Ortadoğu'da bir heyula dolaşıyor, emperyalizm heyulası. Ondan bahsetmenin ne zamandır büyük riskleri vardı. Şanslıysanız size "eski kafalı, vizyonsuz" der geçerlerdi, yok değilseniz bakmışsınız Ergenekoncu bile olmuştunuz.
Ah bu neo-liberaler, ithamlarının sınırı yoktur. Oysa bu kez emperyalizm böylesine apaçık ortaya çıkınca sandım ki; artık hep birlikte adını koyacağız, yanılmışım.
Onu şiddetle reddeden çevrelerin somut pratiği ile karşılaştıklarında dehşete kapılarak nedamet getireceklerini düşündüm, hiç de öyle olmadı. Havada uçan jetlere "barış güvercini" dediler, geçtiler.
Libya'nın Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Fransa ve İngiltere'nin ağırlığında koalisyon güçleri tarafından bombalanmaya başlamasında gaddar rejimlere demokrasi götüren Batı'nın cömert inayetini gördüler.
Yine biz dünyadaki değişimi kavrayamayan, dar görüşlü solculardan olduk, onlar bize güldüler.
Ah bu neo-liberaller, kibirli alaycılıklarının sınırı yoktur.
Emperyalizm paradigma mı değiştiriyormuş
Saldırıdan saatler sonra'' Kaddafi Zorbası Bombalanıyor'' başlığı ile basılan Taraf gazetesi operasyona a priori bir destek verdi. Bizler korkuyla karşıladığımız bu müdahalenin meğer nasıl bir insanlık inkişafına delalet ettiğini anlamak için bir zahmet sabahı bekleyip Ahmet Altan'ı okumalıydık.
Taraf'ın Genel Yayın Yönetmeni'ne göre nihayet kendi içindeki çatışmaları bitiren dünya, sınırsız ve bütünleşmiş bir yapı olarak yeniden doğuyordu.
Ahmet Altan bilim kurgu filmlerinde uzaylıların istilasına karşı ittifak kuran o yapıya benzettiği bu yeni dünyanın gelişini: ''Diktatörlerin güzel günleri geride kaldı. Bağımsızlık kisvesi altında insanlara eziyet etme 'özgürlüğü' bitti'' sözleriyle müjdeliyordu.
Bağımsızlık kisvesinin nasıl bir "kisve" olduğunu bilmesek de "Diktatörler dönemi bitti" haberi nedense içimizde bir ferahlama duygusuna yol açmadı.
Bize göre bu müdahale kapitalizmin kendi hareket alanını genişletmekte zorlandığı ve kaynaklarına ağzının sulandığı bir bölgeye yönelik fırsatçı saldırısıydı.
Bunun nesnel gerekçesi Kaddafi ve onun zorbalığı olduysa da; ne Kaddafi zorbalığa dün başlamıştı, ne de Batı'nın her gördüğü zorbaya öyle apar topar haddini bildirme huyu vardı.
Olan biten büyük zorbanın küçük zorbayı durdurmasından, "'Bir yerde sömürülecek biri varsa ben sömürürüm" demesinden başka bir şey değildi.
Yani aslında kendi diktatörlüğünü sağlamlaştıran bir düzenin operasyonundan yeni bir büyük insanlık hikâyesi devşirerek, "diktatörlükler bitti" diye sevinmenin bir manası yoktu.
Ahmet Altan'a sorarsanız emperyalizm "paradigma değiştiriyor"du. Artık sömürdüğü pazarların sahibi olan diktatörlerle nüfuzlu hammadde ortaklıklarına girmektense, oradaki halkların tüketim potansiyeline hükmetmek istiyordu.
Bu da insanların özgürleşmesinden geçmekteydi. Altan'ın özgürlüğü bir "tüketebilme özgürlüğü" olarak kavradığını kapitalizmin oraya getireceği özgürlüğe fit olmasından anlıyorduk.
