Savaş var savaş var!
İnsan doğası olarak savaş (Hayatta kalabilme),
Dayanışma olarak savaş (Örgütlenebilme),
Oyun olarak savaş (Aşk),
Politika olarak savaş. (Resmi kayıtlara düşen ölüler ve resmi kayıtlara düşmeyen ölüler)
İlk üçüne kısa süreli çözümler yetişse de, nihayetinde söz konusu olan insanın fıtratıdır. Kötü tarafı, birinin diğerine sirayet etmesidir. Politikaya varana kadar ya da daha doğru tabirle "vardırılana kadar." İşte o zaman durumlar değişir, değişmiştir. Savaş ve barış gibi apayrı kavramlar, apayrı koşullar oluşmuştur.
Kişisel olarak savaş ve barışı hep iç içe görmeye meyilli olmuşumdur. Tabii bu dediğim Tolstoy'un "Savaş ve Barış"ını okumadan önce, savaş filmlerini seyretmeden önce, yaşadığım ülkede öldürülenleri bir bir saymaya başlamadan önce, saymaktan pes etmeden önce.
Çocukluğumda resmini yapmaktan bıkmadığım zeytin dalı ise yarım yamalak anlamaya çalıştığım, aile yadigârı "Hemen şimdi barış" içerikli sohbetlerden kalma kulak aşinalığımdı. Savaş ise Naciye ile barışana kadar kavga etmemdi, o kadar. Biraz daha büyüdüm. Kitapçıların felsefe bölümündeki rafların önünde boy göstermeye başladım. Üç boyutlu düşünmeyi öğrenmeye çabaladım. İyi ile kötü adlandırmalarım birbirine karıştı. Hükümlerim, hükümsüz gibi durmaya yatkındı. İşin aslı hala da öyleyim ama yaşım, savaş bilgisine erince çok sesli, çok paylaşımlı tek slogan olan "Savaşa Hayır!" hükmünün altını kazımayı bıraktım. Bu yüzden savaşın doğası üzerine derin cümlelerle düşünmek, konuşmak "yaşanmamışlıktan" kaynaklı cahilane şımarıklık olarak gözükür gözüme. Sesli düşünen herkesi de "laf ola beri gele" diyerek asıl mevzunun acımasızlığına çağırmak gelir içimden. Gel gör ki ajitasyon ezikliği çekincemden ses edemem.
Dünya tarihindeki uyduruk savaş gerekçelerine bakınca, barış mümkünsüz gözükür. Şükür ki; barışın sağladığı huzurun yarattığı "bağımlılığın" aşağı kalır yanı yoktur. Bu yazı için ironik duracak belki ama savaş ve barış arasındaki savaşta, barışın avantajlı yanı yarattığı bu bağımlılıktır. Yaşadığımız bu topraklar için hiç bilmediğimiz, deneyimleyemediğimiz bir bağımlılık. Biz hep dar alanda yeşerebilen, sürdürülebilen barışlarla yaşadık. Ötesine gücümüz yetmedi, sözümüz geçmedi. Şimdi gibi.
Son bir aydır olanlara bakılırsa bütün barış savunucuları, savaşın gerçekliğini hatırlatma konusunda geriye itilen, kelamları dinlenilmeye gerek duyulmayan, kendi hallerinde terennüm eden barışseverler olarak kaldılar. Ajda Pekkan hayranları gibi, İbrahim Tatlıses hayranları gibi. Barışı istemek, iyi bir şey olduğunu hatırlatmak göreceli bir şey oldu anlayacağınız. Ne büyük felaket! Söz hakkınız sadece fikrinizi değil "seçiminizi" belirtmek: Edi Bese, Barışalım Yeter, Türkiye, Türklerindir gibi.
Dolayısıyla benim de söz hakkım yok. Kaldı ki bu yetkinliğe sahip ne "politik konumum" ne de "nişaneli namım" var. Zaten hep böyle değil midir? Savaş; göreceli muteber, muktedir kişiliklerin, kahraman ilan edilenlerin söz düellosuyla sürer. Kıran, döven, öldüren, işkence eden, pusu kuran "gönüllüler" muteberlerin ayakları, kolları olma vazifesini görür. İşin beyin takımı TV'lerde, sempozyum salonlarında, kongrelerde, kitleler önünde gördüğünüz insanlardır. Kimseler kızmasın yeri gelince Lenin de aynıdır, General Maximiliano Hernândez Martînez de. Yeri gelince PKK de aynıdır, TC de. Kısacası, savaşın sergerdelerinin sayısı bir elin on parmağını geçmez. -Çıkış noktalarının haklı olması ölüleri geri getirmez- Bizde de öyle. Birkaç dudaktan çıkan birkaç söz komşunuzun oğlunun, Diyarbakır'da çarşı gezmesine çıkmış bir kadının, çobanlık yapan bir çocuğun ölümü demektir. Siz o kanalı izlerken, o gazeteyi okurken her şeyin bu kadar basit olduğuna akıl sır erdiremezsiniz. Ta ki, eviniz, ölü evi olarak ziyaretlerle dolup taşmadığı sürece. Yakınınızı kaybettiğinizde ömür billâh içinizden çıkmayacak yürek sıkışmasını hissetmediğiniz sürece. Delirten acıyla "bu bir rüya olsun" niyazlarını etmediğiniz sürece.
