Kürt illerinde yaşananlara baktığımız zaman şu sözün ne kadar doğru olduğunu görebiliriz: İnsanların en etkin mücadelesi hafızanın unutturulmasına karşı vermiş oldukları mücadeledir. Bir toplum geçmiş hafızasından ve deneyimlerinden yola çıkarak, bugün yaşam alanlarını korumaya çalışıyor. Bir yandan “sokağa çıkma yasakları” adı altında devletin saldırıları diğer yandan ise bu saldırıları meşrulaştırmaya çalışan medyaya karşı mücadele veriyor.
İlk olarak 16 Ağustos’ta Muş Varto’da başlayan sokağa çıkma yasağı bugün Dargeçit, Sur, Silopi ve Cizre’de devam ediyor. Devlet, ağır silahlar kullanarak birçok kişinin ölmesine sebep olurken, birçok yaşam alanı da bu çatışmalar dolayısıyla tahrip edildi.
Peki, tüm bunlar olurken medya ne yaptı? Tek bir örnekle bunu birazdan açıklayacağım.
Medya ne yaptı? Sorusunu yanıtlamadan evvel de ilk önce Louis Althusser’in şu tanımıyla başlayalım:
“Devletin baskı aygıtları, devletin ideolojik aygıtları, devlet askeriyle, polisiyle, ordusuyla, yasaları ve mahkemeleriyle kurduğu baskı sisteminin yanı sıra bunları destekler nitelikte ideolojik enstrümanlara da sahiptir. İdeolojik uygulamalar; aileyi, medyayı, dinsel organizasyonları ve propagandası yaptıkları düşüncüler açısında eğitim sistemini içeren devletin ideolojik aygıtları olarak adlandırılan kurumların bütününü kapsamaktadır”.(1)
Arthusser’in de açıkça ifade ettiği gibi bir baskı aygıtı olarak medya, bugün kendine biçilen görevi, sorumlulukları harfi harfine yerine getiriyor.
Şimdi ilk önce Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) 21 Aralık’ta dönemin İçişleri Bakanı Selami Altıok’un imzasını taşıyan ve “gizli ibareli” yazan belgeye bakalım.(2)
DİHA’nın haberi:
“Devletin Kürt kentlerinde devreye koyduğu sıkıyönetim uygulamaları öncesinde medya ayağının nasıl örgütlendiği ve nasıl algı yaratacağının belirlendiği, dönemin İçişleri Bakanı Selami Altıok imzalı ‘Gizli’ ibareli belge ortaya çıktı. 81 İl valiliği, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderilen ‘Gizli’ ibareli ve Eylül 2015 tarihli belgede, ‘terörle mücadele konusunda provokasyon ve dezenformasyonu engellemek, kamu oyunu bilgilendirme noktasında geleneksel medya ve sosyal medyanın kullanımını düzenlenmesi amaçlanıyor”
Bu belge kapsamında Devletin resmi kanalı TRT ve resmi ajansı Anadolu Ajansı ( AA) hakkında:
“Belgenin temel ayaklarından birisi, basının nasıl yönlendirileceği ve algı için nasıl kullanılacağıyla ilgili. Bunun için de Türkiye’de yayın yapan basın kuruluşları ve sosyal medyanın nasıl yönlendirileceği konusunda görev TRT ve Anadolu Ajansı’na veriliyor. Belgede bilgi akışı bu kurumları üzerinden yapılıyor”
Bu belgenin ortaya çıkmasından 4 gün sonra 25 Aralık’ta yasağın devam ettiği Cizre’den iki sivil ölüm haberi daha geldi. Olayla ilgili ilk haberi HDP Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız verdi. Sarıyıldız attığı tweette, “Meray bebek, evlerinin ikinci katından merdivenden indirilirken annesinin kucağında, tepedeki zırhlı araçtan sıkılan kurşunla başından vuruldu. Meray’ı hastaneye götürmek için ambulans çağrılıyor. Ambulans Emniyete haber verip caddenin başına kadar gelebiliyor. Meray’ın babaannesi ve dedesi, ellerinde beyaz bir bezle ambulansa doğru hareket ediyor. Bu esnada aynı yerden tekrar taranarak caddede vuruluyor.”
Daha sonra Sarıyıldız, “Meray bebeğin yaralanan dedesi Ramazan İnce’de yaşamını yitirdi” diyor.