Oysa ki dünya, "kapitalizmin demokrasiye pragmatik bir biçimde ihtiyacı var" martavalına karşın özgürlüğünü düzene kaptırmış, köle olmuş, kapitalist ülkelerin bedbaht insanlarıyla doludur, Altan bunu söylemiyordu.
Ona göre bir kar-zarar analizi yaparak "Hammadde mi, özgür halklar mı işimize gelir?" diye düşünen emperyalizm ikincisini tercih etmişti. İşte böylece şerden hayır çıkmış, dünya kurtulmuştu.
Altan'ın romancı naifliği bir yanda dursun, bildiğiniz gibi emperyalizm kendisini hiç de böyle seçimler yapmak zorunda hissetmez. Çünkü o hem gözüne kestirdiği yerdeki ucuz hammaddeye çökebilir hem de o pazarı kendi mallarına boğabilir.
Şimdi Libya'da savaşarak açtığı yolun da bu olmadığını düşünmek için nasıl bir gerekçemiz olduğunu bilmiyorum.
Taraf'ı okumaya devam edelim.
Balık kavağa çıkarsa
Savaşı ''Dünyayı yöneten iyi insanlar da olabilir'' diye açıklayan sözlerin sahibi pahallı bir Hollywood filminden yeni çıkmış bir genç olsaydı belki sorunumuz azdı ama bu lafı eden de tıpkı yukarıdaki ''Uzaylılara karşı birleşik dünya'' diyen Ahmet Altan gibi Taraf gazetesinin bir yöneticisi olan Yıldıray Oğur'du.
Kendisi gazeteye "Kaddafi'yi bu üç kadın durdurdu" manşetini de attırdığını anladığımız bu yazısında, Obama'ya savaş kararı aldıran kadın olarak Samantha Power'ı alkışlıyor ve harekâta onun Bosna geçmişini referans olarak gösteriyordu.
Ancak kuvvetli bir söylentiye göre Fransız uçakları Libya'yı vurmaya başladıktan ancak dakikalar sonra ABD'nin bundan haberi olmuştu. Dolayısıyla çok taraflı ve çok hesaplı başlayan bu operasyon ne böyle bir kadının çabasının eseri olabilirdi ne de Obama'nın tek başında aldığı bir kararın sonucuydu.
Müdahalenin uluslararası zemindeki meşruiyeti için kullanabileceği bir kırıntıyı yakaladığını düşünen emperyalizm, Kaddafi'nin ateşkes kararına rağmen bu pozisyonunu kaybetme endişesiyle aceleyle Libya'yı vurmaya başlamış ve kendisini zoraki bir biçimde oyuna dahil etmişti.
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nden karar emsali olmayan bir çabuklukla çıkarılmış, soykırımlara seyirci kalanlar birden bire aslan kesilmişlerdi. Dolayısıyla ortada açık bir istila vardı ve bu "Bir kadın eli değdi" türünden romantize edişlerle yumuşatılacak bir durum değildi.
Yıldıray Oğur'un bahsettiğim yazısı emperyalist müdahalenin bağlamına göre haklı olabileceğini açıklamak düşüncesiyle sorulmuş bir sual dizisi ile başlıyordu:
"1938'de Dersim bombalanırken Cemiyeti Akvam müdahale etseydi bu emperyalist bir müdahale mi olurdu? 12 Eylül darbesinden sonra dünya Türkiye'ye ekonomik ambargo uygulasaydı bu batılıların Türkiye'deki çıkarlarıyla açıklanır mıydı? 1992'de devlet Lice'yi yakarken uluslararası toplumdan sert bir kınama çıksaydı bu içişlerimize karışmak olur muydu? Öfkeli laik generallerden biri Sarıkız, Ayışığı, Balyoz darbelerini yapıp içerde temizliğe girişse Mozambik ordusunun bile gelip bizi kurtarmasını bekleyenlere vatan haini denebilir miydi?"
