I. Dünya Savaşının 100. yıldönümü olan 2014 ile 2018 yılları arasında Avrupa ülkeleri bilumum faaliyetlerle Büyük Harbi andı ve her vesilede savaşın ne kadar kötü bir şey olduğu dile getirildi. Türkiye'de bu yönde yapılanlar Avrupa'ya kıyasla kesinlikle kısıtlı ve sönük kaldı. Fakat anlaşıldığı kadarıyla, Avrupa devletlerinin çeşit çeşit organizasyonlarından her türlü sanatsal dışavuruma varan bu geniş çaplı anma furyası cihanda sulhtan çok Avrupa'da sulha yönelikti. Ne de olsa yaşlı kıtanın halkları asırlar boyunca birbirleriyle savaşmış, artık Avrupa Birliği çerçevesinde külfetli de olsa birliği sağlamıştı; fakat Avrupa ülkeleri silah endüstrisinin gezegenin başka noktalarıyla ticareti yoğun olarak sürdürmesinin, envaitürlü stratejiler çerçevesinde belirli silahlı gruplara veya devletlere destek vermesinin, hatta Avrupa devletlerinin kendi birlikleriyle uzak diyarlardaki savaşlara direkt olarak müdahale etmesinin pek bir zararı yok gibiydi.
Irkçılığın insanlık tarihinden hiç ders almamışçasına azdırıldığı günümüzde II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sının Yahudilere ve yok etmek istediği diğer gruplara yönelik icraatı da tüm dünyada daha sık anılır oldu.
Yüksek ihtimalle, Türkiye'nin II. Cihan Harbine katılmamış ve Yahudi vatandaşlarıyla büyük sorunlar yaşamamış olmasından dolayıdır ki bilhassa bu hususta buralarda hafızayı güçlendirmek nispeten meşakkatli bir süreç.
Fakat Türkiye'de mazi genelde okullardaki tarih kitaplarının sayfaları arasında sıkışıp kaldığı için zaten fazla irdelenmezdi; ta ki Çanakkale Muharebelerini anma etkinlikleri, Gelibolu yarımadasındaki şehitliklere bedava organize turlar, Avustralya ve Yeni Zelandalılar’ca uzun yıllardan beri düzenlenen Anzak şafak ayinine misilleme gibi görünse de, Türkiye hükümetince şafak töreni düzenli olarak gerçekleştirilmeye başlanana kadar.
Heroes (Şehitler) adlı belgesel ister istemez seyirciyi iki anma şekli arasında bir kıyaslamaya yönlendiriyor. Geçtiğimiz haftalarda Rotterdam Uluslararası Film Festivalinde gösterilmiş olan video sanatçısı Köken Ergun'a ait 88 dakikalık Avustralya-Türkiye ortak yapımı film, anma törenleri sırasında bölgede hiç bulunmamış olanların belirli bir fikir edinmesine yardımcı oluyor.
Daha önce Artspace Sidney'de seyirciyle buluşmuş olan filmin Türkiye gösterimi Protocinema tarafından 2019 yılı içinde öngörülmüş durumda.
Vatansever rehberler
Genellikle tur otobüslerinde yol alırken rehberlerin mikrofonda şevkle dile getirdiklerinin arasında vatan müdafaasının iman gücüyle, inanmışlıkla yapıldığı, "Çanakkale geçilmez" dedirttiği, Anzaklar’ın kandırılmış bir ordu olduğu gibi ifadeler dikkat çekiyor. Şehitliklere turistik amaçlı değil, tam tersine ziyaret amacıyla gelindiğini, ziyaretteki amacın dua olduğunu belirten de var.
"Biz savaşı barış için yaparız!"
"Onlar bazen 10 bazen 12 bin kişi gemiyle 30 gün ve gece boyunca seyahat edip atalarına sahip çıkıyorlar, bizim de sahip çıkmamız gerekmez mi?"
"Biz işgalcilerimize o kadar geniş alan tahsis etmiş durumdayız, onlar acaba bize aynı şeyi yaparlar mıydı?"
Otobüste kahramanlıkla ilgili şiirleri içtenlikle okuyan, yüksek teatral kapasiteye sahip rehberler de var.
Kameraya konuşmaya hevesli Türkiyeli birçok ziyaretçiden biri şehitlik mertebesi hususunda: "İnşallah bize de nasip olur" diyor.
Çocukluklarından itibaren bu yolculuğu gerçekleştirebilmek için para biriktirdikleri iddia edilen Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar'dan genç bir kadın yanlış stratejiler yüzünden o kadar insanın ölmüş olmasına yönelik üzüntüsünü dile getiriyor. "Yanlış koya çıkarma yaptıkları anlaşılmış olsa da askerler neden sekiz ay boyunca ölümüne savaştırılır?" diye hayıflanırken savaş hususunda da "Buna yiğitlik mi yoksa aptallık mı demeliyiz?" diye soruyor.
