Gene bir çatışma var yanı başımızda... Hatırlarsınız muhtemelen lise yıllarında "30 Yıl Savaşları" ve "Yüz Yıl Savaşları" diye tanımlanan kimi savaş bilgilerini okur ve çok şaşardık. Başka işleri yok muymuş, diye? Benzer çatışma ve savaşları; soğuk savaş ve yarattığı tedirginlik ve korku ile sıcak savaş tehditlerinin ve bizatihi savaşın kendisinin yarattığı telaş, ölüm korkusu ve hatta tarihten yok olma korkusu yaşayan toplumları görüyoruz.
Kendi öznel tarihimden ve elbette talihimden söz edecek olursam; Güneydoğudaki bölgesel çatışma, egemenlerin kararlı ve ısrarlı istemleriyle önce komşu bulunduğumuz 3 ülkenin tamamına yayılır hale geldi, sonra da Ortadoğu, Kafkaslar ve Afrika'nın kuzeyinde orduların taktik hareketlerine tanık olduk. Bölgemizin jeopolitik konumu nedeniyle; insanlarımızın psikolojisi ne yazık ki; yanlı(ş) bilgilerin bilinçli olarak pompalanması ve yarattığı gelecek kaygısı nedeniyle, hemen hepimizin beyni karıncalanıyor ve midesi kevgire dönmek üzere.
Norveç'te yaşayan evli iki arkadaşım var. Boğaziçi mezunları ve biri çevirmen ve milletvekili (idi), diğeri de karikatür ve grafik sanatçısı. 40 yıla yakındır oradalar. Bir ara erkek olanı şöyle dedi: "Yahu sizin –evet, bizim- oralarda, 2 saatte yaşadığınız gündemi, biz burada bir yıl içinde yaşamıyoruz. Nasıl dayanıyorsunuz?" demişti. Dayanmıyoruz ama kendimize ve ülkemizin geleceğine olan inancımızla; bir arada, barış içinde, eşitlikçi ve katılımcı demokrasi için her ne gerekiyorsa onu yapıyoruz diyebildim, kendi kendime...
Ve cehaletin esir aldığı toplumlar; bunun bilincinde olan iktidar ve muhalefetin kimi örgütlerince hep kullanılagelmiştir. Konumuz özelinde Azerbaycan ve Ermenistan ile bizde. Hükümetler, içeriye yönelik olarak savaş kışkırtıcılığı yaparlar. Sınır bölgelerinde askeri tatbikat uygularlar ve yalan bilgilerle halkı kandırmayı sürdürürler. Bu iş Ermenistan'da da böyle... Türkiye'de ise hep böyleydi...
Bitmez tükenmez travmalar...
İki olaydan söz edeceğim... Biri, bir grup milliyetçi olduğunu iddia eden saldırganlar; Azerbaycan bayraklarıyla, Kumkapı'daki Ermeni Patrikhanesi ve yakın mahallelerde klakson çalıp durdu. Yakın mahallelerde eski ve yeni Ermeni toplumu oturuyor. Yeniler, buraya çalışmaya gelen gurbetçi Ermenistan yurttaşları. Kalanı bizim yurttaşımız...
Korkularına iki örnek vereceğim. İkisi de Moda'da geçiyor. Yani azınlık yurttaşlarımızın görece rahat ve bir arada olma kültürüyle bulundukları bir semt. Biri okul arkadaşım da olan bir Rum, "Sokağımızda birkaç kişi yüksek sesle konuşsa veya kavga etse; iki otomobil çarpışsa ve sahipleri bağırmaya başlasa; hemen perdenin arkasına geçip olayı izliyoruz. Bize mi geldiler, diye..."
Bir diğeri politika da yapan Ermeni genç bir adam. Bir de oğlu var. 8 yaşında olmuştur. Moda'da kendisinin de okuduğu ilköğretim okulunda oğlu da okuyor ve şakır şakır Ermenice konuşuyor. Her iki arkadaşımın da yaşadığı ve yaşatılan travmayı görüyor musunuz? Ermeni olan arkadaşımın oğluna iki isim koydu; biri tamamen Ermenice ve okulda, cemaat içinde öyle sesleniliyor. Diğeri de Can. Yani sokakta, ne olur ne olmaz diye, Türkçe adıyla sesleniyorlar. Ve o küçücük çocuk bu ayrımın öylesine farkında ki, yanlış seslenirse gelip uyarıyor bile...
(AG/AÖ)