Oğur'a göre, bu sorulara cevap vermeden Kaddafi ordusunu durduran Libya operasyonuyla ilgili ahlaklı bir duruşu ortaya koymamız mümkün değildi.
Zekâların otomobil farları gibi kısa olanı var, uzun olanı var. Yazan insanın pazara çıkardığı ürün kendi zekâsı olduğu için normal hayatta söyleyeni ayıplayacağım bir sözü sarf etmek zorunda kalıyorum: Yıldıray Oğur'un kısa mesafeyi gösteren bir zekâsı var.
Anlaşılan bir yere kadar gelebiliyor sonrasında devam edemiyor. Bu saptamasında kendisinin bu yetersizliğini açıkça görebiliyoruz. Oğur'un erişemediği yer; örnek olarak verdiği o durumlarda emperyalizmin neden suskun kaldığı ile bugün neden müdahale ediyor olduğu sorusunun cevabının aynı olduğudur...
Dahası verdiği 12 Eylül örneğinde emperyalizm suskun kalmamış bizzat o darbeyi ve cuntayı desteklemiştir.
"Eğer karşı çıksaydı biz ona emperyalist müdahale mi derdik?" sorusu mantığın en temel prensibi olan çelişmezlik ilkesine aykırıdır. Müdahale etmediği için adı emperyalizmdir, müdahale etmeye kalksa emperyalizm olmayacak zaten böyle bir darbe de olmayacaktır.Tıpkı bugün Sarıkız, Ayışığı ve Balyoz'un olamadığı gibi.
Zamanın içinde yekpare ve değişmez bir emperyalist bloktan söz ettiğim sanılmasın. Söylediğim, varlığını salt ve devamlı kendi çıkarına göre tarif eden bir yapıdır. Bu açıdan emperyalizmin o gün cuntaya verdiği desteğe karşı çıkanlar bugün koalisyonun Libya'ya müdahale etmesine karşı çıkmakla tutarlıdırlar.
Yıldıray Oğur'un argümanı neresinden tutsanız elinizde kalmaktadır. Bir nefsi müdafaa cinayetini örnek vererek bir seri katili, adam öldürmek fiili benzerliği ile aklamak istemek gibi saçmalıktır, akıl ve izan katliamıdır.
Taraf ve Hürriyet
Fakat Taraf hep böyle olabiliyor, öğrenilmiş bir tavrın çabukluğuyla her daim gerçek iktidarın yanında yer alırken kendisine aslında bir muktedire karşı direniyormuş havası veriyor.
Bir savaşa destek verirken "Acaba ?" demiyor ama bunu en "barışçı" görüntüsü ile yapabiliyor. Doğrularına olan imanı bir demokratınkine hiç benzemiyor. Genellemelere yükselirken kanat takmakta hiç tereddüt etmiyor.Her meseleyi açacak tek bir anahtarı olduğunu düşünüyor.
Biliyor musunuz, bu haliyle ne çok Hürriyet'e benziyor. O yüzden ben en çok Hürriyet ve Taraf'ın aynı yerden yaklaştığı durumlardan korkarım.
Bugün bu zihniyet mutabakatını Libya müdahalesinde görüyoruz. Birisi savaşa demokrasi geliyor diye sevinirken diğeri ergen bir oğlan çocuğunun spor arabalara meraklı heyecanıyla, her zamanki gibi silah teşhirlerine sarıldı.
Savaş haberlerinde kendi doğal ortamını bulan Hürriyet saklayamadığı bir şehvetle füzelerin, uçakların, tankların modellerinden, teknik özelliklerinden dem vurdu, durdu.
Buna alışık olduğumuzdan üzerinden durmamız yersiz. Ama Taraf'ın savaşa giydirdiği ideolojik kılıf ve kurduğu muktedir dili bizim için daha şok edici.
Hoş ha Taraf, ha Hürriyet ne fark eder, savaşa alkış tuttuktan sonra hangi elinizi diğerine vurduğunuz neyi değiştirir ki? (BB/EK)