Batısında haşmetli Semadirek ve boynu bükük İmroz'un (Gökçeada) göründüğü Anzak koyunda ve şehitliklerde, uzak diyarlardan gelenleri gezdiren kendi rehberlerinden biri, savaş destanı olarak eşekli Simpson'dan (Simpson With A Donkey) bahsetmeyi de ihmal etmiyor. Çanakkale Muharebeleri sırasında öldürülmeden önce birçok insanın hayatını eşeğiyle kurtardığı rivayet edilen Simpson mitolojisinin ne kadarının gerçek, ne kadarının abartı olabileceği hususundaki kuşkularını da dile getirmekten geri durmuyor.
Televizyon dizisi tadında canlandırmalar
Belgesel boyunca savaş dönemiyle ilgili Gelibolu yarımadasında gerçekleştirilen çeşitli canlandırmalar seyrediyoruz; ellerinden geldiğince mücadele anlarını hazır bulunanlara yaşatmaya çalışanları izleyenlerin bazen epeyce duygusal, bazen tamamıyla donuk ifadeleri kameraya yansıyor.
Belgeselin sonunda en geniş yer Seyit Onbaşı'ya ayrılmış. Televizyon dizisinde aşırı sayılabilecek, ancak bir kahramanlık destanı hakkındaki bir tiyatro gösterisinin gerektirebileceği abartıyla oynanan bölüm sözkonusu canlandırmaların büyük finali sayılıyor. Fakat ne yazık ki bu coşkulu anlara eşlik eden müzik klasik batı müziğinin özelliklerine sahip, obsesif biçimde ıstırabı tetikleyen senfonik bir tını. Yani çeşitli televizyon dizilerinde seyircinin içini oymak için mütemadiyen empoze edilen parçalardan farksız maalesef!
Oysa Yeni Zelandalı ve Avustralyalılar’ın veda toplantısı, bir kadın müzisyeni de barındıran küçük bir bando eşliğinde sürüyor. Üflemeli çalgıların gayet neşeli, hatta esprili bir yorumla sunduğu parça aynı adlı 1952 ABD müzikalinden Singin' in the Rain; hazır bulunanların keyfi gayet yerinde...
Her iki taraf namına ziyareti gerçekleştirenlerden bazılarının duygularının belki de en açık biçimde ifade bulduğu yer ise Anzak ziyaretçi defteri olsa gerek!
İbretlik defter
Belgesel bitip de filmin ortaya çıkmasını sağlayan kişi ve kurumların adları perdede akarken, fonda ziyaretçi defterinin sayfalarını da görüyoruz. Filmin bütününe bakıldığında daha çok bir fırsatı kaçırmış gibi görünen belgeselin yönetmeni aslında sadece bu deftere odaklanarak çok daha etkili, daha minimalist, ama kesinlikle daha sofistike bir eser ortaya çıkarabilirdi.
Mevzubahis defterde ziyaretçilerin sırasıyla tarih, imza ve isimlerinden sonra yorumlarını kaydedebilecekleri formu doldurmaları âdetten sayılıyor. Yeni Zelanda ve Avustralya'dan gelenlerin pek çoğu yorum kısmına Lest We Forget cümlesini yazmışlar. Rudyard Kipling'in bir şiirinden alınmış ve savaş anma törenlerinde İngilizce konuşan milletler tarafından tercih edilen söz, unutmamaya yönelik bir ant.
Misafir olduklarının bilincinde gerçek duygularını ifade edemeyen de olmuştur, fakat yorumları Teşekkür ederim veya Onlar öldü biz yaşayalım gibi yumuşak sözlerden müteşekkil. Arada Bana biri söyleyebilir mi ne için öldüklerini? diye isyan duygularını deftere kaydeden de var.
Fakat Türkiyeli ziyaretçilerin büyük kısmında Çanakkale Muharebeleri dün olmuş gibi tazeliğini koruyan duygular ön plana çıkıyor. Ne Mutlu Türküm Diyene, Yurtta Barış, Cihanda Barış veya Çanakkale Geçilmez gibi bildik deyişler çoğunlukta olsa da Allah belasını versin bize saldıranlara, Vatan uğrunda ölmektir Rabbim herkese bu uğurda ölmeyi nasip etsin, Vatan sevgisi imandan gelir, hatta İngilizce olarak yazılmış Salvation Islam (Kurtuluş İslam) gibi dinî motifler taşıyan yorumlar var.
Arada Huzur içinde yatın, düşmandınız dost oldunuz, bağrımızda rahat uyuyun veya Bu topraklarda şehit olan herkes bizim evladımızdır gibi dostane sözler de yok değil, ama birçoğu toplumun içindeki gerginliği, öfkeyi, meydan okuma alışkanlığını, kin ve nefreti, şiddeti, ahkâm kesme ve had bildirme ihtiyacını adeta dışa vuruyor:
Türkün Türkten başka dostu yoktur adam olun!
Vatan bizimdir bizim kalacak
Buraya geldiniz ama dönüşünüz felaket oldu
Bir daha asla bizi işgal etmeye yeltenmeyin
Pis gavurlar pislikler sizi
Nah geçersiniz pis gavurlar
Kahrolası kâfirler
Ne işiniz var burada hepiniz geberin
Vatanımıza göz dikenin gözünü oyarlar
Bizim ülkemizdesiniz haddinizi bilin
Yarı çıplak gezinerek şehit ziyareti yapılmaz, onlar Allah'ın vatanı için savaştılar, biraz saygı
(MT/AS)