Miray bebeğin öldürülmesinden sonra devletin resmi ajansı AA haberi şöyle duyurdu:
“Şırnak’ta teröristlerin açtığı ateş sonucu 3 aylık bebek ve dedesi hayatını kaybetti” şeklinde.
AA’nın haberinin tam tersini Miray bebeğin halası ve amcası anlatıyor. Miray bebeğin halası Berivan İnce bebeğin vurulma anını İMC TV’ye şöyle anlatı: (3)
“Yeğenim kucağımdaydı. Şuradan aşağıya iniyordum (Merdivenleri göstererek), Şuradan da (merdivenlerin karşısını göstererek) keskin nişancıydı sanırım vurdu. Elimdeyken ağlıyordu, daha ölmemişti” dedi.
Amca Abrrurahman İnce’de BBC Türkçe’ye konuşarak şunları ifade etti: (4)
“Medyada çıkan haberler gerçeği yansıtmıyor. Olay Cuma akşamı 21.30 civarında meydana geldi. Babam ve annem, Miray’ın büyük babası olan kardeşim Abdülkerim ile yaşıyor. Evleri iki katlı ve üste katta kalıyorlar. Çatışmalar şiddetlenince, hem bombaların hem de keskin nişancıların korkusundan alta geçmek istediler. Olay bu sırada gerçekleşti. Alt kata geçtikleri sırada üzerlerine ateş açıldı.”
“Miray, halasının kucağında ve merdivenlerdeyken kurşunun biri yanağına isabet etti. Öldü sandık ama kan gelmedi. Beş dakika sonra ağlamaya başladı. Kardeşim Abdülkerim, ambulansı arayıp yardım istedi. Telefondakiler, bir kadın ve iki erkeğin beyaz bayrak taşıyarak bebeği belirli yere getirmelerini istedi. Bunun üzerine babam ramazan, annem Rukiye ve kardeşim Abdülkerim bebeği alıp evden çıktılar. Bebeğin annesi Soulin ve babası Burhan evde kaldı. Çok geçmeden silah sesleri geldi. Daha ambulans gelmeden babamlara ateş edilmiş.”
Olayın birinci dereceden tanıklarının anlatımı ile devletin resmi ajansı AA’nın anlatımı çok farklı. Yazının başında da belirttiğimiz gibi devletin ideolojik aygıtı medya, kendisine biçilen görevi harfi harfine yapıyor. DİHA’nın “Gizli” ibareli belgeye ortaya çıkarması da yapılan bu haberlerin en somut örneği durumunda. Medyadaki bu algı operasyonları, savaş şiddetlendikçe devam edeceğe benziyor. İşin en korkutucu yanlarından biri de medyanın da artık devletin bu politikaları karşısında savaşa girmiş olması.
Anaakım medyada göremediğimiz gerçekler
Hiçbir yasa ve hukukun geçmediği Kürt illerinde, bu politikalardan dolayı etkilenen yaklaşık 1,5 milyon insan var. Zorunlu bir şekilde yaşadığı toprakları terk ettirilen, terk etmeyenin de meçhul olduğu bir yaşam…
16 Ağustos’tan beri adlarını bile sayarken yorulduğumuz 45 çocuk öldürüldü. Bunlar içinde 3 aylık bebek de var, 7 yaşındaki çocuk da var.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) son raporuna göre 16 Ağustos’ta Muş Varto’da başlayan ve Sur, Dargeçit, Silopi ve Cizre’de devam eden sokağa çıkma yasakları boyunca 41’i son iki hafta içinde olmak üzere toplam 124 sivil, kolluk kuvvetleri tarafından öldürüldü.
Tüm bunlar Türkiye’nin kara sayfalarına yazılıyor. “12 Eylül’le hesaplaşacağız” diyenler, “90’lara geri döneriz.’’ tehdidi savuranları tarih iyi bir şekilde yazıyor. Dün Dersim katliamı için “özür dileyenler” bugün yeni Dersim’leri Cizre’de, Silopi’de Sur’da yapıyor. (OÖ/HK)
Kaynakça
1-Louis Arthusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İthaki yayınları (2003)
2-“İşte savaş medyasının ‘gizli’ belgesi, DİHA
3-“Cizre’de öldürülen Miray bebeğin ailesi anlattı”, İMC TV
4-“Cizre’de öldürülen Miray bebeğin amcası: Başka bebekler ölmeden savaşı durdurun”, BBC Türkçe