Bu cümlelere aldanıp duygusal bir yazı olduğunu düşünmeyin bu yazının. Her şeyin çok basit olduğunu hatırlatıyorum sadece. Bütün dünya tarihindeki savaşlar, çözüm istenilmediği, barış da diretilmediği sürece sayıları hep saklanılmış, azaltılmış ölüleri geride bırakmışlardır. Düşünün, kardeşiniz, kızınız ölenler içinde sayılmıyor bile. Düşünün hatta bazı savaş gerekçelerinin aslı bile yok. Hoş aslı olsa da önemleri bile yok.
Uyduruk savaş gerekçeleri ve sayılar
General Rafael Leonidas Turijillo, Dominik Cumhuriyeti'ni beyazlaştırmak için 1937'de 25 bin Haitili'nin maçetalarla (pala) parçalanmasını emretti. Önemsiz bir bilgi (!) ama Turijillo, Haitili bir babaannenin torunuydu. (1)
1964'te Başkan Lyndon Johnson, Vietnamlıların Tonkin Körfezine saldırdıkları gerekçesiyle, Birleşik Devletler'in Vietnam topraklarını istila edeceğini duyurdu. Daha sonra dönemin Savunma Bakanı olan Robert McNamara, Tolkin Körfezi saldırısının aslında gerçekleşmediğini itiraf etse de on yıl süren savaşta 100'lerce insan öldürülmüştü.
Yakın tarihte (2003) benzer yöntem George W. Bush tarafından uygulandı. Irak, kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle Birlemiş Devletler tarafından işgal edildi. Vikipedi'nin yuvarlak hesabına göre 1.000.000 sivil vatandaşın hayatını kaybetmiş olduğu biliniyor. Önemsiz bir bilgi (!) ama kitle imha silahlarının varlığı bugün hâlâ kanıtlanabilmiş değil.
Bask bölgesinin geleneksel başkenti Guernica şehri, 26 Nisan 1937'de bombalandı. Saldırının gerçekleştiği pazartesi günü, şehirde her hafta pazarın kurulduğu gündü. Dolayısıyla Guernica'nın en kalabalık olduğu gündü. Hayatını yitirenlerin sayısı taradığım kaynakların hiç birinde aynı değil. Alain Resnais'in Guernica adlı filminde bu sayı 2 bin. "O dönemde Bask Hükümeti'nden yapılan açıklamaya göre ölü sayısı en az 1.654, yaralı sayısı ise 889'du. (...) Franco yanlısı Arriba gazetesinin 30 Ocak 1970 tarihli sayısında öne sürülen 12'ydi." (2) Guernica bombardımanının gerekçelerinden birinin II. Dünya Savaşı'na girmeden önce patlayıcı yangın bombalarını tecrübe etmek olduğu söylenir. (3) (Ünlü "Özgürlük" şiirinin yazarı Paul Eluard'ın, "Guernica" filmi için yazmış olduğu yarı şiirsel metne bakılabilir.)
(...)
Türkiye'de hâlen sürmekte olan savaşın resmi kayıtlara bırakacağı ölü sayısı, dünyada yaşanmış birçok savaşın can kaybını geride bırakmış durumda. Kayıtlara düşmemiş ölülerimizi saymayalım bile. Yaşananlar, tarafların can alma restleşmelerinin sonunun gelmeyeceğini gösteriyor. Böylece Yıldırım Türker'in ifadesiyle "Yegâne meşru çözümün ölüm olduğuna inandığımızı ilan etmiş" oluyoruz. Her nasılsa "Yine mehter marşlarıyla, Herne Peş'lerle coşar, ağıtlarla yatışır hale geliriz." (4) Tolstoy'un "Savaş ve Barış" romanına naziren "Savaş ve Savaş"ın yazılabileceği ülkelerden biriyiz.
Siftine siftine sadece adı konulabilen barış çalışmalarının ömrü bu kadar tutuldu. Geçmiş ise insanlık tarihinde hiçbir zaman caydırıcı olamadığı için kanlı arşivimizden de medet umamıyoruz. Her yeni ölüm haberiyle -savaşla hiç tanışmamışız gibi- kısasa kısas yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bilmiyoruz ki bu savaş oyun olarak yaptığımız savaşa benzemez. (FG/AS)
1- Eduardo Galeano, Aynalar , Süleyman Doğru (çev.), İstanbul: Sel Yayınları, Birinci Baskı, 2009, s. 304
2- http://tr.wikipedia.org/wiki/Guernica_Bombard%C4%B1man%C4%B1, 23 Ağustos 2011
3- Derlenilen kaynak; Pierre Seghers, Red Türküleri, Okay Gönensin (çev.), İstanbul: De Yayınevi, 1984, Yeni Dizi:15, s. 26
4- http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&Date=&ArticleID=1060739, 23 Ağustos 2011
Bir diğer yararlanılan kaynak Eduardo Galeano, Zamanın Ağızları, Bülent Kale (çev.), İstanbul: Çitlembik Yayınları, 2005