından hazırlanan iddianamenin Mahkeme tarafından kabulüne kadar geçen süreyi kapsar.
Bu süreçte yapılan "soruşturma"dır. Mahkeme tarafından iddianamenin kabulünden sonra, hüküm kesinleşinceye kadar geçen süredeki evre ise "kovuşturma"dır. (Fİ/BA)